NATO’nun neresi öldü?

Macron’a göre beyni!

Geçen hafta Londra’da toplanan NATO zirvesiyle ilgili Kemal Okuyan ve Mustafa Türkeş’in önemli yazıları soL Haber Portalı’nda yayınlandı.

NATO’ya ne olduğunu zirve sonrasında biraz daha deşmekte yarar var.

Tarihten bildiğimiz en önemli şey; NATO’nun emekçi sınıfların eşitlik ve özgürlük mücadelesine karşı kurulduğudur. İkinci Dünya Savaşı sonrası işçi sınıfının çok devletli bir aşamaya gelmesi NATO’nun kuruluşunu tetiklemiştir.

Başından beri habis ve sinsi bir karaktere sahiptir.

NATO sosyalist ülkelerle topyekûn savaşmayı hiçbir zaman göze alamamıştır. Hep onları yıpratmak, içeriye ajan sokmak, karşı-devrimci unsurları beslemek, bir yalan makinesi kurup ideolojik olarak saldırmak, sabotaj yapmak, sürekli bir tehdit altında tutmak ve kuşatmak üzere bir örgütlenmeye gitmiştir.

Ama NATO aynı zamanda bir iç savaş örgütü olarak tasarlanmıştır. Üye ülkelerde karşı-devrimci bir yeraltı örgütü kurarak emekçi sınıfların iktidar mücadelesine müdahale etmiştir.

NATO’nun teröre karşı örgütlendiği tam anlamıyla bir zırvadır. Çünkü NATO’nun kendisi bir terör örgütüdür.

İtalya’da Bologna İstasyonu katliamı, Türkiye’de 12 Eylül’e giden yolda öldürülen aydınlar, Alevilere dönük katliamlar, sabotaj ve kundaklamalar NATO’nun elinden çıkmadır.

Sovyetler Birliği bir karşı-devrimle çözülünce NATO yeni bir işlev kazanmıştır. Reel sosyalist ülkelerin zenginliklerinin yağmalanması, kaynaklarına el konması, ucuz emek gücünden yararlanılması...

Artık bu korkak ve sefil örgüt savaşabilir de. Belgrad NATO tarafından acımasızca bombalanmıştır. Son olarak Libya’ya düzenlenen yağma seferini NATO üstlenmiştir.

Buraya kadar emperyalist devlet ve tekellerin örgütü olan NATO’nun beyni yerindedir. ABD’nin patronu olduğu bu örgütte hiyerarşiye göre yağma paylaşılmaktadır.

Beyin NATO’nun yayılmacılığının doğuda iki güçlü kapitalist ülkenin varlığına ve özellikle Çin’in yayılmacılığına çarpmasıyla dağıldı.

NATO’nun beynini karıştıran şey emperyalist hiyerarşideki karmaşa olarak gözüküyor. NATO’nun altındaki her devlet bu karmaşada en az zararlı olacağı ama kendine ait bir hegemonya alanı inşa etmeye çalışıyor.

İtalya ve Fransa Afrika’nın, özellikle Libya’nın yeniden paylaşılmasında gerilim yaşıyorlar.

Çin’in başlıca yayılma araçları olan Yeni İpek Yolu ve mali sermayesine 5-G teknolojisini eklemek gerekiyor. ABD bütün Avrupa ülkelerinden Huawei’ye yaptırım uygulamasını istiyor. Ama bu birlik sağlanamıyor. Birçok NATO ülkesi bu yaptırımlara katılmıyor.

Almanya ABD’nin başlıca stratejisi olan İran’ı ablukaya alma ve gerekirse askeri yöntemlerle diz çöktürme politikasını desteklemiyor. Almanya İran ile piyasa üzerinden kendi hegemonyasını oluşturmayı tercih ediyor.

Yunanistan ve Türkiye iki NATO ülkesi olarak deniz sınırlarında ciddi bir gerilimin içindeler. Türkiye’nin Libya’daki iki hükümetten biriyle yaptığı deniz hukukuna ilişkin anlaşma denizlerde ulusal sınırları yeniden çiziyor. Bu gerilim, hele sermayenin içerde sıkıştığı ve bir dış politika aracına ihtiyaç duyduğu bir dönemde, savaşa bile dönüşebilir.

Bu liste daha çok uzatılabilir, sonuçta NATO beyninin sorunu, içeride çok sayıda mide ve bağırsağın belirmesi ve bunların yönetilme güçlüğüdür.

Bunun ötesinde hâlâ pazar bütünlüklerini ve yayıldıkları alanları koruyabilmek için NATO’ya gereksinimleri var. Merkel’in NATO’yu korumak için sarf ettiği çabanın altında bu yağmacı kazanımlar olduğunu söylemeliyiz.

Ama hepsinin aklında ABD’nin Çin’i izole etme ve diz çöktürme savaşında almaları gerekecek pozisyon var. Açıkça söylenmese de bu konunun büyük bir kaygı kaynağı hâline geldiği görülüyor.

Ve ilk kez bu NATO zirvesinde Çin ele alındı ve silah anlaşmalarına dâhil edilmesi öngörüldü.

Bu laf bütün diplomatik masumluğuna karşı bir saldırının başlangıç ifadesidir.

NATO başından sonuna bir kötülük örgütüdür.