Diktatörün son kozu

Bugün Berkin Elvan’ı yazmayı, anmayı çok isterdim. Üzerinden biraz zaman geçmesini, soğumasını, akıl duygu dengesinin sağlanmasını beklemiştim.

Ama milyonların uğurladığı bir çocuğun toprağına bırakılan misketlerden bile korkan ve aşağılıkça saldıran diktatör, canımızın yanmasını dile getirmemizin de önünde engel.

Evet, diktatör, çocukların misketlerinden, sapanlarından, çemberlerinden, uçurtmalarından bile çok korkuyor, hepsini kendisine yönelmiş savaş aracı olarak görüyor.

Haklıdır.

Çocuk masumiyeti de, oyuncakları da, ona karşı savaş aracıdır.

Çocukların güle bağrışa, gönüllerince sokaklarda oynamasına, bu kocamış, köhnemiş sistemin tahammülü yoktur. Onların çocuklarla ilgili planı bambaşkadır.

Bu, ayrı bir yazının konusu olsun. Berkin nasılsa asla unutulmayacak.

Misketlerden, sapanlardan bile korkuyor. Devrilmekten çok korkuyor.

Hep söylediğimiz gibi, AKP ve Erdoğan, bir parti ve hükümet değil çünkü. Öyle olsalar, varlıklarını sürdürmeleri, muhalefete geçmeleri söz konusu olabilirdi. Ama onlar bir rejim oturtmak üzere dizayn edildiler ve hükmedemedikleri anda yok olacaklar.

Bu yok olma, siyaset sahnesinden silinme anlamıyla da sınırlı değil. Halka karşı, ülkeye karşı, yüz kızartıcı olanlara devede kulak diyeceğimiz boyutlarda öyle suçlar işlediler ki, sonları yargılanmaktır, zindandır, en hafifinden ilticadır.

Haliyle iktidarda kalmak, bütün bir hükümet kadrosu ve çeperinde konumlanıp her düzeyde nemalananlar için varlık yokluk mücadelesi anlamına geliyor.

İşte o delirdiğini düşündürten, insanlıktan çıkma boyutunda öfke uyandıran her türlü yönteme başvurması bundan. Yolun sonuna geldiğinin farkında olduğundan.

Bunları zaten biliyorsunuz.

Elindeki son koz, tümüyle provokasyona oynamak. Biricik umudu, sokakları ıssızlaştırmak. Gittikçe büyüyen öfkeyi, kendisini devirecek bir halk hareketinden çatışmalar düzeyine çekmek.

Yanılmayalım: Sokaklara saldığı, mahallelere yaydığı palalılar, sopalılar, bıçaklılar, sivil terörle halkı sindirmeyi amaçlamıyor yalnızca. Gözü dönmüş polisiyle yapamadığını, maaşlı ya da meczup saldırganlarla hiç yapamayacağını bilmiyor olamaz.

Yanılmayalım: Bunu sadece kendi kemik kitlesini korumak, konsolide etmekle sınırlı bir amaçla da yapmıyor.

Yanılmayalım: Delirmedi, kendisine yönelik ve yumuşatamayacağı, bastıramayacağı öfkeyi, sinsi ve alçak bir planla büyütüyor.

Bütün bu yaptıklarının misillemelere yol açmasını umuyor. Haziran sürecinin sonunda, Berkin’in cenazesinin bitiminde, böylesine büyük kitle hareketinde kaçınılmaz olan geçici tedirginliğin büyümesini istiyor. Bir çocuğun ölümünün bütün ülkede yankılanmasından çok, Haziran’da alana çıkan “pazara giden teyze”nin, milyonların kaldırdığı cenazede olmayışıyla ilgileniyor.

Polisin üzerine aile gezmesine gider gibi korku duvarını aşarak yürüyen halkı, sadece “çatışan gruplar” ya da “sokakta karşılıklı sivil şiddet” faktörüyle geri çekebileceğini biliyor.

Dolayısıyla, halk güçlerinin, öncünün, son derece dikkatli ve titiz davranması gereken bir süreçteyiz. Bu, olağanüstü bir gelişme yaşanmazsa, yerel seçimden çıkacak herhangi bir sonuçla da bitmeyecek bir süreç.

Meşruiyet, diktatörün bütün planlarını bozacak ve onun arkasından teneke çaldıracak biricik hattır. Giderek genişleyen bir halk katılımının en önemli enstrümanı budur. Saldırgan olmayan bir hareketin diktatöre karşı korkusuzca meydan okumasıdır onu çılgına çeviren, elini boş bırakan.

Türkiye, evet teorik olarak “iç savaş kışkırtması”nın zeminine sahip bir mozaiktir. Ama, yine o mozaik, bunun karar vererek, provoke ederek başlatılmasına izin vermeyen bir birikimi de içerir. Sivas, Maraş, Çorum üzerinden, kitle kıyımlarına varan kalkışmaları ya da dünyadan çeşitli örneklemeleri kullanarak “iç savaş” analizlerine vardırmak ve bunun sahneye konulduğunu telaffuz etmek, sadece bir analiz ve siyaset hatasıyla sınırlı kalmayacak, diktatörün varlığına inandırmaya çalıştığı bir umacıyı dolaşıma sokmak anlamına gelecektir. Provokasyonun parçasına dönüşme riskidir bu.

Aynı şekilde, halkın üzerine sivil ya da resmî terörün yöneltilmesine karşı, elbet her araçla kendini savunmak meşrudur, meydan bırakmamak meşrudur. “Şiddete uğrayan”ın hakkıdır.

Ama bunu karşılıklı güç gösterisine dönüştürmeye, “nasıl püskürtüldükleri”ni cesaret vermenin ötesine geçer boyutta afişe etmeye ihtiyacımız yok. “En militan bayraktar” figürü yarıştırmanın anlamı yok.

Ulaştığımız ve olan bitenin farkındaki ya da sosyal ağlar üzerindeki kitlenin çok daha büyüğü açısından, her hal ve tavrımızın bizdekine benzer algıya yol açacağı hatasına düşmemek zorundayız.

Kendisi, maiyeti, polisi, kılı, elbet cinleri tepeye çıkartacak seviyesizlikte ve saldırganlıkta. Karşılarında çılgına dönmek, insanca. Öfkeye kapılmak, insanca. Sözün yetmediği hissi, insanca. Hepsi kabul.

Ama işte örgüt, örgütlü akıl, bu insanca tepkileri bir halk hareketinin dışavurumunda kullanabilir ve yayabilirse, daralmazsa, oyunu bozacaktır.

Sakin, kararlı, mevzisini koruyan, akıllı, meşru bir mücadele. Ve kendisini bir diktatörün gönderilmesiyle sınırlamayan, halkı seferber edecek ve yönlendirip koruyacak dirayetteki, sistemin alternatifini oluşturan güç etrafında örgütlenmek.

Diktatöre sadece üflemek yetecektir bu aşamada, bir daha kalkamamacasına yerle bir etmek için... O zaten bitmiştir...