Şeytanın dostu Halis ağa

Aslında fantastik bir durum bu. Şu son davranışının günümüz toplum kodlarına uygunsuzluğunu büyük bir pişkinlikle savunur durumda oluşu, bunu yaparken dinden destek araması, yaşına rağmen hala cinsel etkinliğinin sürüyor oluşunu “şanslı” oluşuna bağlayışı, gülümsemeyle karşılanmalı normalde. Toplumsal eğlence diye bakıldığında gerçekten fantastik bir durum.

Ama, toplumumuzun çoğunluğunun zihniyetinin derinliklerinde yer edinmiş bir tutumu bir kez daha ortaya koyduğu, henüz 17 yaşında bir kız çocuğuna duyduğu cinsel isteği çok haklıymışcasına sergilediği için fantastikten sosyal bir olguya dönüşüyor Halis Toprak denen kart zamparanın durumu. Yoksa, muhterem, bir hayli eğlencelik bir figür. Yapıp ettikleri etrafındakilerce hep onaylandığından olsa gerek, her şeyi yapmayı kendine hak biliyor. Paranın yarattığı kullara sahip olmak böyle bir şey. Fıkradaki gibi birine rastlasaydı belki bu kadar rahat olmazdı. Halis ağayla aynı yaşlarda biri doktoruna muayene arasında itiraf eder: “Kendimden çok çok küçük bir kadınla çıkıyorum doktor. Karımı aldatıyorum yani.” Doktor lafı taşı gediğine koyan cinsten ki, cevabı geciktirmiyor: “Siz karınızı değil, kendinizi aldatıyorsunuz bayım.” Kendini aldatanlardan biri de bu Halis ağa denen zattır. Bakmayın siz Ayşe Arman’a “71 yaşındayım ama 25 yaşındaki erkeğin gücüne sahibim” demesine.

Kendisiyle yapılan söyleşiler okunduğunda, kücük kızla yaptığı evliliği haklı göstermek için, bakıma ihtiyacı olduğunu söyleyip “karizma”yı çizdirse de, Halis Toprak’ın, “karşı konulamaz bir erkek” olduğuna ciddi olarak inandığı fark edilebilir. “Kadın olsam ben de beni seçerdim” diyor mesela. “Karşı konulamazlık” gibi çok çok önemli bir avantajı, bu avantaja sahip olmayanlarca da kolayca ikna edilebilecek on yedi yaşındaki bir kız çocuğunu elde etmek için neden kullandığını sormak isterdim. “Bari bu avantajını kazanılması daha zor kadınlar için kullan” diyesi geliyor insanın. “Evlendiği” o kız çocuğu, Hüseyin Üzmez’in taciz ettiği kızdan sadece üç yaş büyüktür çünkü. Kızın “karşı koyamadığı”, pek bir çıkarcı oldukları belli olan kendi anne, babasıyla, Toprak’ın parasal vaadleridir. Toprak gibilerini, kimileri için “karşı konulamaz erkek” yapan paralarıdır sadece. Bilirsiniz.

Halis Toprak gibi erkekler, Anadolu folklörünün gelmiş geçmiş en “küçük kız tutkunu” ozanı Karacaoğlan’ın şiirlerinden derlenmiş türküleri dinlediler yıllarca. Ne beklenir ki başka? Üstelik bu türkülere kadınlı erkekli elleriyle tempo tutarak eşlik bile ettiler. “Halime’yi samanlıkta bastılar/ Donunu gül dalına astılar” türküsünde kalkıp oynayan kadınlar görmüş biriyim ben. Bu başlı başına bir tuhaflıktır zaten. Halime samanlıkta ne yapıyordu, kimse sormaz. Bu türkülerin sözlerindeki mesajları o kadar doğal karşıladılar ki, küçücük kızların, kartlanmış erkeklerin “helali” olduğuna itiraz etmek gelmedi akıllarına. Karacaoğlan ki, “Beyaz gövden safi gümüş/ yedireyim türlü yemiş/ Memelerin turunç olmuş/ Zülüflerin tel mi yoksa?” diye seslenir, gördüğü, yaşı henüz onbeş olmuş bir kıza. Bir şiiri de, “Küçücüksün güzel, etme bu nazı” diye başlar. Hani benzetme ayıp kaçmasın, küçük kızlara düşkünlüğüyle Karacaoğlan, döneminin Halis Toprak’ı gibi. Evli kadınlara bile takılmışlığı var. Yeni evlenmiş bir gelin için edilecek lakırdı mı şimdi bunlar? “Aynasın almış da başını bağlar/ Günde üç beş kere zülfünü yağlar/ Cihanlar elinden bütün zar ağlar/ Cihanı ataşa yakar bu gelin”.

Şair lafıdır deyip geçilmiş besbelli ki. Yoksa, küçük kız almışsın, itiraz edilmez de, başkasının helaline yan gözle bakmışsın, bitirirler adamı. Vardır bu tür iki yüzlülükler. Toplumun bu iki yüzlülüğü üzerine oturtulmuş “meşru” bir davranıştır aslında Toprak’ınki. Kadın bilinci geliştikçe, kadınların erkeklerin malı olmadıkları anlaşıldıkça Toprak gibilerin bu tür haltları itirazla karşılanabiliyor ne mutlu ki.

Yıllarca emek üretim sürecinden koparılıp evine kapatılan kadın, eviçi sömürünün kurbanı olmaktan, sermayedarın zamanla her tür işgücüne ihtiyaç duyması yüzünden, emek dünyasına sokularak sözümona kurtulabildi. Ama, sadece onun üzerinden geliştirilmiş tek taraflı bir namus anlayışıyla her türlü hareket serbestliğinin kısıtlanmasında bir değişiklik olmadı. Yani kurban olma durumu kesintiye uğramadı. Bilinen şeyler bunlar. Hem emekçi, hem kadın olarak çifte bir sömürünün kurbanı olmadığı söylenebilir mi kadınların?

Çaresizliğin satın alınmasının adı ne zamandır evlilik oluyor? Çaresizliği satın alan adamdır bu “adam”. Çaresizliğini satın aldığı o küçük kıza “salak” da diyor üstelik. “Ben salak mıyım 71 yaşında kadın alayım”dediğinden anlaşılmıyor mu bu? 71 yaşında biriyle evlenmenin salaklık olduğunu kabul ediyor yani. 71 yaşında olan kendisiyle evlenen kızın “salak” olduğunu da kabul etmek demektir bu. Tabii ki o kıza salak demek çok ayıp ama bir an varsayalım ki öyle, Halis ağanın “karşı konulamaz erkekliği” ancak salakları etkiliyor demek ki, bunu öğrenmiş olduk.

Bu Toprak’ın üçüncü evliliğiymiş.

“İlk karını sana allah, ikinci karını insanlar, üçüncüsünü de şeytan gönderir” diye bir Japon atasözü vardır.

Gözünü seveyim o Japon’un ben.