Yurttaş Hakkı

Üniversitedeyken, Yurttaşlık dersimizde, İngiltere’de, polisin bulunmadığı ya da sayılarının yeterli olmadığı anlarda, vatandaşların suçluyu yakalayıp en yakın karakola teslim etme hakkına sahip olduklarını okumuştuk, diye hatırlıyorum. Bunun, hukuki bir de adı vardır ama, aklımdan uçup gitmiş. Yurttaş Tutuklaması diye çevirmiş bizim gazeteler, ben de öyle diyeyim.

Bu Yurttaş Tutuklaması, umarım doğru kalmıştır aklımda, yıllar yıllar önce, büyük toprak sahiplerine kullandırılan bir haktı. Toprak beyi, kendini zaten herşeyin sahibi gördüğünden, mülkü içinde sayılan çalışanlarından dilediğini cezalandırma konusunda “doğuştan” bir hakka sahipti. Yurttaş hakları kavramı geliştikçe, gerçek yurttaştan çok toprak sahibi için, -zaten kullandığı- bu “hak” yasal bir hale dönüşüvermişti. Hepsi bu. Yurttaş tanımlamasından anlaşılması gerekenler de bu toprak sahipleridir aslında. Toprak emekçisinin bu hakkı kullanma şansı mı vardı sanki?

Hemen hemen her yerde polis gücüne rastlanıyor olmasına, yani polis yetersizliği gerekçesinin ortadan kalkmasına rağmen, çok tuhaftır, günümüzde de öylece durur bu yasa. Başlangıcındaki niyetten farklı olarak tabii ki. Bugün, polisiye olayların önlenmesinde, vatandaşları sorumluluk almaya zorlamak amaçlanıyor muhtemelen. Bizdeki şu, “her şeyi devletten beklememek lazım’ diyenler bayılırlar eminim buna.

Herkesi polis yapmak, vatandaşı, asayişi sağlayan birer cengaver haline getirmek gibi bir tehlikesi de var ama, doğrusu kimsenin bu hakkı uyguladığı da yok yıllardır. Kaldı ki, vatandaşların çoğunun bundan haberi bile yok. Haberi olanlar, okumuş yazmışlarla, vatandaş hakları alanında mücadele edenler sadece. Zaman zaman, bence çok da isabetli gerekçelerle bu haktan yararlanmak isteyenler çıkıyor. Bunlardan biri İrlandalı sosyalist yazar David Cronin’miş meğer.

İngiltere eski Başbakanı Tony Blair, Brüksel’de Avrupa Parlamentosu binasına konuşma yapmak için yürürken, Cronin, hızla koluna girdiği Blair’e, “Irak savaşından ötürü suçlusun, seni tutukluyorum” deyivermiş. Belçika’da geçerliliği olmayan Yurttaş Tutuklaması hakkını kullanmış yani. Tabii ki sembolik bir eylem bu. Blair’in büyük şaşkınlık geçirdiğini yazıyor gazeteler.

Ben bu kola girme denen şeyin ne kadar berbat olduğunu bildiğimden, Blair’e acıdım da aslına bakarsanız. Yıllar önce, gençken yani, İstanbul’da yolda yürürken iki koluma birden girilip, “birader sen gel bakalım bizimle” dendiği çok olmuştur. “Biraderlerim” şubeye götürüp çooook ağırlamışlardır beni. İnsan, bu tür durumlarda, kurallarına uygun gözaltına alınmanın ne kadar iyi bir şey olduğunu anlıyor. “Biraderlerim”in koluma girecek kadar yakın olmalarından hiç hoşlanmadım. Ne bu samimiyet?

Ama, orada Cronin’in yanında olup, Blair’in diğer koluna da ben gireyim isterdim. “Gel bakayım sen şöyle’ deyip, Irak savaşındaki suçunu hatırlatmak iyi gelirdi bana da.

Yurttaş Hakkı ha?

Kulağa iyi geliyor gerçekten. Hem yurttaş olacaksın hem de hakkın olacak. Bak sen. Sahiden iyiymiş. Demokrasinin böyle akide şekeri türü nimetleri var işte. Ben, 1984 yılında İngiltere’de tüm Avrupa’yı sarsan madenci grevinde, madencilerle köy köy dolaşmıştım. Büyük şans sayarım bunu kendim için. Yurttaş olarak haklarımdan haberi olmayan Thatcher polislerinden çok cop yemişliğim de vardır, onu da söyleyeyim. Hani, toplanabilir bir şey olsa, ciddi bir cop izi/ağrısı koleksiyonum bile olabilirdi. Türkiye’de de, İngiltere’de de tadını bildiğim bir nesnedir şu cop dedikleri. Neyse. Yani demokrasinin “akide şekerleri”nden tatmak nasip olmadı bir türlü bana, bir çok insan gibi. Ben, hak deyince, üzerimize tüm şiddetiyle gelen Thatcher’in polislerinin koluna girip, onları, bize, haksız yere saldırdıkları gerekçesiyle “en yakın karakola” götürmeyi anlamadım tabii hiç bir zaman. Ama böyle bir hak var işte.

Yurttaş bu hakkı kullanma bilincine varmalı tabii ki önce. Varınca ne olur? Örneğin, devletin bir kesiminden, devletin başka bir kesimini yardıma çağırarak hesap sormak gibi tuhaflıklar yapmaz. Az şey mi bu şimdi?

Diyelim ki, başbakanınıza çok kızıyorsunuz. Girin koluna, “şöyle bir gel bakalım birader” deyip hesap sorun. Darbe yapmaktan da, çete kurmaktan da daha kolay.

Cronin, bir yurttaş olarak koluna girdiğinde, Irak savaşındaki rolünü sorgulayan parlamento komisyonu önünde aslan kesilen Blair’in ödü kopmuş, baksanıza.

Yurttaş bu.

“Şöyle bir gelsene birader” dedi mi, çok şey değişir.

Askerini, devletini, bireyinden çok sevenlerin dillerinden düşürmedikleri şu, “her şeyi devletten beklememek lazım” diyenlerden hiç hoşlanmamakla beraber, bu kez onlar gibi düşünüyorum:

“Her şeyi askerden beklememek lazım”.