Trump düzen karşıtı mı?

Batı basını Trump’ın “düzen” karşıtı olduğunu yazıp durdu. “Düzen”e farklı yükler bindirdiğimiz çok açık.

Biz düzenden emperyalist sistemi anlıyoruz, bir üretim tarzı olarak kapitalizmin en son aşamasını, en çürümüş, en asalak seviyesini.

Trump ise emperyalist sistemin varabileceği en tepe noktasını, en kirli, en çürümüş aşamasını temsil ediyor.

Örneğin, emperyalizmde hükümetlerin tekellerin bir alt bürosu haline geldiğini söylerdik, şimdi işi hiç şansa bırakmıyorlar, Trump’ın müstakbel hükümetine baktığımızda, burjuva siyasetçilerinin değil, doğrudan tekel sahip ve yöneticilerinin ağırlığında bir kabine oluştuğunu fark ediyoruz.

Ancak medyanın düzenden kastettiği şey, ABD emperyalizminin son 30 yıldır geliştirdiği iç dengeler ve eğilimler. Trump’ın bunlara karşı olduğu söyleniyor.

Bu konuyu kavramak için geçen hafta iyi bir fırsat doğdu:

Tayvan başkanının Trump’ı kutlamak için araması ve Trump’ın bu telefonu kabul etmesi büyük bir gürültüye yol açtı. Neden bu kadar basit bir olayın bu kadar ses getirdiğini anlamak için tarih içinde kısa bir yolculuğa çıkmak gerekiyor.

Sun Yat-sen’in kurucu liderliğini yaptığı milliyetçi siyaset Çan Kay Şek yönetiminde gericileşti ve İkinci Dünya Savaşı esnasında ABD’nin müttefiki haline geldi. Ancak bu pozisyonda tutunamadılar ve Çin Komünist Partisi tarafından yönetilen Çin Halk Ordusu’na 1949’da yenilerek Tayvan adasına çekildiler. Emperyalist sistem uzun yıllar boyunca bir milyar nüfusuyla kıta Çin’inde kurulan Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) yerine Tayvan’daki Çin Cumhuriyeti’ni tanıdı. Komik denilebilecek şekilde BM’de uzun yıllar Çin Halk Cumhuriyeti değil, Tayvan temsil edildi.

Ancak ÇHC’nin Sovyetler Birliği ile arasının bozulması ABD’ye Sovyetler Birliği’ni kuşatmak ve ortadan kaldırmak için yeni olanaklar açacaktı. İki ülkenin masa tenisçileri aracılığıyla başlayan “Pingpong” diplomasisinin altında emperyalist bir strateji yatıyordu. Tayvan BM’den 1971’de çıkartıldı ve ÇHC BM’ye kabul edildi. Bir yıl sonra ise Nixon Çin’i ziyaret ederek köşe bucak gezdi.

ÇHC’nin 1978’de kapitalizme doğru yolculuğunun başlaması ile ABD için olayın rengi iyice değişti. ABD Tayvan’daki elçiliğini kapadı ve 1979’da Pekin’de büyükelçilik açtı. Diplomatik düzeyde Çin’in tek temsilcisi olarak ÇHC’nin kabul edilmesine dayanan ve Trump’a kadar sürdürülen “Tek Çin Siyaseti” böylece başlamış oldu.

Resim: Bugün diplomatik olarak çok az ülke tarafından tanınan Tayvan haritada kırmızı ile gösterilen bir adaya yerleşik.

Bu politikanın Sovyetler Birliği’nin kuşatılmasına ve geriletilmesine büyük bir katkı sağladığı doğru ama bununla sınırlı değil, ABD’nin Çin’e yaptığı yatırımlar ve karşılıklı mali, ticari ilişkilerle Çin kapitalizminin yaratılmasında büyük bir rol oynadı. Bugün emperyalist hegemonya krizinin başlıca rakipleri olan ABD ve Çin’in birbirine göbekten bağlılığı da bu şekilde kurulmaya başlandı.

Tabi ki hegemonya krizi derinleştikçe ABD emperyalizmi Tayvan’ın bağımsızlığını kışkırttı, silah sattı, Çin ile bütünleşme sürecini sabote etti, ama diplomatik seviyede “Tek Çin Politikasına” sadık kaldı.

Şimdi Trump “Niye telefonu kabul ettin” denildiğinde,  “Onlar ticarette ve Güney Çin Denizi’nde bizimle yardımlaşıyorlar mı ki ben “Tek Çin Politikası”na sadık kalayım” deyiverdi.

Trump, daha önce yazmıştık, giderek daralan zaman dilimi içinde, Çin’i ABD ile rekabet edemez hale getirmek isteyen ABD tekellerinin radikal politikasını temsil ediyor.

Trump’ın başkanlığı devraldığında 2017’de çok şey göreceğiz.