Neyse ki, Türkiye Çöküyor!

"Mustafa'm, korkuyorum. Padişah'a karşı mı geleceksin?" Sadece, bir annenin, oğluyla ilgili kaygısı değildi bu. Tam olarak bilince çıkarılamamış da olsa, bir siyasal analiz de içeriyordu. O günün koşullarında, emperyalizmin fiili işgali karşısında mücadeleye girişmek, "ülkeden düşmanları kovmak" retoriğiyle tanımlanıyor, tarihe böyle not düşülüyordu ama, bunun gerçekleşmesi ve kalıcılığı, emperyalizme diz çökmüş, artık köhnemiş bir sistemin yıkılması, yerini bir yeni düzenin almasıyla mümkündü. Zübeyde Hanım'ın sorusu, bu gerçeği kavramışlığın ifadesiydi.

Emperyalizme karşı koymak, "Padişah'a karşı gelmek" demekti aynı zamanda. Cumhuriyet, bunun vücuda gelişiydi.

Tarih, sürekli bitişlerle başlangıçların buluştuğu çevrimler değil, helezonik ilerlemeler seyri izler...

Emperyalizmi, padişahlığı, hanedanı, halifeyi silkeleyip atan, bu toprakların yaşadığı en köklü devrimlerin ifadesi olan cumhuriyet, bildik deyimle, "devrimci barutunu yitirmiş" burjuva niteliğinin doğası gereği, temelindeki tarihsel açıdan ileri olan tüm unsurlarına yabancılaşmaya, bağımsızlıkçı ve halkçı niteliğini yitirmeye yazgılıydı. Öyle de oldu. Ama bu gerçeğin durup dinlenmeden ifade edilmesiyle, "devrimcilik vazifesi"ni yerine getirdikleri yanılsamasını yaşayanlar, daha önemli bir gerçeklikten kopuyorlar. Bunun ne olduğuna geçmeden önce, bir konuda netleşelim: Ancak zihin jimnastiği olarak varsayılabilecek bir süreç yaşansa ve kazanımlarını korusa da, emekçi cumhuriyetini hedefleyen sosyalistler açısından, tarihe gömülmesi gereken bir sistem olma niteliği değişmeyecekti.

Can Yücel'in, "ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi" dizesi, siyasal alana tahvil edilip, bir dönemin "sosyal bilinçlenme" beklentili "ülke ne kadar kötüye giderse o kadar iyi" zırvasına malzeme olabilir bazen...

Nerede karışıyor kafalar? Zaten "devrimci niteliğini" kaybetmiş kaybetmese bile, sınıfsal, siyasal, ideolojik açılardan sosyalizm projesinin aşmayı hedeflediği bir cumhuriyet, belli noktalarda sahiplenilip savunulduğunda. Birileri çıkıp, "on yaşında bir kız çocuğunun saflığıyla" soruyor: E, bırakın yıkılsın işte, bunun neresi kötü? Bunu, "alimler aliminin derinliğiyle" tamamlayanlar da var: Keşke hiç kurulmasaydı!

Bir yol kat etme zahmetidir sosyal devrim, ışınlanma fantezisi değil...

Nerede netleşmeli kafalar? "Zayıf halka" tezi, kimi şabalakların sandığı gibi, bir ülkenin iyice zayıflamasıyla, gerilemesiyle devrime yaklaşılacağını anlatmaz. Zayıf halka, emperyalist-kapitalist zincire ait bir tanımdır, onun kırılmasını ifade eder. Bir ülkede devrim dinamiklerinin güçlenmesidir, emperyalizmin kontrolünün zayıflamasıdır kastedilen. Devrim dinamikleri, halkın tarihsel kazanımlarını, sıçrayışta kullanılacak mevzileri, bağımsızlık konumunu temsil eder.

Eskişehir'deki bir tren, İstanbul'daki bir trenden daha yakındır Ankara'ya. "Ankara'da olmadıktan sonra, ne önemi var" diyen yolcunun, "aşamacılığa karşılık" teranesi inandırıcı değildir, onun gidesi yoktur...

Defalarca yazdık, cumhuriyet dönüşümlerinin sosyal yaşamda yol açtığı değişimleri, kurucu felsefesinin sosyalistlerce kullanılabilir yönlerini, sağladığı mevzileri. "Aşılacak bir çıta ve elimizdeki sırık" tanımlarıyla, "neticede" bir burjuva devrimi olduğu, kendine has nitelikler taşısa da, "son tahlilde" zamanını doldurmuş bir kapitalist yapılanmadan ibaretliği vurgusunu da, bazı dar kafalılara hitaben yapmayı ihmal etmeden. Burada tekrarlamayacağız.

"Haydi Abbas, vakit tamam, akşam diyordun, işte oldu akşam..." diyordu Cahit Sıtkı. Birkaç haydi ekleyelim buna.

Belki biz yanılıyoruz, ülkenin felakete gittiğini söylerken, durdurma çağrısı yaparken, gericiliğin eline geçen mevzileri savunurken. Belki, "devrimcilik" deyince akıllarına sadece "resmi ideoloji"yle, cumhuriyetle, Jakoben gelenekle hesaplaşmak gelenler haklıdır. Belki, "zayıf halka" yorumları doğrudur. O zaman: İşte, tarihin gördüğü en işbirlikçi iktidar, "eskimiş, milliyetçi" kavramı, bağımsızlığı yerle yeksan etti. İşte, "mütehakkim" cumhuriyet, buharlaştı. İşte, sosyal devletmiş, laiklikmiş, kamuculukmuş, silinip atıldı. İşte size yeniden Osmanlı, işte size bir padişah. Buyurun, sizin "sivil toplum dinamiği" dediğiniz ne varsa, dincilikten AB'ciliğe, hükmeder oldu. "Ordu, ordu" derdiniz, ellerini açıp duvara dayanmışlar işte. Çeteler, Ergenekon'la arındı, pir-ü pak oldu memleket. TRT de şeş attı. Tamam, biz de çekilelim önünüzden. Daha neyi bekliyorsunuz, ey "devrimci" kardeşler? Haydi, vakit tamam. Haydi, "devrimci dönüşüm" için engel kalmadı. Haydi, şartlar olgunlaştı. Haydi, bu halka, yeterince inceldi. Bu manzarayı kabullenecek, onaylayacak, yerinizde sayacak değilsiniz elbet, siz bütün bu süreci "devrimci" perspektifle desteklediniz, başarı sağladınız. Gerisi, bir fiskenizi bekliyor.

"Aslı yok yaylasında 1500 koyunum var benim"... Bakalım, ya haklılar, ya "keskin" palavracı...

* * *

Peki Yusuf, öyle olsun... Sen de git. "Ölürsem iradi ölürem / Harlanmış bir kılıca alnımla dokunur gibi" ha... Git. Emanettedir şapkan, dağılmaz tespihin.