Emperyalizmin iyisi olmaz, bizden söylemesi

Dünyada ve bölgemizde yaşanan olaylar çok hızlı gelişiyor, takip etmek için gerçekten çok ciddi zaman ayırmak gerekiyor. 

İran’da yaşananlara bakın! Bir taraftan öfke birikimi, öte yandan ciddi düzeyde yönetim beceriksizliği; kazara uçak düşürmeden tutun cenaze töreninde ölenlere kadar…

Bunların üstüne bir de Britanya, Fransa ve Almanya’nın İran’a karşı aldığı tavır: Ya nükleer anlaşma kurallarını uygularsın ya da 60 gün içinde yaptırımların yeniden uygulanmasına başlarız kararını duyurdular. Belli ki İran’ı daha çok sıkıştıracaklar.

Libya konusunda da olaylar hızlı gelişiyor; 8 Ocak günü, Türkiye’nin kontrolünde olmayan Türk-akımı gaz-boru hattı açılışı töreninde Putin ve Erdoğan ortak bir açıklama yaptılar. Dengeli bir açıklama. Söz konusu açıklamada İran ve ABD’ye itidalli davranmaları vurgusu yapıldı. Daha önemlisi, Libya’da taraflara ateşkes ilanı çağrısı yaptılar, ateşkesin başlayacağı gün ve saat dahi verildi. 12 Ocak 00:00.

Belli ki Rus ve Türk diplomatlar önceden çalışmışlar. Diplomasi böyledir, bunda şaşırtıcı bir taraf yok. Ancak, tuhaf olan, çağrıyı yapanlar sorumluluğu birbirine yüklemeye çalışmakta. Özellikle Türk tarafının beklentisi, Putin’in Hafter’i ateşkesi kabule ikna etmesi. Hatta Çavuşoğlu’nun kullandığı dile bakılırsa biz ödevimizi yaptık sıra sizde tonunda: Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) başkanı Sarraç imzaya hazır, Putin senin maharetini görelim der gibi…

Bu arada BM’den bir açıklama: Ne yapıp edin, “ateşkes sürsün”… 

Almanya ise Berlin’de yapacağı uluslararası konferansa hazırlanıyor. Hani Almanya 2011’de ben oynamıyorum diyerek Libya’ya yapılan saldırıda yer almamıştı ya, onu nimete tahvil etmek istiyor. 

Putin, 2011’de BMGK’de çekimser oy kullanarak Libya’ya karşı yapılan askeri müdahalenin önünü açmıştı, ihtimal ki şimdi yaptığı o "kıyağın" karşılığını almak istiyor. Aksi halde ABD ve Fransa’dan Putin’e çok ileri gidiyorsun, her şeyi sana bırakmayız mesajı çoktan gelmiş olurdu. Kim bilir bir süre sonra, Putin bu hızla Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika’yı tanzim etmeye devam ederse, ABD ve Avrupalı emperyalistlerin sinir uçlarına dokunur ve yeniden pazarlığa otururlar. 

Peki, bu denklemde Putin niçin Erdoğan’ı yanına almaya özen gösteriyor? Hepimizin merak konusu bu! Ateşkes ilanı için Hafter’in ikna edilmesi elzem, Sarraç bunu zaten istiyor. Putin’in ihtiyaç duyduğu şey Hafter’in ikna edilmesi; Erdoğan da bunu istiyor. Doğruysa eğer Hafter pazarlığı yüksekten açmış: ateşkes karşılığı Türkiye Libya’da bulunmasın demiş. Erdoğan bunu kabul etmez. Putin arabuluculuk yapmaya kalkarsa ne yapar, bekleyip göreceğiz. 

Soruyu bir de şöyle soralım; burada Türkiye’nin katkısı ne olacak ki Putin bunu önemsiyor ve birlikte hareket etmeye özen gösteriyor? Ateşkes için Türkiye’nin katkısı şart değil, ama olursa da makbule geçer. Bunun ötesinde bir zorunluluk yok. Buna rağmen Putin Türkiye’yi niçin önemsiyor?

Putin’in daha kapsamlı bir hesap içinde olduğunu söylemek mümkün. Türkiye’yi kendi kurguladığı dış politika denklemi içinde tutmak istiyor. Putin biliyor ki, Erdoğan bir uçtan ötekine hızlı geçişler yapabiliyor, en azından kendi deneyimi bunu gösteriyor. Türkiye’de iktidarın dış politika yapım kodları ifşa olmuş durumda.

Bu verili durumdan hareketle şunu söylemek mümkün: Rusya Federasyonu başkanı Putin’in izlediği dış politika, Türkiye yönetimine başka türlü davranma alanı bırakmamayı öngörüyor. Daha açık bir ifade ile Erdoğan’ın Trump yönetimi ile başka türlü bir ilişki kurabilme olasılığını azaltmak istiyor. Erdoğan’ın bunu görmemiş olma olasılığı yok. Bu nedenle Erdoğan da pazarlığını yüksekten açıyor. İran’ın çaresizliği ve kısmen basiretsizliğinin Türkiye’ye çok daha geniş bir alan açtığının farkında. Bu durumda Rusya-Türkiye ilişkisinin daha gelişkin olacağını beklemek mümkün. Öte yandan Türkiye-Rusya ilişkisi, aynen Türkiye-ABD ilişkisinde olduğu gibi, Türkiye’ye açılan alanın sınırlarını da çiziyor, bakalım bu sınırlar ne kadar kalın çizgiyle belirlenecek? Suriye önemli bir örneklem oluşturmaktadır. Bakalım Libya’da durum ne olacak?

Tarihten küçük bir hatırlatma yapalım: 1833 Kütahya savaşında Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’ya yenilen Osmanlı hanedanını Rus Çarı kurtarmıştı. Aksi halde Osmanlı hanedanlığı el değiştirmiş olacaktı. Elbette karşılıksız olmadı. Hünkâr İskelesi Antlaşması, yani Boğazları birlikte yönetelim anlayışı, bunun sonucudur. Osmanlı hanedanı bundan kurtulmak için önce Britanya’nın hegemonyası altına girdi (1854), ondan kurtulmak için Almanya’ya yanaştı (1880-90’lar). Britanya ile Almanya arasında git gel yaptı durdu. İslamcılar bunu denge politikası olarak sunarlar. Gerçekte iki taraflı bağımlılıktır. Osmanlı hanedanlığı açısından sonu kötü bitti bu döngünün. Hanedanlık falan kalmadı. Bakalım bugünkü döngünün sonu nereye evirilecek! 

Emperyalizmin iyisi olmaz! Bizden söylemesi.