9 Nisan 2016’da Avukat Münip Ermiş’in ofisinde Selçuk Kozağaçlı ile ilk kez yüz yüze tanışma fırsatını elde ettim. Türkiye’de ‘hukuk’ ve ‘savunma’ dendiğinde akla gelen ilk kişidir Selçuk Kozağaçlı.

Selçuk Kozağaçlı ve özgürlük

Özgürlüğün içinin boşaltıldığı bir dünyada bu kavramın gerçek karşılığını aramaya çalışmak gerekir. Bu arayış içerisinde bize en çok yardımı dokunacak olan şey ‘hafızadır’. Kapitalizmin inşa ettiği dev kültür endüstrisi ve onun bir yansıması olan kitle kültürü bireylerin hafızasını iğdiş eder. Hafıza bir kez yitirildiğinde, değişmez sandığımız kavramların çoğu değişebilir bir niteliğe bürünür. Dün, erdemli olan şey yarın erdemsizdir, aylar önce yalan olan bir şey de aylar sonra buz gibi bir gerçeklik olarak insanın karşısına boylu boyunca dikilebilir.

9 Nisan 2016’da Avukat Münip Ermiş’in ofisinde Selçuk Kozağaçlı ile ilk kez yüz yüze tanışma fırsatını elde ettim. Türkiye’de ‘hukuk’ ve ‘savunma’ dendiğinde akla gelen ilk kişidir Selçuk Kozağaçlı. Ortada herhangi bir abartı olduğunu düşünmüyorum. Türkiye gibi bir toplumda herkes tarafından sevilen ve herkes tarafından düşünceleri saygıyla dinlenen ender kişilerden birisidir. Birbirlerini hiç tanımayan insanların birbirlerine sonsuz bir nefretle yaklaştıkları bu toplumda demek ki Selçuk Kozağaçlı, bizlere sadece hukuk felsefesini sorgulatmamıştır. Bu röportajdan geriye kalanları aktarmak istiyorum:

Tayyip Erdoğan artık düşüş sürecinde

Ben, Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlık diye tarif ettiği kafasındaki her ne ise şu anda kullanmadığı herhangi bir yetkiyi ona vereceğini ya da henüz el atmadıysa yeni bir kamu kaynağına el atmasını sağlayabileceğini veya iktidarını daha güvenli hale getirebileceğini zannetmiyorum. Ama bunu başkan olamaz diye düşündüğüm için değil, şu anda bulunduğu pozisyondan daha güvenli ve tek karar verici kamu kaynaklarına el atıcı bir pozisyon olamaz diye söylüyorum. Adı hiç önemli değil; cumhurbaşkanı, başbakan, başkan olarak bu pozisyonu ilerletme şansı yok. Bu pozisyonu ilerletmesi için yapması gereken şudur: Kitlesel imha, kitlesel tutuklama, toplama kampları ve tamamen militarize, silahlı bir yönetim şekli kurmaktır.

Çünkü direniriz, bu haline direniyoruz zaten ve aklı başında herkes direnir. Siyaseten direnir, ahlaken direnir, fiziksel olarak direnir ve mücadele edilir. Bu arada o bir şeyler çevirip kendisine başkan, papa, başka unvanlar da alabilir ama bunun kıymet-i harbiyesi olacağını düşünmüyorum artık. Ben, düşüş eğilimine girdiğine inanıyorum artık Recep Tayyip Erdoğan’ın. Siyasal olarak ne zaman dibi bulur hep birlikte göreceğiz”.1

Tahir Elçi cinayetinden, o dönemki barolar birliği başkanı Metin Feyzioğlu’na kadar pek çok şeyi konuşmuş ve değerlendirmişti Selçuk Kozağaçlı. “Tahir Elçi cinayeti; polis içerisinde planlanarak ve polisle bağlantılı kişiler tarafından organize edilmiş bir taammüden öldürmedir. Anlayacağınız Tahir’i planlayarak katlettiler. Elimizdeki verilerle ulaştığımız sonuç bu şu anda. Aynı mantık yani; Zeycan’ın belini tekmeleyerek kırmakla, Tahir’i bir tarihi eseri korumaya çalışan basın açıklaması sırasında vurmak aynı şey. Sokağa çıkmayın diyorlar. Biat edin, itiraz etmeyin, kendi aklınızı kullanmayın, kendi siyasal bilincinizi oluşturmayın diyorlar topluma”. Röportajın tamamını merak eden okurlar yazının sonunda bıraktığım bağlantıdan röportaja erişebilirler. Bu röportajda geleceğe dair pek çok öngörü acı bir biçimde karşılığını buldu. Başkanlık sisteminin inşa edilebilmesi için kendisi de dahil pek çok insanın zindanlara kapatılması gerektiğini söylemişti Kozağaçlı. Yaşamını adaletsizliğe karşı savaşa adayan Selçuk Kozağaçlı, yıllar sonra babasının cenazesinde korkunç bir adaletsizliğe maruz bırakılacak ve elleri kelepçeli bir biçimde acısını yaşamak zorunda kalacaktı. O gün çekilen fotoğraf AKP’nin zihinlerimize kazıdığı ne ilk ne de son kare olacaktı.

Şimdi, aradan epey bir zaman geçti ve başkanlık sistemi uğruna ‘savunma’ zindanlara hapsedilmiş durumda. Selçuk Kozağaçlı’nın faşizmle karşı karşıyayız dediği şeyi doğrudan yaşıyor ve görüyoruz. Onun tutsak alındığı bir ülkede, esasında kocaman bir toplum tutsak alınmaya çalışılıyor demektir.

Adaletsizliğin böylesine arsızlaştığı bir ortamda insanın içinden daha fazla yazası gelmiyor. Türkiye Barolar Birliği’nin yeni başkanı Ramiz Erinç Sağkan. Başkan’ın önünde çok büyük sorunlar duruyor. Avukatlığın şerefi ve savunmanın geleceği kurtarılacaksa eğer Barolar Birliği, Selçuk Kozağaçlı’nın özgürlüğüne kavuşabilmesi için canla başla mücadele etmek zorundadır. Tamda bu nokta, Türkiye’nin geleceği açısından bir sıçrama noktası olarak kabul edilebilir. Selçuk Kozağaçlı ile birlikte haksız yere zindanlarda yatan ya da ağır hasta olmasına rağmen tutuklulukları devam eden insanlar özgürlüklerine kavuşabilirler. Aysel Tuğluk da o insanlardan birisi. Adını bildiğimiz ya da bilmediğimiz onlarca insanın yaşadıkları adaletsizlikleri görmezden gelerek ya da unutarak kendimize yaşanılabilir bir dünya inşa etmiyoruz. Özgürlük dediğiniz ve posmodernizmin çürütücü etkisi altında delik deşik edilmiş bu kavram sizce de tutsak alınan bu isimlerle yan yana getirildiğinde daha anlamlı ve gerçekçi olmuyor mu?