Sülün Osman

 

Herkes, özelleştirmenin mucidi olarak Özal’ı bilir… Oysa ilk Sülün Osman başlatmıştır.

1950’li yıllarda İstanbul’da, Galata Köprüsünü; Galata Kulesini; şehir hatları vapurlarını; tramvayları; meydan saatlerini satmış ya da kiraya vermiştir. Ancak teslimat sorununu çözemediği için sürdürememiş, unutulup gitmiştir.

Tarih kitapları yazmaz. Belki o yıllardaki polis tutanaklarında adına rastlayabilirsiniz. Bir de 1962 yılında hapisteyken; “alın teriyle yaşamak” konulu bir konferans verdiği söylenir.

Aradan 30 yıla yakın bir zaman geçtikten sonra 1976’da Milliyetçi Cephe (MC) diye adlandırılan AP, MHP ve MSP koalisyonu da böyle bir işe girişmiştir. Ama bu daha çok, durum tespitine yöneliktir. Bütçe Yasasına eklenen bir maddeyle Bakanlar Kurulu’na; “döner sermayeli KİT’leri satmaya, olmayanları da döner sermayeli yaptıktan sonra satmaya yetkilidir” sözleriyle özetlenecek yetki verilmiştir.

Bunun çalıya taş atmak gibi bir şey olduğu daha baştan bellidir. Bütçe yasalarına bu tür kurallar konulması Anayasaya göre yasaktır. Üstelik tek engel Anayasa da değildir. Çoğu KİT, kurulu olduğu sektörde ya tekeldir ya da en büyüğüdür. Sattım demekle olmaz. Yıllar sürecek ön hazırlık yapılması gerekir. Ayrıca Devletin ekonomik ve sosyal politikalarının yaşama geçirilebilmesinde önemli bir araçtır ve bu nedenle toplum nezdindeki itibarı yüksektir.

Nitekim çalıdan çok sayıda kuş havalanmış, işin hiç de kolay olmayacağı ortaya çıkmıştır. Anayasa mahkemesinin iptal etmesiyle yasal dayanağı da kalmamış, MC koalisyonu henüz hazır olmadığını görmüş, işi zamana bırakmıştır.

Sonra gelen iktidarlar da ellerinden geleni yapmışlardır. Şu sloganları çoğumuz anımsar; “devlet kötü yönetir…vergilerimiz bunların zararlarını karşılamaya gidiyor…kaynaklar boşa harcanıyor…bu yüzden kalkınamıyoruz… özel sektör en iyisini yapar… DEVLET KÜÇÜLMELİ ASLİ GÖREVLERİNE DÖNMELİ…”

24 Ocak 1980 bir dönüm noktasıdır. Bakanlar Kurulu, o gün aldığı bir dizi kararla, Ülkenin para edecek bütün değerlerinin satılacağını dosta düşmana ilan etmiştir: ihracata yönelmemiz gerekiyordu.

Uygulamada işlerin sarpa saracağı anlaşılmış, 12 Eylül paşaları devreye sokulmuştur. Paşalar eliyle toplumdaki direnç odaklarının üzerinden tanklarla geçilmiş, uluslararası tekellerin de katkılarıyla satışa elverişli ortam hazırlanmış ve Özal’a el verilmiştir.

Özal, verilen eli ustaca değerlendirmiş ama ne yazık ki sonucunu görmeye ömrü yetmemiştir. Bayrağı ondan sonra gelenler devralmıştır.

1980-90’lı yıllarda Dünya Bankası, IMF, OECD gibi uluslararası tekellerin mali ve düşünce kuruluşları ile bizim TÜSİAD el ele verip, yapısal uyum projeleri ve kredileri aracılığıyla devleti yeniden yapılandırmaya girişmişlerdir.

Kamu bürokrasisi, yurt dışı gezilerle cazibe kazandırılan eğitim programlarıyla dönüşüme hazırlanmıştır.

Bu arada eksik kalan yasal düzenlemeler de ihmal edilmemiştir.

Özelleştirme kavramı Anayasaya 1999 yılında DSP, DYP, ANAP Koalisyonu döneminde girmiş; “kabineye 4’üncü ortak olarak” alınan Dünya Bankası üst düzey çalışanı Kemal Derviş’in önerdiği yasalar çıkarılarak “zemin tahkim edilmiştir.”

AKP iktidar olduğunda her şey hazırdır. Çoğunluk ikna edilmiş; yasal çerçeve önemli ölçüde bitirilmiş; Özelleştirme İdaresi kurulmuş; 8 milyar dolarlık deneme satışı yapılmış; KİT çalışanları cazip görünümlü sözleşme ücretleriyle güvencesizliğe ikna edilerek ya da başka kamu kurumlarına aktarılarak, alıcılara her türlü kolaylık sağlanmıştır.

Sonuçta 1970’lerden bu güne ülkeyi yöneten bütün iktidarların elbirliği ve katkısıyla Cumhuriyetin bütün birikimleri 70 milyar dolara satılmış; 20-25 milyar dolar masrafı çıkarıldıktan sonra kalan para bütçeye yamanmıştır.

Sülün Osman’ı nasıl aramazsınız? O hiç olmazsa yalnızca alıcılara zarar veriyordu.