Erdoğan mı Macron mu daha NATO’cu?

Mahalle fena karıştı. Emperyalist dünyayı İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra az çok uyum içinde tutan düşman Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra işlerin bu noktaya geleceği belliydi. Rekabet kızıştıkça kızıştı ve ABD’nin hegemonyası zayıflayıp Rusya ve Çin’in ağırlığı daha fazla hissedildikçe her kafadan bir ses çıkmaya başladı.

Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un “Rusya bizim düşmanımız değil” açıklamasını önemsemek gerekiyor. Aslında Macron, NATO’nun anti komünist karakterine, sosyalizmi yıkmak için kurulduğuna işaret ediyor. Dolayısıyla sosyalizmin yıkılmasıyla ortaya çıkan Rusya Federasyonu, sırf Sovyetler Birliği’nin mirasının önemli kısmına kondu diye NATO tarafından düşman olarak nitelenemez. Söylemek istediği bu.

Macron’a göre NATO ittifakı teröre karşı mücadeleye odaklanmalı ve müttefikler arasında daha gelişkin bir işbirliğinin temelleri atılmalı. Bunu söylerken Macron’un, ABD’nin ekonomik yaptırım ve düzenlemelerle müttefiklik ruhuna aykırı davranışlar içine girdiğini ima ettiği ortada.

Ancak gariplikler burada başlıyor. Rusya’nın tehdit olmadığını söyleyen Fransa Cumhurbaşkanı, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 almasının kabul edilemeyeceğini de ısrarla belirtiyor.

Son dönemde NATO’dan uzaklaşıp Rusya’ya yanaştığı iddia edilen Türkiye ise Macron’u bozgunculukla suçluyor. Öyle ki Erdoğan, Çavuşoğlu ve onlarla birlikte medya, “NATO’yu Macron’a yedirtmeyiz” demeye getiriyor. Zirve toplandığında devletin kurumu Anadolu Ajansı’nda bir NATO analizi çıkıyor. Başlık, “Macron isteyince NATO ölür mü?”. Mehmet A. Kancı imzası taşıyan makale çok temel bir tutarsızlıkla malul. 

Yazının bazı bölümlerinde batının Rusya fobisi ile resmen dalga geçiliyor. Şu satırları dikkatle okuyun:

Bir tarafta Türkiye'nin güncel ve somut olarak karşı karşıya olduğu terör tehdidi, diğer tarafta ise Rusya'nın Orta Avrupa ovalarını aşarak gerçekleştireceği hayal edilen, fakat neredeyse 75 yıldır gerçekleşmeyen Avrupa'yı istila hareketi. Bunlardan hangisinin daha acil öncelik taşıdığını tartışmak için herhalde ne diplomat ne de askeri uzman olmak gerekiyor. S-400 hava savunma sistemlerinin alımında olduğu gibi, yıllardır hedef olduğu terör saldırıları karşısında ısrarla sürdürülen kasıtlı bir ihmalin diplomatik alanda yanıtını verdiğinde Türkiye suçlu çıkartılmaya çalışılıyor. Bu suçlama kampanyasının başını çekense Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron.”

Neymiş, Rusya’nın Avrupa’yı istilası, bir hayalmiş!

Dolayısıyla Türk hükümetinin dış politikasını savunmak için yazılan makalede, Rus değil terör tehdidi var deniyor. 

Halbuki bunu tam da Macron söylüyordu!

Ancak yazının ilerleyen bölümlerinde az önce hayal diye dalga geçilen “Rus tehdidi” bir anda gerçeğe dönüşüveriyor:

Eğer başta ABD olmak üzere NATO'nun temel bileşenleri ve 29 üye ülkenin ezici çoğunluğu Rusya tehdidi konusunda samimilerse, öncelikle müttefikleri Türkiye'nin kaygılarını ön plana almak zorunda kalacaklar.

Suç yazarın değil. Şu anda Türk dış politikasının merkezinde Rusya ile dostluğu mümkün olduğunca yüksek bir fiyattan satmak yer alıyor. Bu nedenle bir yandan “Rus tehdidi yok” imasında bulunmakta bir yandan da, NATO Rusya karşısında birliğini koruyacaksa Türkiye’ye daha yüksek fiyat biçmeli demekte.

Böylece düne kadar “ABD’ye kafa tuttuğu” için kimilerinin göklere çıkardığı Erdoğan, NATO zirvesinde “Rusya tehdit değil” diyen Macron’a “NATO sana mı kaldı” diye had bildirmekte ve bunu yaparken Trump’la işbirliğine yönelmektedir.

Evet, mahalle çok karıştı.

NATO komünizmle mücadele için kurulmuştu. Komünizm geçici olarak devletler platformundan çekilince, NATO bütün üye ülkelerin onayladığı bir stratejiyle doğuya doğru genişlemeye başladı. Bu genişleme Rusya sınırlarına geldi dayandı. O noktadan itibaren NATO içindeki ülkeler arasındaki rekabet ve çelişkiler daha fazla su üstüne çıkar oldu. ABD örgütü kendi çıkarları için kullanmaya çalıştıkça buna direnç geliştirildi. Bazen Almanya bazen Fransa ABD’nin NATO’yu istediği gibi yönetmesinin önüne geçmeye kalktılar. 

Şimdi yaşanan budur. AKP hükümeti, kendisinden NATO’ya sırtını dönmesini bekleyenlere inat, NATO içindeki mücadeleye balıklama dalmış ve Fransa’yı etkisizleştirerek pozisyon almaya yeltenmiştir. Erdoğan’ın Londra’daki zirvedeki duruşu “ev sahibi biziz” duruşudur.

Sonuçta şimdilik NATO’yu bir arada tutabilme yeteneğine sahipler. 

Şimdilik. Ancak bilinmeli ki, beyin ölümü filan değil, emperyalizm bir dünya sistemi olarak ölüyor, çürüyor. İnsanlık ya çoktan ömrünü tüketen bu berbat toplumsal sisteme öldürücü darbeyi indirecek ya da emperyalizm kendisiyle birlikte insanlığı da yok edecek.

Zirvede ikili, üçlü, dörtlü her tür görüşme yapıldı. Hangi kombinasyona bakarsanız bakın, bir şey değişmez. Tek tek hepsini inceleyin. NATO zirvesindeki liderlerden insanlık için bir şey çıkacağını düşünüyor musunuz? Ya da onların egemen olduğu bir dünyada kendinizi güvende hissediyor musunuz?

Biri birine laf sokmuş, öbürü bacaklarını yayarak oturmuş, bir öteki diğeri için “boş konuştu” demiş; bunları boş verin. İnsanlığın geleceğinde onlara ve benzerlerine yer yok. Ya da… Onlar varsa, insanlığın bir geleceği yok!