Avrupa siyasetine yön veren düzen güçleri, ki İrlanda örneğinde İngiltere ağır basmaktadır, kafasını sola çevirecek insana bile tahammül etmeyeceklerini her fırsatta gösteriyorlar.

İrlanda'daki saldırılar: Asıl sebep solcu bir hükümeti engellemek mi?

Yaşamlarımızın kapitalist diktatörlükler altında her gün biraz daha zorlaştığı günlerde sözü çok uzatmadan Dublin'de yaşanan olayların temel gerekçelerini olabildiğince açık ve sade bir biçimde yazmaya çalışacağım. Ne olduğuna soL’un haberinden bakabilirsiniz, özetle, bir okulun dışında, üçü çocuk beş kişiye bıçaklı saldırı düzenlendi, ardından olaylar göçmen karşıtlarının güç gösterisine dönüştü. Bu yazıda, o günü değil, o güne nasıl gelindiğini aktarmaya çalışacağım.

İrlanda merkez siyaseti, 2020 erken genel seçimlerinden beri büyük bir kabus yaşıyor. İrlanda'da yaklaşık 100 yıldır dönüşümlü olarak hükümet kurma görevini sürdüren iki parti Fine Gael ve  Fianna Fáil ilk kez hükümetten uzaklaşacakları bir denklemle karşı karşıya geldi. 2020’deki seçimin sıcaklığında Sinn Fein'in East Cork milletvekili Pat Buckley ile yaptığım röportajı okumanızı öneririm.1 Hatta süreci tarihsel boyutlarıyla anlamak ve kavramak isteyenlerin zaman ayırıp bıraktığım kaynakları incelemelerini rica ediyorum. 

Medya tarafından yıllarca kuşatma altına alınan, meşru propaganda imkanlarından bile faydalanamayan ve Fianna Fáil lideri Micheál Martin'in dediği gibi “terörle ilişkisi olan siyasi bir oluşum” (Sinn Fein), İrlanda'da iktidarı almaya çok yaklaşmıştı. Yeşiller (Green Party), yüzyıllık iktidarın imdadına yetişmeseydi eğer, bir hükümet kriziyle karşılaşılacaktı. Neticede FF, FG ve GP koalisyon hükümeti kuruldu. Ancak sistem krizi geçmedi. Çünkü, Sinn Fein tüm anketlerde bir sonraki genel seçimlerde birinci parti olarak görünüyor ve kazanması kesin gibi duruyordu. Sinn Fein'in Kuzey İrlanda'da üst üste kazandığı tarihi seçim zaferleri sonrası Londra'da huzursuzluk artmıştı. Nitekim Kuzey İrlanda'da Sinn Fein önderliğinde bir hükümet kurulamaması için her şey yapıldı. İngiltere, kendisine sadık gruplar üzerinden paramiliter güçlerle halka karşı terör estirmekte uzmandı. Yine okuyuculara ilginç gelebilir, ki detayları başka bir yazının konusu, İrlanda'daki faşist hareket ile İngiltere'deki faşist hareket arasındaki bağlar oldukça güçlü. İrlandalı faşistlerin İngiltere'den para aldığı bir sır değil. Ayrıca faşist hareketin önde gelen isimlerinden biri Justin Barrett, altın sevdası ve yolsuzluklarıyla biliniyor.2 Faşist olup, ülkeye sevdalı olduğunu söyleyen adamların içinde bir tane erdemli insan bulabilene ne mutlu. Faşizmin kaynağı lümpenleşme ve yolsuzluktur. Neticede tüm Avrupa Nazizme kayarken, İrlanda garip bir biçimde sola yatıyordu. Sistem krizinin ortasında yönetenlere bekledikleri fırsatları savaşlar verecekti.

Ukrayna-Rusya savaşı sonrasında Ukrayna'dan İrlanda’ya akan milyonlarca göçmen, ülkede halı altına süpürülen sorunların kökeninde başka şeyler varmış gibi konunun manipüle edilmesini hızlandırdı. Ayrıca diğer göçmenlerin aksine politik olarak makbul görülen “Ukraynalı beyaz adam”a gösterilen ayrıcalıklar ve ortaya çıkan açık iki yüzlü politikalar, acı bir biçimde ayrımcılığa maruz kalanlar dışında kimseyi ilgilendirmedi. Oysa toplum denen organizmada yaratılan en ufak eşitsizliğin dahi büyük bir yaraya sebep olduğunu inatla görmek istemediler. 

Hafızaları tazelemeye devam edelim. Zira, hafızaları tazelemeden 23 Kasım'da yaşanan olayları kavrayabilmemizin imkanı yok. Bu köşeyi ve gazetemizi takip eden okurlar çok iyi bilecektir, Türkiye'de Avrupa'nın cennet ve biricik kaçış noktası olduğuna dönük haberlerin, hem de koca koca devlet kanallarında işlendiği bir dönemde popülizme sapmadan gerçeğin diğer yönlerine (madalyonun diğer yüzüne) ışık tutmaya çalıştık.3 DW Türkçe ve +90 kanalında yayınlanan haberlerin suç olduğuna ve İrlanda'daki gerçeği en ufak bir biçimde yansıtmadığına işaret ettik. Hatta Avrupa Türk Gazeteciler Birliği (ATGB) İrlanda Temsilcisi olarak o dönem bu türden yanıltıcı haberlerin açıkça halka karşı suç olduğunu kendi köşemden not ettim. Bu yüzden 23 Kasım gecesi, sosyal medyadan paylaştığım bilgilere gelen tepkiler sosyal medyadaki faşist histerinin şuursuz bir yansımasından başka bir şey değildi. Zaten mesleğimizi zora sokan ve işimizi yapılamaz noktaya getiren sosyal medyayı propaganda aracı haline getiren milliyetçilerdir.  

Dublin'deki bir otel, sırf mülteciler konaklıyor gerekçesiyle yakılırken ve arkadaşlarımızın can güvenliğinden endişe ederken, bir yandan nerede bir olay olsa onu kendi ülkesindeki göçmenlere karşı bir nefret unsuruna dönüştüren ve Türkçe yazan faşistlere de laf anlatmak durumunda kaldık. Evet, Avrupa'da bir cennet olduğu, İrlanda'nın bu cennetin en güzel parçası olduğu yalanına kocaman bir “hayır” dedik. İrlanda'da evsizlik nüfusa oranla korkunç bir düzeydeydi ve insanlar sokaklarda ölüyordu.4

Türkiye'de yaşarken nasıl işçi sınıfı ile omuz omuza onların sorunlarıyla harman oluyorsak, İrlanda'da bizim için aynı erdemli durum söz konusudur. İrlanda işçi sınıfı tıpkı Avrupa'daki işçiler gibi benzer sorunlar yaşıyordu. Kamusal eğitim bütçesi korkunç düzeyde gerilemiş, kamusal sağlık hizmetleri çökme noktasına gelmişti. Hatta geçtiğimiz yıl genç bir İrlandalı kadın acil serviste sıra beklerken yaşamını yitirmişti. Bu genç kadına üzülmek ve onun yasını tutmak için İrlanda'da doğmuş olmanız gerekmiyor. İnsan kalabilmek yeterli. Sokaklardaki alkolizm ve uyuşturucu sorunu ise düzeltilecek durumun çok ötesine geçmiş gibi görünüyor. Buradan şunu ifade etmeye çalışıyorum, mevcut sistemi değiştirmeden eğitim, sağlık, uyuşturucu ve alkolizm gibi sorunların çözülemeyeceği açık. 

Tüm dünya savaşlarla sarsılırken, Afrika korkunç bir umursamazlıkla sömürülürken ve açlığa terk edilirken insanların kitleler halinde neden göç ettiğini sormak safça bir niyet taşımıyorsa, “ırkçılık propagandasından” başka bir şey değil. Gerçek düşmanla mücadele etmeye gönlü ve niyeti olmayanlar kendilerine en güçsüzleri seçiyorlar. Farkında olmadıkları şey ise, hadi biraz tarihi geç bir dönemden ele alırsak, kapitalizmin vites attığı 19’uncu yüzyıldan beri emek hareket halinde. Tarihten işlerine gelen bölümleri alan ve ders vermeye kalkanların gerekli dersleri almadıkları açık. Amerika gibi dev bir coğrafyaya göç eden dünyanın her köşesinden halklar, özellikle Avrupalı halklar için neler söylendi? Peki, İrlanda'dan İngiltere'ye göç eden İrlandalılar için neler söylendi? Hem de kıtlığın ve kıyımların sebebi olmasına rağmen İngiltere'de ırkçı bir propaganda İrlandalılara karşı yürütüldü. Eğitim imkanlarından ve sosyal haklardan yoksun bırakılan göçmenler, Amerika'da kolay para kazanabilmek ve Amerikan rüyasını yaşayabilmek için her yola saptı. Hayranlıkla izlenen filmlerde (Baba/The Godfather) İtalyan ve İrlandalı mafya babaları geçmişte nefretimizi, gelecekte ise hayranlığımızı kazandı. Göçmenler hırsız, uğursuz, ahlaksızlık timsali ve fuhuşa teşne alt insanlar olarak nitelendirildi. Bugün, bu söylemde değişen zerre bir şey yok. Belki bu konuşulan halkların yerini daha fazla doğulular ve Afrikalılar aldı. 

Milliyetçiler bu tabloda sermayenin bekçiliğini yapma görevini yeniden üstlendiler ve Hollanda seçimlerinin de gösterdiği gibi bir bir iktidara gelip görevi devralacak gibi görünüyorlar. Elbette kamuoyuna ve kendilerine bile itiraf edemedikleri gerçeklikse şu: Avrupa, şu anki zenginliğini sadece doğal kaynak sömürüsüyle elde etmiyor. İngiltere'de kamusal sağlık hizmeti şu an, şu dakika ayakta duruyorsa göçmen emeği sayesinde. Zorunlu işler yapılıyorsa ve bu ülkeler ekonomilerini dünyanın çeşitli noktalarında yaşanan korkunç açlığa ve ekonomik yıkıma rağmen sürdürebiliyorsa bunu göçmen emeğine borçlu. Kölece çalıştırılan insanların kendi toplumlarına entegre olamayışlarını bile kendi çıkar hanelerine yazan alçak bir düzen kurmuşlar.

23 Kasım gecesi İrlanda'da olanlar bir sonuçtu ve sokakları tutan lümpenleri yöneten siyasi akıl istese iktidarı almaya bile yönelebilirdi. Geçmişte Almanya'daki birahane kalkışması bunun çok tipik bir örneği. Şimdilik faşistler iktidar sahipleri lehine siyaset sahnesine şekil vermekle meşguller ve Filistin meselesinde tüm varlığıyla ilkesel bir duruş sergileyen solun ülke içindeki etkisini kırmaya çalışıyorlar. Sinn Fein'in kuracağı bir sol koalisyon hükümeti Londra ve Dublin hattında herkesin uykusunu kaçırıyor. 

Ayrıca buraya şöyle bir hatırlatma notu daha düşmeliyim ki, geçmişte defalarca belirttiğim gibi Sinn Fein bizim ideallerimizi/hayallerimizi süsleyen bir hükümet biçimi kurmayacak. İşin mide bulandırıcı tarafı, düzene bu derece uyum sağlamış, sadece vicdani ve temel sosyal demokrasi düzeyinde kabul edebileceğimiz ilkeleri savunan bir partiye dahi sistem tahammül edemiyor. 

Kısacası, Avrupa siyasetine yön veren düzen güçleri, ki İrlanda örneğinde İngiltere ağır basmaktadır, kafasını sola çevirecek insana bile tahammül etmeyeceklerini her fırsatta gösteriyorlar. İşte İrlanda böyle bir siyasi gerilimle 23 Kasım'a ilerledi. Zaman içerisinde yaşanan trajik olaylar ırkçıların sosyal medyadaki propaganda makinesine enerji taşıdı. Tullamore'da benim de tanıklık ettiğim Ashling Murphy cinayeti, milliyetçilerin çirkin siyasi emelleri için kullanılmaya çalışıldı. Toplumsal eşitsizlikler, göç sisteminde yaşanan ve gerçekten tartışmamız gereken sorunları asla umursamadılar ve umursamayacaklar. 

Tullamore'daki korkunç olayda ilk şüpheli Rumen asıllı birisiydi. Maalesef yerel basın etnik kimliğine vurgu yaptı ve bu sayede küçük kasabada o kişinin kim olduğu hızla ortaya çıktı. Daha sonra, sosyal medyada sağa sola gazetecilik dersi veren yarım akıllı milliyetçilerin kavrayamayacakları hadiseler gelişti. İnsanlar Rumen adamın evini basmaya ve ailesine ölüm tehditleri yağdırmaya başladı. Sonrasında anlaşıldı ki şüphe altındaki Rumen adam suçsuzdu. Yerel basın hatasını düzeltmek için adamla röportaj yaptı, ancak iş işten geçmişti. Kasabanın algısını sosyal medya üzerinden yönlendiren ırkçılar, bu sefer yönünü Tullamore'daki mülteci merkezine (doğrudan hüküm merkezine) çevirdi ve orada konaklayan bir Suriyeli suçlanmaya başlandı. Neticede esas katil Jozef Puska, polisin özverili çabasıyla adalete teslim edildi ve geçtiğimiz günlerde yapılan yargılamada müebbet hapis cezası aldı. 

Bu süreçte milliyetçilerin kopardığı yaygara, gerçek katilin bulunmasına yardım etmek bir yana köstek oldu. Bu kafasızların mantığıyla gidilseydi eğer, tıpkı Ortaçağ’ı anlatan kitaplardaki gibi gördükleri ilk yabancı şüpheliyi kazığa bağlayıp yakacaklardı. Romanlardan ve tarih kitaplarından gidecek olursak, bu tür bir ilkelliğin gerçek katilin ortaya çıkmasını engellediğini ve bu tavrın esas katillere yaradığını çok iyi biliyoruz. Yine milliyetçi kafasızlığın, ki burada Türkiye'deki kafasızlara gönderme yapıyorum, kavrayamayacağı bir şey yaptık. Kasabadaki göçmenlere karşı yönelen tüm nefret dalgasına rağmen Ashling Murphy için düzenlenen gösteriye elimizde mumlarla katıldık ve kendimizi bir parçası olarak hissettiğimiz onurlu Tullamore halkıyla birlikte adalet talep ettik. 

Sadece aklını nefretle kaybedenler saf düşmanlaşabilirler. Koca koca okumuş insanların bu nefrete kapıldığını görmek bazen beni dehşete düşürse de o insanlara şunu hatırlatmak isterim. Maximilien Robespierre der ki, erdem, sıradan insanın kalbindedir. Erdem avamdır, erdemsizliklerin kaynağında mülkiyeti ele geçirmiş azgın bir azınlık vardır. O yüzden 23 Kasım günü üç küçük çocuğu ve iki yetişkini yaralayan Cezayir asıllı saldırganı durduran kişi Brezilya kökenli bir kuryeydi (deliveroo). O kurye, Caio Castro Menezes Benicio, şunları söyledi: "Ben bir göçmenim ve saldırıya uğrayan küçük kızı kurtarmak için elimden geleni yaptım".5 Benicio, bu açıklamayı göçmenlere karşı bir nefret çılgınlığını körükleyen, otel, polis araçları ve toplu taşıma araçlarını (tramvay-otobüs) yakan ırkçılara karşı yapmıştı. 

Sosyal medyada failin kimliğini ve milliyetini soranların bu noktada aynı hassasiyeti taşıdıklarını düşünmüyorum. İçimizden kaç kişi çocuklara ve yetişkinlere elde bıçak saldıran birisine müdahale edebilir? O yüzden Robespierre örneği verdim. Bir insanın kaskını kendisine siper ederek, ölüm pahasına zorbalığın üzerine yürümesi ancak bir emekçinin, bir yoksulun gösterebileceği bir erdemdir. İşte bu yüzden insanların ten rengi ve konuştukları dilin sizi ayırmasına izin vermeyin. Milliyetçilerin “bizler ülkemizi savunduk, onlar savunmadı” kibrine kapılmayın. Türkiye'ye 10 yaşında gelmiş bir Suriyeli çocuğun ülkesini savunabileceğini mi düşünüyorsunuz? Ayrıca Irak halkının Felluce'de vatanı uğruna gösterdiği onurlu direnişi kaçınız biliyorsunuz? Vatan için direnme ve onurlu ölme ayrıcalığını da kusura bakmayın ama Avrupalılara kaptıracak değiliz. O konuda Latin Amerika halklarının ve Doğu halklarının insanlığı yücelten deneyimlere sahip olduklarını hatırlatalım.

Gelelim sonuca. Ne yazarsam yazayım tek bir yazıda koca bir ülkenin siyasi tablosunu tam olarak veremem. Sizlere ancak gerçekçi bir özet sunabilirim ve elimden geldiğince bunu yapmaya çalıştım. Avrupa siyasetinin gidiş yönüne bakarsak eğer, “yükselen aşırı sağ” gibi komik ifadeleri sözlüğümüzden çıkarma zamanı geldi. Avrupa'da Naziler asla tamamen silinmedi ve şu an bazı ülkelerde iktidardalar. Unutmayalım, İtalya'da Başbakan olan Meloni, bir Benito Mussolini hayranı. 

Liberallerin sol siyasete armağan ettiği “aşırı sağ” ifadesini acilen terk etmeliyiz, çünkü bu ifade milliyetçilerin propaganda deposunda işlevsel bir rol alıyor. Faşistin aşırısı, aşırısızı mı olur? Faşiste faşist demek ve o şekilde mücadele etmek zorundayız. 23 Kasım gecesi yaşananlar gösterdi ki milliyetçilerin nazarında araçları yakanlar, insanlara korku salanlar kendi çocukları ise eğer, onlar rahatlıkla öfkeli vatanseverler olarak nitelendirilebilirler. Bu eylemleri yapanlar örgütlü işçi sınıfı ve sol eğilimli kitleler olsaydı eğer, hepsine terörist muamelesi yapacaklardı. 

Ayrıca başka bir yazının konusu ama şuna da değinmek gerekir ki Fine Gael'in kurucusu Eoin O'Duffy, Nazilerin İrlanda şubesiydi ve İspanya iç savaşında açık bir biçimde Franco'dan yana tavır aldı. Yani sandığınızın aksine İrlanda'daki ırkçılık öyle zayıf falan değil; kökleri tarihsel ve kıta Avrupası ile paralel. Artık Avrupa'da yeni bir perde açıldı ve bu perdede solcuların iktidarı almaması için Naziler devreye sokulacak. İrlanda'daki olayları Filistin meselesiyle, Mossad’la ilişkilendirenler oldu. Bu konulara girmeyi kendi açımdan doğru bulmuyorum. Ayrıca bu tür yorumların bu alanda çalışmış kişiler dışında sosyal medyada kolaylıkla yapılmasını da isabetli görmüyorum. 

Yazının başında belirttiğim gibi İrlanda'da uzun süredir yaşanan bir iktidar krizi ve iç gerilim var. Kişisel açıdan bu ırkçılıkla da yüzleşmiş birisi olarak söyleyebilirim ki İrlanda'nın temel sorunu, gelecekte ülkeye kimin hükümet edeceğidir. Elbette burada başka denklemler var ise o konuyu da uzmanlarına bırakmayı doğru buluyorum. Gelecek hepimiz için biraz daha karanlık ve aydınlığa ulaşmayı istiyorsak eğer kendimize politik hareket beğendirmekle vakit kaybetmek yerine acilen mücadeleye atılmak zorundayız.