Direniş çeliğine su vermek

Direnişin ilk haftasında, “Haziran Direnişi” sözcüklerini yazı başlığı yaptığımda (soL, 6.6.2013) öne çıkan düşüncelerim şöyleydi:
(i) Simgesel tanımlama olacaktı, direnişi Gezi Parkı’ndan ve dar hedeflerden kurtaracaktı (ii) Daha ilk günlerinde tüm Türkiye’ye yayılarak tarihe geçeceğinin emaresini veren direniş eylemini ve başta baskıcı hükümetin istifası olmak üzere tüm gerekçelerini çok yönlü anımsatacaktı (iii) Başlangıç olacaktı, sonraki dönemlerde farklı şekillerde devam etse de Haziran gücü ve etkisi hissedilecekti (iv) Böylesine güçlü ve anlamlı bir direniş eyleminin, “sürekli direniş” hareketi ile devamı yerine, piyasacı/gerici AKP iktidarından ve temsil ettiği sömürü düzeninden kurtulmanın yollarını aramak ve yeni eylemlere geçmek kaçınılmazdı…

Direnişi, bireysel ya da dağınık itaatsizlik eylemlerinden ayıran temel özelliklerin başında kitleselliği ve sonuca ulaşma etkisi gelir. İtaatsizlik eylemleri dar alanda ve konuda ses duyurmaya çalışırken, direniş, suya atılan taşın yarattığı gibi, halkalarını genişletir. Bununla da yetinmez, farklı somut eylemlerle beslenerek, “direnme hakkı”nı haklar mücadelelerinin meşru öncüsü yapar. Tarih, yalnızca direnişlerle değil, amaca ulaştıran eylemlerle ve somut kazanımlarla yazılır.

Haziran Direnişi’nden bu yana, direnişin hedefindeki AKP’nin, çözülme süreci ve meşruiyet kaybı yanında kendisini dik tutma çabaları öne çıktı. Aslında çözülmenin ve teslimiyetin AKP dışında daha geniş kesime yayıldığına, MHP desteğinin yanına, BDP ve CHP desteğinin eklendiğine tanık olundu. Ve direnişin desteğini yanına alması gereken CHP yönetimi, AKP’nin düşünü gerçeğe çevirirken, kendi meşruiyetinin kaybına göz yumdu.

CHP tabanı ve örgütleri içindeki sol bileşim dışarıda tutulduğunda, yönetim yönünden bu savın fazla ağır olduğu söylenemez. Cumhuriyet’in kuruluş partisi olarak, tarihi, programı ve ilkeleri göz önünde bulundurulduğunda, bugüne kadar piyasacılık, ABD ve NATO’ya bağlılık gibi konularda bir sermaye partisinden farkı yakalanamayan CHP yönetimi, anayasal yönden “demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerinin ihlali” konusunda da AKP ile eküri olma yoluna girdi. Bu ilkeleri, yerine göre, esnetip esnetmediklerini bilemeyiz. Ama kendilerine, tarihlerindeki davacı oldukları birçok kararın yanında, 2008 yılında, Anayasa’nın 10. ve 42. maddelerinde yapılan, “laik hukuk devleti” ilkesini dolaylı biçimde değiştiren ve işlevsizleştiren değişiklikleri Anayasa Mahkemesi’ne götürdüklerini ve Mahkeme’nin aynı yönde iptal kararı verdiğini de anımsatmadan edemeyiz.

Konu, siyasal/dinsel simgeden ötedir ve değiştirilmeyen Anayasa karşısında, CHP de AKP gibi, “demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerini” ihlal kervanına katılmıştır. Tarih, “AKP simgeyi CHP kavga çıkarsın diye Meclis’e soktu, CHP kavga etmedi, böylece AKP’yi bozguna uğrattı” diye yazmaz. Ancak, teslimiyeti yazar. Özet şudur: AKP, kendi meşruiyetini yok etmek için ne kadar yanlış yapıyorsa, CHP yönetimi de o derecede AKP’yi yaşatma çabasına girmektedir.

Sermaye, hem de kapitalizmin krizine rağmen memnun, dinsel siyaset memnun, AKP fazlasıyla memnun anamuhalefet partisi tarih yazdığından ve bozgundan söz ediyor. Haziran Direnişi’ni okuyamayanlara, direnişten siyasal destek alamayanlara denecek bir şey yok. “Gölge etmesinler” demenin de anlamı yok. Direnişi yapan halk, kimin ne olduğunu, kimin “sol” olduğunu, kimin “sol” sözcüğünün arkasına sığınarak sermaye ve gerici düzenle koşut yürüdüğünü biliyor.

Asıl yapılması gereken, sözcük çatışmalarını, umutsuzlukları bırakmak ve direnen halkın yanında olmak direniş hedefine yönelik somut adımları atmak direniş ile başlayanı, toplumsal ilişkilere ve yaşam tarzına taşımak… “Bir burada, bir orada”, olmuyor.

Direnen halkı dışlayanlar, AKP’nin hedefine yürüyüşünü kesemeyenler tarih yazamaz. Sarıgül formülüyle İstanbul’da AKP’den kurtulmak yerine, direnen halkın ve emekçilerin yanında, baskıcı/gerici AKP’den kurtulma savaşımına katılanlar tarih yazar. Sınıf mücadelesi içinde, sol ilkeleri ödünsüz savunarak, direnişin çeliğine su vererek sömürü kalesini kuşatanlar tarih yazar.

Şimdi, sözün ve teslimiyetin değil, emekçiler ve halk için tüm çabaları birleştirmenin, sol ilkeleri sağlamlaştırmanın zamanı… Temel ilkeleri, partilerin, sendikaların, meslek kuruluşlarının, derneklerin ve düşüncelerin dağınıklığından ve savrukluğundan kurtararak toplumsal hareketi, eşitleştirilmiş ve özgürleştirilmiş toplum için aynı cephede buluşturmanın zamanı…