'Göçün artmasına neden olan bu düzen yıkılmalıdır. Emperyalistlerin, patronların, sömürücülerin olmadığı bir düzen bütün emekçilerin kurtuluş günü olacaktır.'

Titanik, milyarderler, göçmenler

Meşhur Titanik gemisi 15 Nisan 1912'de battı. 

Zamanının en büyük transatlantik gemisiydi ve ilk seferinde 1500’ün üzerinde insanın hayatını kaybetmesiyle birlikte battı. 

1997 yılında filmi beyaz perdeye taşındı. Gemide 1.sınıfta yolculuk yapan insanlar milyarderler, tren yolu sahipleri, maden şirketi sahipleriyken, 3.sınıfta bulunanlar yoksullar, köylülerdi. 1.sınıf yolcular, üst katlarda, büyük ve lüks odalarda kalıyor, geniş güvertelerde dolaşıyor, özel restoranlarda yemek yiyordu. 3. Sınıftakiler ise alt katlarda, çok sayıda insanın beraber kaldığı ranzalı odalarda yaşıyorlardı. 

Gemi batarken zenginlerin çoğu kurtuluyor, yoksulların çoğu ise hayatını kaybediyordu. Bugün internette yapılan kısa bir arama sonucunda 1. sınıfta seyahat edenlerin yüzde 62'sinin, 3.sınıfta seyahat edenlerden ise yüzde 25'inin kurtulduğu görülebiliyor. 

Aslında yolcuların gemi içindeki farklı yaşamları günümüzdeki sınıf farklılıklarının bir yansıması gibiydi. Parası olanın yaşayabildiği, parası olmayanın ise öldüğü bir gemiydi Titanik. Her şeyden öte eşitsizlik üzerine kuruluydu. 

Birkaç gündür ulusal ve uluslararası medyada okyanusun 3,8 kilometre derinliğinde bulunan Titanik’in batık enkazına turistik gezi yapan milyarderler gündem oldu. Denizaltı aracında ne kadar oksijen kaldığı gibi şeylerin yanında milyarderlerin serveti, yaşamı ve pahalı maceraları konuşuldu. 

Geziye katılanlar arasında havacılık sektöründe hizmet veren Action Aviation'ın sahibi İngiliz milyarder Hamish Harding, Pakistanlı patron Şahzada Davud ile oğlu Süleyman Davud, denizaltının sahibi OceanGate şirketinin kurucusu bulunuyor. Dünyanın en zenginleri arasında yer alan milyarderlerden söz ediyoruz. 

Bu yolculukla hemen hemen aynı zamana denk gelen bir başka yolculuk daha oldu. 700 göçmeni taşıyan bir gemi Mısır’dan Yunanistan'a doğru gidiyordu. Taşıdığı göçmenlerle birlikte -önceki onlarca göçmen taşıyıp batan gemiler gibi- içindeki bütün insanlarla birlikte Ege Denizinde battı. 81 kişi hayatını kaybetti, 104 kişi kurtarıldı, gerisi kayboldu. Yüzlerce göçmen sulara gömüldü.

Ancak milyarderler diğerlerinden daha fazla konuşuldu, tartışıldı. Hayatını kaybeden yüzlerce göçmen unutuldu, sıradan görüldü. 

Burjuva medyasının göçmenleri göstermek istememesini, buna karşılık milyarderleri gündemde tutmasının anlamını biliyoruz. Ancak asıl tartışılması gereken medyanın ilgisizliği değil, daha ötesidir. 

Gerçekleşen iki olay sonucunda insanlar hayatını kaybetti. Bu üzücüdür. Ancak yaşanan her iki olayda ölen insanların sınıfsal konumları ve yola çıkış amaçları farklı. Bu ikisi nasıl eşitlenebilir? 

Nasıl öldüğün de nasıl yaşadığın gibi toplumsal bir meseledir ve bu yazıda hayatını kaybedenlerin yaşamları üzerine kişisel bir yorumdan ziyade sınıfsal/toplumsal konumları üzerinden bir değerlendirme yapmak amacındayız.

Bugün Ege sularında veya başka denizlerde insanların bir başka ülkeye göçmesinin nedenleri insani koşullarda yaşamak, barınmak ve üretmek içindir. Kendi ülkelerinde bu koşulların yaratılmamasının temel sebebini ise bu düzenin sahiplerinde patronlarda aramak gerekir.

Bunun dışındaki her değerlendirme riyakarlık anlamına gelir. 

Denizaltı aracında Pakistanlı milyarder ve oğlu da vardı. Ölen göçmenler arasında da Pakistanlılar vardı. Biri diğerinin ölüm nedenidir. Çünkü bu düzen patronların çıkarı için göçmen emeğine ihtiyaç duyar. Göçmenler olmalı ki patronların kasaları daha dolsun, göçmenler olsun ki ülkesindeki emekçilerin emeği daha ucuza satın alınabilir hale gelsin, emekçilerin kötüleşen yaşam koşullarına karşı artan öfkesi de milliyetçilikle göçmen işçilere yöneltilsin. Bu çark sürdüğü sürece de patronların kârları daha da artsın.

Hayatını kaybeden göçmenlerin milyarderlerin ölümünden daha az konuşulduğu bir riyakarlığa nasıl sessiz kalırız. Buna öfkelenmemek elde değil.

Patronların pahalı maceralarını ve lüks yaşamlarını sağlayanlar, altında çalıştırdıkları her ulustan işçilerdir. Milyonlarca insan fabrikada, madende, inşaatta, tarlada, patronlar zenginleşsin diye ölüyor. Biri en çok istediği bir ana tanıklık etmek için ölüyor, diğeri yaşayabilmek, iş bulabilmek için başka bir ülkeye gidebilmek için ölüyor. Bu ikisi arasındaki farkı eşitlersek, eşitsizliğin temelini ortadan kaldırmış oluruz. 

Okyanusun dibindeki bir gemiye yapılacak bir geziyi görmenin karşılığı 250 bin dolar. Onları kurtarmak için her şeyin seferber edilmesine karşılık 700 göçmenin Ege Deniz'in de kurtarılmasına dahi tenezzül edilmemesi bu düzenin ve onların temsilcilerinin ne kadar alçak olabildiğini gösteriyor.

Bir tarafta vahşi doğada korkutucu bir ana tanıklık etmek veya aya turistik bir yolculuk yapmak için astronomik paralar ödeyenler dururken, diğer tarafta yaşayabilmek için varıp varmayacağını bilmediği bir yolculuğa çıkanlar duruyor

Her şey sınıfsaldır. Duygularda öyle.

Pandemide patronların işçileri işyerine sokup çalıştırırken bir yandan da “sakin ol champ” diye akıl dağıtmaları, lüks yaşamlarını milyonlarca insan ölürken görgüsüzce göstermeleri, Türkiye'de yaşanan depremde enkaz altında insanlar varken patronların tatil fotoğrafı paylaşmaları ve dahası patronların duygusudur.

Dünyamız emeği sömüren bir avuç insanın, emeği sömürülen insanlardan daha fazla konuşulduğu ve anlayış gösterildiği bir dönemden geçiyor. Milyarderlerin çıkarları doğrultusunda emperyalist savaşlar çıkaran, yeni pazar arayışlarına giren, göçmen işçiler üzerinden ucuz iş gücü yaratıp sömürenler ile kendi zevkleri için 250 bin dolar harcayabilenler aynı sınıfın insanlarıdır. Bu sınıf insanlara, doğaya, dünyaya zarar veriyor. Aynı Titanik’teki gibi eşitsizlik üretiyor. 

20 Haziran Mülteciler Günüydü. Bundan bir hafta önce göçmen emekçiler Ege’de hayatını kaybetti. Göçün artmasına neden olan bu düzen yıkılmalıdır. Emperyalistlerin, patronların, sömürücülerin olmadığı bir düzen bütün emekçilerin kurtuluş günü olacaktır.