AKP’nin gönderilememe rehaveti (!)

“AKP’yi gönderiyormuş gibi yapmak” da diyebileceğimiz çok kenarlı tartışmanın hukuk ucundan perdeyi kaldırdığımızda da, diğer alanlarda olduğu gibi, söz kalabalığı içinde boğulup kalınıyor.

Düzen içi kurallar ve kurumlar yönünden, önceki olağan yasama ve hükümet dönemi ile seçim ve sonrasına bakabiliriz.

Olağan dönemlerde, siyasal yönetimin ana denetim görevi yasamanındır; yasama adımını atıp gereğini yapmadan yargı bir şey yapamaz. Burada, muhalefet patilerinin kendilerine yönelik eleştirilere verdikleri yanıtlara bakılırsa, Anayasa’nın ve Meclis İçtüzüğü’nün gerektirdiği her şey yapılmış, her yol denenmiştir. Yani başarılı yasama dönemi geçirilmiştir.

Muhalefet partileri, eleştirilere gücenirler; sayı saymayı bilenler bu eleştirileri yapmamalıdır, çünkü çoğunluk her zaman kazanır.

Adalet mekanizmasının, Adalet Bakanlığı’nın genel müdürlüğü haline getirilmesinde de, muhalefet aynı gerekçeyle masumdur. Böylece, yasamayla birlikte yargı denetimi de başlamadan bitirilir; AKP gönderilemez.

Özetle, hukuk denetim yollarını yazsa, eylem buna uygun olarak başlatılsa bile,  bırakın göndermeyi, AKP’nin istediği baskı hukukunu oluşturmasının, şiddeti hukuk metinlerine yazmasının engellenmesinde ve yargıyı denetim aracı olmaktan çıkarmasında da sonuç alınamaz. Kötü filmler çekilmeye ve izlenmeye devam edilir.

Seçim dönemine gelinir; AKP, ne kadar kötülese ve çok yönlü dibe vursa, suçları kabarsa da birinci parti olmayı sürdürür. Muhalefet de, toplamda AKP’yi geçmenin mutluluğuyla düzenin kurum ve kuralları kazanına hemen ve yeniden bulanır. Ne yapsınlar ki, halkın sadakati bu kadardır ve üç partiye bölünmüştür. Seçim öncesinde AKP için söylenen sözler ve savlar da buhar olup gider.

Halkın sorunlarına ucundan, kıyısından değinmeleri işe yaramamış; bozmak istemedikleri düzenin gelişmiş ve uygar burjuva devletlerinde uygulanan standardını yakalama konusunda dahi ikna edici olamamışlardır.

Baraj partileri, maddi gerçeğin üzerindeki örtüyü kaldırmadan, rötuşlarla idare etmeyi seçince, yenilenen Meclis de bu kadar rötuşlanmıştır. Sınıfsal karşıtlık üzerinden bakılmayınca egemen sınıf kazanmaya devam etmiştir.

Egemen sınıfın ve düzenin kılına dokunmama konusunda gösterdikleri hassasiyeti, ezilen ve sömürülen insanlar için göstermeyenlerden, en sadık ve has partiyi göndermelerini beklemek fazla hayalciliktir. Sermayenin çıkarı ile toplumsal çıkar arasında, sermayenin çıkarından zerre kadar ödün vermeden toplumsal çıkarı savunmaya soyunmak ya da halklar arası eşitsizliğe sarılmak fazla hayalciliktir.

Bu, maddi gerçeğe bir adım bile yaklaşamayan hayalcilik, halkı seçim aracılığıyla kandırmanın da yönlendiricisi olmuştur.

Ve hukuk, hoşgörülü yaklaşımla bu kandırmada başoyuncu yapılmıştır. Hukuka, genel anlamıyla gösterilen hoşgörü, çıkar ve baskının kurallarla yerleştirilip korunmasının da örtüsü yapılmıştır. Diğer deyişle rıza, hukukla zorunlu hale getirilmiştir. Daha kötüsü aynı hukuk, AKP’nin saymakla bitmeyecek suçlarının hesabını vermesi için değil, hesap vermekten kaçması için kullanılmıştır.

Kötü hukuk, “hukuk” adı altına öylesine yerleşmiştir ki, sökülüp atılması olanaksızlaşmıştır. Başta, muhalefet partileri elindeki belediyeler olmak üzere, demokratlık yarışına girenler, kötü hukukla mücadele yerine, kötü, baskıcı ve yasakçı hukuku uygulamayı doğruluk marifeti olarak sunabilmişlerdir.  

Uzun hak mücadeleleriyle kazanılan, özellikle reel sosyalizm dönemindeki etkilenmeyle toplumsal adalete daha yaklaşan hukuk, -12 Eylül darbe döneminde olduğu gibi- AKP döneminde de hem ezilmiş hem de AKP’yi meşrulaştırmaya hizmet etmiştir.

İşte Meclis içi partilerin en büyük zaafı, “hukukun üstünlüğü” genellemesi altında kötü hukukun önünü kesememesi ve ilerleyen her zaman diliminde o önünü kesemediği hukuka uymak zorunda kalmasıdır. AKP’nin mevcut Anayasa ve hukuk içindeki kurum ve kurallarla gönderilemeyişinin nedeni, -“yapı” tartışmasını dışarda bırakan- bu meşruluk yanılsamasıdır.    

“Düzen içi kurumlar ve kurallar” dışına çıkabilen Haziran Direnişi AKP’yi göndermeye yönlendirilememiş, burada da “zararlı rolü”, dönemin ve de bugünün Meclis içi partileri oynamıştır. Baraj oyu için halktan destek alanlar, halkın direnme hakkını desteklemekte pasif kalmıştır.

Sermaye iktidarı, kendisiyle en uyumlu siyasal iktidarla işlerini yürütürken, istediği hukuku biçimlendirip devreye soktururken, hem yasama organının desteğine hem de toplumu yumuşatıcı ya da hukukun üstünlüğüne inandırıcı algılara gereksinim duyar. Buna düzen siyasetinde bütünlük de diyebiliriz. Ağızdan çıkan sözlerin unutulup, AKP’nin meşrulaştırılması, koalisyon görüşmelerinin AKP merkezli sürdürülmesi ve nihayetinde aynı oyun kuralları ile bir kez daha seçime gidilmesi tartışmaları da bu bütünlüğün doğal parçasıdır.

Şimdi bir de, hukukun satırlarına sığınarak, AKP hükümetinin varlığına dokunmadan seçimlerin yenilenmesi hesapları yapılmaktadır.

AKP’nin düzen içinde gönderilememesinin nedeni, düzen istikrarıyla birlikte,  “muhalefet” adını taşıyan, ancak bırakalım değiştirmeyi, düzen eleştirisi bile yapmayan düzen siyasetinin, kendisinin gitmesi/yok olması endişesinde saklıdır. Yok olma endişesini taşımayan siyaset ise kendisini sol sayan değil, her yönüyle gerçekten sol olan, sınıfsal bakan siyasettir.