Marksizm ve Mary Burns

Bilim üzerine Marksist Tartışmalar Sempozyumu’na dair hem İzge hoca soL gazetesinde hem de Nurettin hoca soL portalda içerik açısından önemli değerlendirmeler yapmış olduğu için burada daha tali ve biçimsel konulara girmek istiyorum, bir nevi geçen sene de olduğu gibi soL portal’da konuyla ilgili haber eksikliğini giderme çabası diyebiliriz.

Haziran Direniş’i kimsenin tahmin edemeyeceği kadar uzun sürmesi sonucu kendi adıma acaba sempozyumu bu sene gerçekleştirebilecek miyiz diye şüphe duymaya başlamıştım. Ankara’dan bir arkadaşın her gece sabaha kadar sokaktayız, yaralanıyoruz ve bu nedenle bildirimi hazırlamakta zorlanıyorum dediğini hatırlıyorum. Ben de biz de İzmir’de konsantre olamıyoruz ama sen yine iyisin yara izlerini gösterirsin en azından, biz ne yapalım kafayı kırdırıp öyle mi gelelim demiştim. Sanırım bir çok katılımcı Haziran Direniş’inin dağıtıcı etkisini çalışmasında hissetti.

Sempozyuma dair tereddütün diğer bir boyutu toplantının yapılacağı mekanın ilk kez bu yaz faaileyete geçeceği için yetişip yetişmeyeceğine dair kimsenin birbirine pek belli etmediği derin bir şüphe taşınmasıydı.

Geçen sene ilki yapılan bu etkinliğin dünyada 70-80 yıldır bir benzerinin olmadığını yazmıştım. Bu iki olumsuz duruma karşı bu sene de sempozyum bu niteliğini koruduğunu düşünüyorum. Ama bu kez bir de etkinliğin yapıldığı mekan dünyanın en güzel beldelerinden birisi olan Karaburun’un en güzel koyu, Barış Koyu Kamp Tesisleri’ydi.

Geçen seneki sempozyumla karşılaştırmaya buradan devam edeceğim. Bu sene müzik vardı bu koyda. Katılımcılar ilk gece benim de ufak bir katkı koyduğum, Adnan Saygun’un öğrencisi besteci ve aranjör Ömer Er’in piyano ve kemanıyla icra ettiği müziği dinlediler. İkinci gece bir aksilik sayesinde programda olmayan müzikler dinledik. Sahneyi önce gitarda Lakatos sunumunu yapan Mehmet Ali Olpak ve iki keman ustası Ulaş Özer ve Savaş Kündüroğlu aldı. Daha sonra santurda Ozan Özdemir ve arkadaşları ve onlara gitar ve baglamadaki ile katılan doktor İbrahim Sivrikaya sahne aldılar. Elbette müzik etkinliklerinin bir assolisti vardı: henüz 7 yaşındaki Nehir Dizdar. Dünyanın en güzel iki insanından dünyanın en güzel kız çocuğu ortaya çıkar mı sorusunun yanıtıydı Nehir. Piyanosuyla, sahne alışıyla bakışlarıyla her haliyle hepimizi büyüledi.

Üstelik henüz 7 yaşında bir kız çocuğunun müziğin metalaşmasına nasıl karşı olabileceğini de öğrendim Nehir’den.

Bir yetenek avcısı olarak benim müzikten para kazanma, barlar, albüm, konser her türlü teklifimi ‘ben bunu kendim eğlenmek için yapıyorum, maddi hiç bir şeye ihtiyacım yok’ diyerek reddetti. Kazanacağı parayla alabileceği ne yeni oyuncaklar ne de elektronik zevat ilgisini çekmedi. Demek ki dedim çocuk olmak mutlaka müzik dehası ile anılmak zorunda değil, bu yaşta bir marksist de olunabiliyormuş.

En çok etkilendiğim Atilla Aytekin’in açılış konferansı, Melih Yeşilbağ’ın Marx’ın Tarih Felsefesi sunumu, Erhan Nalçacı’nın Leninist Örgüt ve Bilim ilişkisi sunumu bu sene ilk kez katılan arkadaşların yaptığı sunumlardı. Yine bu yıl ilk kez katılan Zeynep Güler, Candan Badem, Cangül Örnek, Nurettin Abacıoğlu, Dilek Himam, Selcan Adalı, Müslüm Kabadayı ve Hakkı Başgüney’in sunumları olmasaydı sanırım sempozyumun ulaşabileceği ufku bu kadar net görebilmek mümkün olamazdı.

Sunum yapmamış olsalar da ilk kez bu etkinliğe oturum başkanı olarak katılan Ender Helvacıoğlu ve Tülin Öngen’in katkıları yine sempozyumun ufkuna dair önemli bir veriydi. Etkinliğe ilk kez katılmasa da ilk kez sunum yapan İzge Günal’ın konuyu üniversite bağlamında ele alması yine tartışmada büyük bir boşluğu dolduran kritik bir katkıydı.

Elbette dinleyiciler olmasaydı bu etkinliğin bir anlamı olmazdı ve onların neredeyse 3 gün boyunca hiç bir sunumu kaçırmamaları ve programın saatlerce sarkmasına aldırış etmeden sordukları sorular ve yaptıkları katkılar tek kelimeyle inanılmazdı.

Yine dinleyiciler arasında da olsa ilk kez katılan siyaset bilimci Ali Somel ve matematikçi İlhan İkeda’nın soruları ve katkıları, uydurma bir dava ile hapis cezası kesinleşen Bilim ve Gelecek dergisi çalışanlarından Baha Okar’ın ise sadece varlığı bile önemliydi.

Bir de iki sefer de bu etkinliğe katılarak çekirdek bir kadronun oluştuğunu gösteren çok değerli genç bir toplam vardı, onları anmayı gereksiz buluyorum, zaten sempozyumun merkezinde durduklarını düşünüyorum.

Geçen sene sunum yapan ancak bu sene katıl(a)mayan biyolog Mehmet Somel, matematikçi Engin Özkan, sosyolog ve tarihçi Fatih Yaşlı ve Çağdaş Sümer kendi adıma sempozyum için eksiklikti. Ekim Nehir’in bu sene gerçekleştiremediğimiz teleskoplu gökyüzü gözlemi yine bence kritik eksikliklerden birisiydi.

Yine tüm olumluluklara karşı bildirilerin bir bölümünün ‘iki kültürü yeniden düşünmek’ temasıyla zayıf bağlantısı Haziran Direnişi’nin bir cilvesi olmalıydı.

Haziran Direnişi’ne rağmen çok kısa sürede kampı etkinliğe yetiştiren şeyin ne olduğu, kampta çalışan genç işçi ve öğrencilerin kan çanağına dönmüş gözlerinden anlaşılıyordu: sonu gelmeyen uykusuz günler ve geceler, Bekir ve Ökkeş ustalar ve genç komünistler Ali, Gökay ve Tuğba. İşin başında fedakarlığının boyutu kırık bir bacağıyla durmasının gösterdiği Tayfun abi ve İzmir-Karaburun arası yorulmaksızın mekik dokuyan İbrahim abi vardı.

Böylece SELO’nun dediği gibi düşünsel olarak bu etkinlikte epey bir zenginleştik.

İzge hocanın kaçıranlar için duyduğu endişeyi hem Can Önen’in tüm sempozyumu büyük bir sabırla çektiği video hem de Erman Çete’nin dün akşam başladığı kitap derleme çalışması bir nebze olsun giderebilir.

Tamam haber boyutunu aşıp biraz magazine girmiş olabilirim ama benim sempozyumdaki sunumumda da bu magazin boyutu vardı. Marksizmin tarihindeki önemli bir noktayı bir nevi Friedrich Engels ve Mary Burns’ün aşkına bağlamıştım.

Evet katılımcılar bu güzel koyda denize de girdiler elbette ama ben magazin boyutunu abartmamak için sadece koyun boş bir fotografını paylaşıyorum.