Seçim meydanlarında bakanların işi ne?

AKP’nin seçim çalışmalarını -yürürlükteki yasalara uyulacak olsa- ortalıkta hiç görünmemesi gereken şahsiyetler yürütüyor.

Meydanlarda, ekranlarda, salon toplantılarında hep onları görüyoruz. Üstelik söylemleriyle ortamı alabildiğince geriyorlar. Onların yüzünden siyaset; “biz ve alçaklar – biz ve teröristler” düzeyine düştü.

Cumhurbaşkanı, Anayasanın 103’ncü maddesindeki, görevini tarafsızlıkla yürüteceğine ilişkin yükümlülüğü de içeren yemini etmeden görevine başlayamıyor. Ama Tayyip Erdoğan, AKP adına oy istiyor ve nasıl oluyorsa bu davranışı tarafsızlığına gölge düşürmüyor.

Neyse… genel başkanı olduğu parti adına oy istemesin mi? deyip şimdilik kaydıyla geçelim.

Peki bakanlara ne oluyor? Hemen her gün meydanlara, ekranlara çıkıyorlar; kimi havuç dağıtıyor, kimi sopa gösteriyor. Onların durumunu nasıl yorumlayacağız?

Anayasanın, 2017 yılında değiştirilmeden önceki 112’nci maddesinde siyasal birer kişilik olarak tanımlanıyorlardı; “Başbakan, Bakanlar Kurulunun başkanı olarak, Bakanlıklar arasında işbirliğini sağlar ve hükümetin genel siyasetinin yürütülmesini gözetir. Bakanlar Kurulu, bu siyasetin yürütülmesinden birlikte sorumludur” deniyordu.

Ve bu nedenle Parlamenter dönemde seçim meydanları, onların hakkıydı.

Ama artık öyle değil. Yeni Anayasayla birlikte bakanlar da siyasetten dışlandı. Öylesine dışlandı ki milletvekili olmaları bile yasak; istifa etmeleri gerekiyor.

Eski alışkanlıklarımızdan bir türlü kurtulamadığımız için olsa gerek; bakanların, seçim meydanlarının baş aktörleri arasında yer almalarını yadırgamak aklımıza bile gelmiyor. Oysa ne siyasi diyebileceğimiz görevleri kaldı ne de siyasi sorumluluk taşıyorlar. Cumhurbaşkanınca atanıyorlar ve 1 sayılı CB Kararnamesinin 503’ncü maddesine göre; “bakanlık kuruluşunun en üst amiri…” olmak sıfatıyla, idari olmaktan öte geçmeyen görevler yürütüyorlar. Cumhurbaşkanı beğenmezse görevlerinden alıp yenisini görevlendiriyor.

Meclisten güvenoyu almak zorunluluğu dönemleri çok gerilerde kaldı.

Bakanların görevleri Maddenin ikinci fıkrasında şu sözlerle açıklanıyor; “kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli kullanımı amacıyla, bakanlık hizmetlerini mevzuata, Cumhurbaşkanının genel siyasetine, Cumhurbaşkanı karar ve talimatlarına, kalkınma planlarına ve yıllık programlara uygun olarak yürütmekle, bakanlığın faaliyet alanına giren konularda diğer bakanlıklarla işbirliği ve koordinasyonu sağlamakla görevli ve Cumhurbaşkanına karşı sorumludur.”

Yukarıda sıralanan görevlerin hiçbiri bakanlara, meydanlarda AKP adına oy devşirmeye çalışmak hak ve yetkisi vermiyor. Üstelik kendilerinden, parti üyesi olsalar bile, partilerinin değil Cumhurbaşkanının genel siyasetine uygun görev yapmaları bekleniyor. Bu nedenle meydanlara çıkmalarının mantıksal tutarlılığı da yok.

Bütün bu gerçeklere karşın AKP seçim kampanyasını, bakan diye adlandırdığı amirler eliyle yürütüyor.

Siyasetin geleneksel kavramlarını tarihe gömdüler. Parti bile kalmadı. Seçim akşamı; “… ilinde oy oranlarının partilere dağılımı şöyle…” cümleleri işitemeyeceğiz.

Cumhur ve Millet adı verilen iki ayrı ittifak kuruldu. Bir de tutanın elini yakan HDP var. Aralarında sanki büyük bir kavga varmış gibi davranıyorlar. Ama uzlaşmaz çelişkileri yok. Hepsi düzenin sürdürülmesinden yana politikalar öneriyor ve bu nedenle de aralarındaki geçişkenlik çok fazla. Akıl almaz garip bir süzgeç işliyor; fil geçiyor karınca takılıyor.

TKP, böyle bir ortamda politika yapmaya çalışıyor.

Seçim akşamı ekranlara, bindelerle değil, yüzde oranlarıyla açıklanacak sayıda oy alabilmişsek eğer emekçilere, yurtseverlere, kamuculara mücadele alanı açabilmiş olmanın keyfini süreceğiz. Hepimiz kazanmış olacak.

Eğer öyle olmazsa? Kimsenin kuşkusu olmasın, yeniden deneyeceğiz: başarana kadar.