50 Soruda Üniversite

‘1970’li yıllarda Gerçek Yayınevi’nin ‘100 Soruda…’ dizisinden çıkan kitapları benim yaşımda olanların nasıl heyecanla okuduğunu anımsıyorum. Sadun Aren’in 100 Soruda Ekonomi El Kitabı ile başlayan dizi, hepimizin sosyal bilimlere başlangıç kitapları olmuştu.’

İzge hoca kitabın önsözünün başına bunları yazıyor. Doğal olarak da okuyucuyu da kendi kuşağında bu tür kitaplara karşı nasıl yaklaştığına dair düşünmeye sevk ediyor. En azından benim için böyle oldu diyelim.

Bu tür kitaplar derken el kitaplarını kastediyorum. Belirli bir konuyu öğrenmek için çeşitli kaynakları okuyacak kadar fazla zamanınız veya motivasyonunuz yoksa hızlıca bilgi alabileceğiniz ‘hap’ benzeri kitaplar. Bizim zamanımızda örneğin Politzer’in ‘Felsefenin Temel İlkeleri’ sosyalizme giriş olarak okunacak kitaplar arasındaydı. Bu ciddi işler için önümüze konan bu ‘hap’ benzeri kitaplara karşı bizim özel bir antipatimiz olduğunu hatırlıyorum.

Bizim zamanımız derken soL portalda Metin Çulhaoğlu’nun bir yazısında yaptığı tanımlamayı kullanıyorum:

‘Doğum yılları aşağı yukarı 1967-1971 aralığına denk düşen 12 Eylül sonrasının bu “ilk” sol kuşağı, “siyaseti sevme”, örgütlenme-örgütçülük ve özellikle teorik aranışçılık ve merak gibi öğelerin hepsini makul ölçülerde içselleştirme bakımından aynı zamanda “son” kuşak olmuştur.’

‘Hap’lardan kaçarken ise ‘teorik aranışçılık ve merak’ımız bizi Kapital’e falan götürmemişti. Komünist Parti Manifestosu, Ne Yapmalı, Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm gibi hap olmasa da görece daha ince kitaplar gözdeydi. Kalın kitap ihtiyacımızı daha çok Rus edebiyatı karşılıyordu. Grundrisse veya Anti-Duhring yerine yine elden ele bol bol Althusser, Gramsci ve Lukacs dolaştığını anımsıyorum.

Şimdi hızlıca kütüphanemi dolaşıyorum ve henüz yakın zamanlarda gidip Emile Burns’un ‘Marksizm Nedir?’ ve Dominique Lecourt’un ‘Bilim Felsefesi’ gibi cep kitapları yani hap kitaplar almış olduğumu görüyorum.

Demek ki en azından benim bu konudaki önyargılarım değişmiş.

***

İzge hoca ile sanırım 2006 yılında ilk kez tanışmıştım, üniversitedeki odasında. Uuslararası akademik bir dergi çıkartmayı planlıyordum ve İzge hoca olmasaydı şimdi bu dergi yedinci yılına girmemiş olacaktı, çünkü başka türlü sanırım devam edemezdi. Bu yedi yıl boyunca periyodik ziyaretlerimde hem dergi hem de akademik yaşamım ile ilgili en önemli danışmanım oldu İzge hoca. Odaya her girdiğimde hayatımda duymadığım ve görmediğim üniversite üzerine kitaplar olurdu masasında. Her seferinde yeni kitaplar, yeni kaynaklar.

Elbette bu kitabın yedi yıllık bir çalışmanın ürünü olduğunu söylemiyorum. Bu ancak benim tanık olduğum küçük bir kesit olmalı. Kitabın kendisi bunu gösteriyor.

İzge hocadan mı duymuştum hatırlamıyorum, iyi bir doktora tezi yaptığınızı anlamak için onu babaannenize anlatın, eğer anlıyorsa tez iyidir gibi bir söz vardır. Belirli bir konuda uzmanlığın kalitesi, onu en basit bir biçimde anlatabilmede kendisini gösterir anlamına geliyor. Kapital’in girişinde Marx, ‘artı-değer’ kavramını, yani görünmez olanı, bir üçgenin alanını hesaplarken kullanılan ama aslında görünmeyen yükseklikle bulunduğu gerçeği üzerinden anlattığını okuyunca bunu anlamıştım.

***

Kitabın ilk iki cümlesini okuyup bir kitap tanıtımı yazısı yazdığım düşünülmesin. İnsanların nasıl kitap okuduğunu bilemezsiniz. Örneğin bir gün annenizin kitapları aslında sondan başa doğru okuduğunu öğrenirseniz şaşırmayın. Kendi okuma tarzım ise daha parlak değil biraz başından, biraz ortasından, biraz sonundan. En azından sondan başa doğru okuyan bir anne kitabı bitiriyordur. Benim pek başaramadığım bir durum, kitapların tamamını okumak.

‘50 Soruda Üniversite’ bu anlamda benim için biçilmiş kaftandı. En çok merak ettiğiniz sorulardan başlayabilirsiniz. Bu anlamda kitabın yarısını oluşturan ilk iki bölümü bu şekilde bitirdim Birinci bölüm, Üniversite Kavramı ve Tarihsel Gelişimi, ikinci bölüm Türkiye’de Üniversite.

Bu iki bölümü okumak bile İzge hocanın söyleşilerimizde dile getirdiği önemli bir eksikliğe, yani sosyalistlerin Türkiye’de bir bilim politikasına sahip olmamalarına dair büyük bir adım attığını düşünüyorum. Kitap, sosyalist bir Türkiye’de üniversiteler yeniden yapılandırılırken hiç şüphesiz önemli bir başvuru kaynağı olacaktır, aynen bugün de üniversitedeki sınıf mücadelesi için önemli bir rehber olacağı gibi.

Peki, kitabın hiç bir eksiği veya problemli noktaları yok mu? Birincisi kitabın eksiksiz bir üniversite sunma iddiası zaten yok. İkincisi artık elimizde eksikleri veya problemleriyle tartışıp geliştirebileceğimiz bütünlüklü bir metin var.

Bu kitaptan önce, tamam, el kitaplarına dair önyargılarım zaten değişmişti ama şimdi başka bir şey daha oldu. Bilim ve Gelecek Kitaplığı’ndan çıkan diğer 50 Soruda kitaplarını da okumak istiyorum.

Bu anlamda bence dünya çapında özgün bir yere sahip olan Bilim ve Gelecek Dergisi’nin bu yeni hizmetini yanıtsız bırakmamak gerekiyor diye düşünüyorum.