Şer Meydanı

Ne kadar çabalarsak çabalayalım kurtulmamız mümkün olmuyor önyargılarımızdan. Hepimizde az ya da çok var bu. Oluşması/oluşturulması bu kadar uzun zaman isteyen, bilerek ya da bilmeyerek onca emek harcanarak kazanılan bir başka duygumuz daha var mı acaba?

Önyargıyı, bizi hükmü altına almış duygularımızın oluşturduğunu biliyoruz. O kadar hükmü altındayızdır ki o duyguların, mantığımızı yürürlükten kaldırdığını fark etmiyoruz bile. Bunun en açık seçik örneklerini, denetimsizliği de ayrı bir sorun haline gelmiş olan, haber sitelerindeki okuyucu yorumlarında görebilmek mümkün. Çünkü “sıradan insanların faşizmi”nin en ala örnekleri var bu okuyucu yorumlarında. Karar ya da icra mekanizmalarında yer almayan (iyi ki almayan), güç sahibi olmanın tadına, sanal da olsa varma olanağını ancak bu şekilde bulan kimi yorum sahipleri, kendilerinde varolan önyargıları harekete geçirecek en ufak bir fırsatı da kaçırmıyorlar.

Kimilerince Serbest Düşünce Meydanı gibi değerlendirilen bu siteler bu yanıyla benim gözümde sadece olsa olsa bir Şer Meydanı olabilirler, ki öyledir. En rafine ırkçılık, çok çok iyi temellendirilmiş(!) ötekileştirme, en bayağısından kadın düşmanlığı, maçoluk, nihayet ucuz kabadayılık bu “meydan”da bol miktarda var.

En büyük tehlikesi şudur bence “Sıradan insan faşizmi”ni oluşturan bu olumsuzlukları taşıyan biri, bu sitelerdeki yorumlara bakarak, hastalıklı fikirlerinde yalnız olmadığını düşünebilir. Bu şer meydanları bir tür “kabile” arkadaşlığının platforumuna da dönüşebilir. Tek tek olduğunda da kuşkusuz tehlikeli olan bu görüşler topluca karşımıza çıktığında, muhatabımız kendini bilmez tekil bir lümpen değil, “kollektif bir bilinç”tir artık. Bu ciddi ciddi bir örgütlenme demektir elbette. Mücadele etmesi de kolay değildir.

Anlamak için çaba gösterme ihtiyacı duymayan, kendisini “hükmü altına girdiği” duygularının yönlendirmesine bırakmış olan bir serseri sergüzeşt okuduğunu da çok tabiidir ki doğru anlayamaz. Aslında bir hayli trajik olan, ama beni dakikalarca güldüren bir örneği paylaşmak isterim sizinle. Önce “yorumcu”nun, “yorum”una yol açan şu haberi bir okuyun:

Ekonomik havayolu taşımacılığı yapan İrlandalı Ryanair'in Liverpool-Ponzan (Polonya) seferini yapan uçağında seyahat eden 56 yaşındaki bir kadın yolcunun üzerine kazara çay dökülünce uçak Bremen'e iniş yaptı. Ryanair'in salı günü EI-DWO kuyruk tescilli Boeing 737-800 tipi uçağında seyahat eden bir kadın yolcunun üzerine kabin görevlisi ikram sırasında kazara bir fincan sıcak çay döktü. Kaynamış çayın üzerine dökülmesiyle acılar içinde kalan yolcu nedeniyle FR-9628 kuyruk tescilli uçağın kaptan pilotu uçuş rotasında değişikliğe gitti. Yanan yolcu nedeniyle uçağın kaptan pilotu Almanya'nın Bremen şehrindeki havalimanına acil iniş yaparken çay dökülmesi sonucu yanan yolcuya sağlık ekipleri müdahalede bulundu. Uçak yanan yolcuyu bıraktıktan sonra 90 dakika gecikmeli olarak Poznan'a hareket etti.

Çoğu yorumcu dalga geçmiş bu haberle. Zeka kırıntısı taşıyan espriler de yapmış kimileri. Ama biri nedense, haberle nasıl da bağ kurmuşsa, yaptığı “yorum”una, “Bu Yunanlar adam olmaz” diye başlayarak, “milli düşmanımız” olan bu ulus mensupları için bir hayli ağır ifadeler kullanmış. Yunanların, Kurtuluş Savaşı öncesi yaptıklarından, Kıbrıs meselesine, oradan Ege sorununa kadar “bize” neler çektirdiklerine kadar getirmiş meseleyi.

Adamın durup dururken Yunanlara ilişkin bu “yorum”una yol açan ne tür bir şey var diye bir kaç kez okudum haberi. Hiç bir şey bulamadım haliyle. “Yanlışlıkla bu haberin altına konulmuş bu yorum” diyecektim ki, birden fark ettim durumu. Çok sık gülen biriyim ama yine de katıla katıla güldüğüm zamanlar çok sayılmaz. Dakikalarca güldüm. Haberin son cümlesini bir kez daha okuyun lütfen. “Yorumcu”, çok büyük bir ihtimalle, “yanan yolcu” nitelemesini, “Yunan yolcu” diye anlamış. Döktürmesinin nedeni bu.

Gözü o kadar dönmüş ki, haberde Yunanlara kızmasını gerektirecek tek bir şey olmamasına karşın kendinden geçivermiş. Haberde “yanan” değil de sandığı gibi “Yunan yolcu” denmiş olsa bile Yunanlara öfke duymasını gerektirecek bir şey de yokken üstelik.

Yıllar içinde oluşturulan “duygular”ın hükmü altına girmek böyle bir şey işte. Varsayalım ki, yolcu“Yunan”dı, ayağına çay dökülmesinden bu Yunan(!) yolcuyu sorumlu tutmak nasıl bir şeydir peki? Yani yorumcu, “bu Yunanlar böyledir, hem üzerlerine hostes tarafından çay dökülür, hem de Türk düşmandırlar” gibi, tipik bir akıl tutulması türü zırvaları nasıl kaleme alabilir? Çok ilginçtir benim açımdan.

Bu tür haber yorumcuları, bilgi yüklü değerlendirmeler yapanları elbette ayırarak söylüyorum, sosyal anlamda bulamadıkları “gelişmelere müdahele etme ihtiyacı”nı böyle gideriyorlar çok belli ki. Duruma müdahil olma duygusu da denebilir buna. Bunu yaparken de, çoğunluğun onayladığı genel yargılarını kusar kişi işte böyle. Daha kolay çünkü.

İstanbul’dayım. Taksicinin sonuna kadar açtığı radyoda, bir dinleyicinin “abla Mirkelam’ın Ulan, Kulakların Çınlasınşarkısını çalar mısın?” sözlerini duyunca, “iyice sapıttılar bunlar, böyle şarkı sözümü olur” diye düşünmüştüm ki, spiker neşeli bir ses tonuyla, kibarca karşılık verdi dinleyice: “Tamam, Mirkelam’ın O An Kulakların Çınlasın şarkısı senin için geliyor”.

Okuduğunu, duyduğunu doğru anlamak çok zor demek ki çoğumuz için. Yanan’ı, Yunan, O An’ı Ulan diye anlayanların çok olduğu memleketimizde, “ananı” diyenlerin ne kadar çok olduğu şaşırtıcı olmamalı.

Başbakan’ın da, Oktay Ekşi’nin de içinde “ana” geçen cümleler kurmaları sizi şaşırttı mı yoksa?