Kötü Haber

Uzun bir süre boyunca her hafta bir yazı kurgulayıp yazamamak ilginç bir deneyim oldu. Yazılamayan her haftanın yazısı bir öncekine ekleniyor ve büyük bir olaylar ve kişiler kalabalığı ile birlikte yaşamak zorunda kalıyor insan, sanki bir kez yazıya dökülünce zihni tamamen terk ediyorlarmış gibi. Diyeceğim mesele konu bulamama meselesi değildi.

Uzun bir süre boyunca her hafta bir yazı kurgulayıp yazamamak sorumluluğu yerine getirememenin utancını da zamanla hafifletiyormuş, öğrendim, battı balık yan gider misali. Bir Cuma günü yeniden başlanacak yazmaya ama gelmiyor o Cuma bir türlü, gelmedi uzun süre boyunca.

Yeşilyurt’ta Nazım’ın bronz bir heykel gibi bizi ilk selamladığı o gün, sahil yolunda dövülerek öldürelen adam, Menderes’in tarihi bir hanında geçen unutulmaz bir Nazım gecesi, Konak iskelesinde batan vapur, Nazım’ın bahçesinde devrimci avukatlarla buluşma, kalbi kırık genç bir börek satıcısı kız, hala merakını kaybetmemiş yaşlı bir kitap okuyucusu, Çeşme’de yazlık bir sosyal kampta sosyalizan bir kültürün büyüleyici atmosferi, hepsi ve daha fazlası yazılamadıkları her hafta birer birer bir araya geldiler.

Bazen Nazım genç kızı saçlarını okşayarak teselli etti, bazen devrimci bir avukat bronz bir heykel gibi denizden ağır adımlarla sahile çıktı, bazen de kamptaki çocuklar batık vapurun salonlarını gezdiler kendilerine eşlik eden balıklara gülümseyerek sonra yaşlı adam belirdi suyun üzerindeki yan yatmış kaptan köşkünde elinde kitabıyla deniz altındaki tarihi hanın belli belirsiz sütunlarına dalmış gözlerle…

Diyeceğim mesele konu bulamama meselesi değildi.

İnsanı, elini ayağını boşaltan kötü bir haber aldığında karnına oturan koca bir taş gibi hareketsiz bırakan uzun haftalar geçti.

Ve yazılamayan ilk haftanın konusu olan arkadaşım giderek biriken tüm olayların ve kişilerin arasından hasta yatağı yerine bir deniz yatağında bir sonraki adımı bekleyen yaramaz bir çocuğun mutlu bakışlarıyla dolaştı, ağır ağır.

Tam bir hafta önce aynı bakışlarla Nazım’ın bahçesinde Marx’ın Kapital’ini anlatıyordu yani kapitalizmi, sömürüyü, burjuvazi ve mezar kazıcısı işçi sınıfını…

Sonra berbat telefon geldi: “Üzülme ama kötü bir haberim var.”

Sanki, zaten hep bu telefonlara hazırlanıp durmuyormuşum gibi yine nefret ettim bu sözcüklerin ve harflerinin ve o güya hazırlayıcı ve sakinleştirici ses tonunun her bir frekansından.

Neredeyse ilk yayınlanışından beri soL ve Gelenek dergilerinin sürekli yazarı olmuş ve hep sadece son bir kaç yıldır yazılarına kısa bir ara verdiğini umduğum bir arkadaşın kalp krizi haberi yıllar önce soğuk bir birayla başlayan bir dostluğun demek ki yine en son soğuk bir birayla sona ermiş olabileceğini düşündürttü.

İyi haber de bir süre sonra geldi gelmesine ama o zamandan bu yana insanı, elini ayağını boşaltan kötü bir haber aldığında karnına oturan koca bir taş gibi hareketsiz bırakan uzun haftalar geçti.

Bu yazı çerçevesinde ismini vermek çok da gerekli olmayabilirdi arkadaşımın eğer soL portal bu emektar “eski” yazarına dair küçük de olsa bir haberi atlamamış olsaydı.

Geçmiş olsun Erkin yoldaş, daha birlikte içeceğimiz nice soğuk biralara!

Not: Uzun süre haftada bir yazmayı beceremedim, şimdi on beş günde bir yazmayı deneyeceğim.