Kabilem Şampiyon Oldu

Beşiktaş futbol takımı bu sezonki tatsız seyrine karşın şampiyon oldu. Tüm Beşiktaşlılar olarak sevindik. Çok mu sevindik, hayır ama bayağı sevindik. Sağcısı solcusu, yönetim yandaşı yönetim karşıtı, futbol sektörünün ve kulübün gidişinden rahatsız olanı olmayanı coşkuda birleştik, zaferi kutladık.

Çok açıktır, bu duygusallığımız yüz binlerce yıllık avcı-toplayıcı yaşantımızdan kaynaklanıp genetik kodlarımıza kazınmış kabile ruhunun yansıması. Bizim kabilemiz bu yıl öteki kabilelere baskın çıktı, heyecanımız maddi bir temele dayanıyor. Pek çok konuda ayrı düşünebilir, birbirimizi kendi aramızda sevmeyebiliriz kabile mensupları olarak ama iş başka kabilelere karşı tavra geldi mi, orada akan sular durur.

Beşiktaşlılık ruhu diye bir şey vardı geçmişte. Futbolcuların yarısı alt yapıdan gelirdi. Alt yapıdan yetişmeyenler genç yaşta küçük kulüplerden alınanlardı. Üç büyüklerden biriydi Beşiktaş, ama en çok ezilen takımdı. Şikeden, teşvik primlerinden, tek yönlü ardı kesilmez hakem hatalarından, medya pisliklerinden çok çekerdi. Bunların, saha içinde canını dişine takıp mücadele ederek üstesinden gelmeye bakardı. Gerçi farklılıklarından hiçbiri öyle abartılacak, efsane yapılacak boyutta bir siyah beyazlık yaratmamıştır, ancak her bir güzel niteliğin yıllar içinde eriyip bittiği de bir gerçektir.

Düzen dışına çıkmadıkça belki yapılması gereken de o kaçınılmazlığa akıllıca yön vermekti. Seba bir peygamber değildi elbet. Sonrakilerse "başarı" için daha sofistike kapitalistleşme girişimleri başlattılar. Tüm takımlar tek tipleşti, kötü yönetilen sürüyle şirket kulüp, irili ufaklı bir yığın Fenerbahçe çıktı ortaya. Demirören'den nefret etmiyorum, ama yöneticilik tarzını bu dandik takımın kazandığı şampiyonluğa rağmen sevmiyorum. Yeşil saha için kulübe bağışlanan Fulya arsasına gökdelen dikme projesi sevimsizliğin dik alası. Ama kapitalizm bu: "Başarı" için para lazım, para için ahlak fazladır. Dünyanın en güzel manzaralı stadyumuysa kim bilir ne hale gelecek? Kapitalistlerden doğaseverlik, estetik incelik beklemek ham hayal.

Şampiyonluk vesilesiyle futbola sol yaklaşım ne olmalı sorusunu bir kez daha sorabiliriz. Doğru tavır ne olmalı, hala karar verebilmiş değilim. Sadece bazı maddeleri yineleyebilirim.

Futbol, emekçileri, solcuları bölüyor solcuların sosyalistlerin bir bölümünü kültürel anlamda, fiilen ve tabii ki sonuçta siyaseten gericilerle birleştiriyor. En tehlikeli ideolojik düşmanıma eğer bir Beşiktaşlıysa sempatiyle bakabiliyorum. Bazı anlarda kuvvetlenen, bazı anlarda çok zayıflayan, ama hiç kaybolmayan bir sempatiyle. Çünkü o benim kabilemden! Bu tek başına kötü bir şey değil, "insani bir duygu!" denebilir. Belki öyledir, ama fanatik Fenerli veya Galatasaraylı diye birçok iyi insandan, sosyalistten gıcık kapıyorsam o ne olacak?

Daha tehlikelisi, başka birçok yazımda belirtmiştim, kazanmak için her yol mubahtır anlayışını yaygınlaştırıyor futbol kültürü. Günlük yaşamda, işinde dürüst olduğunu bildiğim pek çok takım taraftarı şampiyonluk için saha dışı güçlerin kullanılabileceğini, herkesin bunu yaptığını ve kulübü de bunu yaparsa karşı çıkmayacağını açıkça belirtiyor. Bazıları ise açık haksızlıklara eğer rakibe karşı yapılmışsa "oh olsun" duygusuyla yaklaşabiliyor.

Futbol ayrıca lümpen kültürünü, saldırganlığı meşrulaştırıyor, yaygınlaştırıyor. Bağdat caddesinde Beşiktaşlı taraftarların arabaları taşlandı, daha önceki yıllarda da Beşiktaş'ta Fenerliler saldırıya uğramıştı. İşte karşılıklı yaşanıyor böyle çirkinlikler, olur öyle şeyler, demek açıktır ki suça ortak olmaktır. Ya bunu değiştirmeliyiz ya da değiştiremiyorsak o pisliğin parçası olduğumuzu kabullenmeliyiz.

Seyirciler arasında sol bir damar bulmak ve oradan gelişmek?? Bu noktada hemen herkesin kabul ettiği en ileri nokta Çarşı grubu. 1 Mayıs'ta bile barikatın içinde, dışında oradaydılar, birçok siyasi gelişmeye doğru tepki koydular. Ama onlar dahi futbolun söz konusu yıl be yıl yozlaşmasına karşı koyamıyorlar, hatta aksine bu sürecin öznesi durumuna geliyorlar. Sonuçta bu ülkede solcu sayısı az, bilinçli solcu daha da az zannedilmesin ki Beşiktaş'ın vefakar seyircisinin çoğu sola yatkındır.

Sol dedikte, solun futbola tavrı nedir gerçekte. Çoğu sosyalist siyaset yaparken kuzu, başka zamanlarda kurt birer takım taraftarıdır. Galatasaray ve Fener seyircisinin çoğunlukla laisizmden yana olması, gösterdikleri bazı olumlu tepkiler? Hiçbiri giderek çivisi çıkan bu toplumda, yozlaştıkça yozlaşan kültür coğrafyamızda batak içinde küçük adacıklar yaratmıyor, yaratması da beklenmemeli.

Kabile kültürü eşitlikçidir. Takımı yenildiğinde bir fabrikatörün de bir kapıcının da uykusu kaçar. Sabah bu ikisi eşit birer birey gibi dertleşebilirler. Ama birkaç dakika. Şu emperyalist kapitalizm çağında genlerimize işlemiş kabile kültürümüz tek başına bu büyük yanılsamayı ortadan kaldıramaz, aksine o yanılsamanın uzamasına neden olur.

Ben giderek futbol kültürünün bütünüyle zararlı, ne köy ne kasaba olur bir kültür olduğu yolundaki klasik sosyalist bakışa yaklaşıyorum. Basmakalıp gelebilir, ama ötesi gerçekten çukur. Ne var ki genlerimizde bir özdeşleşme gereksinimi varsa bunu da iradeyle yok edemeyiz.

Ancak ve ancak herhangi bir kulüp kafamıza uyan tarzda yönetiliyorsa, böyle bir oluşum ortaya çıkmışsa, çıkartabilmişsek, tüm sosyalistler olarak onu desteklemenin kültürel ve siyasi bir yarar getireceğini, aksi halde her türlü taraftarlığın hanemize zarar olarak yazılacağını bilmeliyiz.

Bu işe sigara veya alkole baktığımız gibi bakmalıyız derim ben. Zararlı olduğunu bildiğimiz halde geçici keyif vericilikleri nedeniyle çoğumuz onlardan vazgeçemiyor. Az neşe ve sonuçta çok kahır veriyorlar. Dozu küçük tutabiliyorsak ne ala, bunda zarar da ihmal edilebilir düzeydedir, artısı eksisinden fazla olabilir. Ama dozu kaçırıyorsak negatif sonuç kaçınılmazdır.

O zaman da futbolda olduğu gibi şunlardan birini yeğlemeliyiz: Ya battı balık yan gider deyip kendimizi sıkmamak, kendini sıkmanın ilave geriliminin zararlarına uğramamak ya da ben bu haltı işliyorum, ama kötü bir şey olduğunu da biliyorum diye ikide bir çevremize ve kendimize ilan etmek. Eleştirel bakışı hiç gündemden düşürmemek. Topluca kurtulmak için sanırım ikinci yol bir şans sunuyor, sıkıntısına, sıkıcılığına karşın. Sıkıcı mıkıcı bunda ısrar etmeliyiz. Ama biz birinci yolu yeğliyoruz genelde.