Türkiye’de şu an ülkenin ekonomik ve politik durumuyla da alakalı iki yönlü bir eğilim var. Biri yurt dışı kurtuluş tayfa diğeri de kentlerden köye kaçış tayfa.

Telegram gruplarının ve medyanın gölgesinde Türkiye'den kaçmak

İrlanda’ya gelen ve ülkede bin bir zorlukla tutunmaya çalışan arkadaşlarımdan ilginç mesajlar alıyorum. Türkiye’den kurtulmak ve Avrupa cennetine ulaşmak isteyenler, Telegram üzerinden örgütleniyormuş. Türkiye’de şu an ülkenin ekonomik ve politik durumuyla da alakalı iki yönlü bir eğilim var. Biri yurt dışı kurtuluş tayfa diğeri de kentlerden köye kaçış tayfa. Yazının konusu ilk grubu ele alıyor olsa da ikinci gruba dair de çeşitli merakı olan okurlar için köyde yaşamı inceleyen bir video serisinin ilk bölümünü paylaşacağım. Mehmet Yücer Borçbakan köyde yaşamın pazarlandığı gibi olmadığını anlatmaya çalışıyor.1 Sadece gerçekleri anlattığı ve hayallerimizi yıktığı için Borçbakan’dan nefret edebilir, hatta onu yalan söylemekle bile suçlayabilirsiniz. Bırakınız yapsınlar dünyasında nasılsa doğruya ve gerçeğe dair herhangi bir ölçü kalmamış durumda. Sosyal medya gruplarında yazılanlar küçük dilinizi yutturacak türden. Sanırım bu hikâyenin en trajikomik yanı uluslar basamağında kendini ara seviyede gören insanımızın umut yolculuğuna çıkan ve dünyanın çeşitli bölgelerinden ülkemize akın eden insanlara karşı dinmeyen bir ırkçılıkla mukavemet etmesi. Ülkeye gelen mültecilere karşı en aşağılayıcı fikirleri kusanların, ilk fırsatta başka bir ülkede mülteci olmak istemeleri kaderin bir cilvesi olmasa gerek. Ben, bu yazıda gerçeklere bağlı kalarak insanımızın akıllara durgunluk veren çarpık bakış açısını ve bu çarpıklığın gelişmesinde olağanüstü çaba gösteren medyanın ürettiği içerikleri incelemeye/ifşa etmeye çalışacağım.

Önce Telegram’dan başlayalım. Üç grup burada öne çıkıyor: Almanya&Göçmenlik (2462 üye), Avrupa İltica ve Göçmenlik (630 üye), İçimizdeki İrlandalılar (420 üye)2. Gruplarda siyasi tartışmaların yasak olduğu söyleniyor. Burada bahsettiğim gruplara doğrudan katılım göstermedim, sadece yapılan paylaşımları kısaca gözden geçirdim. Gruplar, Avrupa’ya gitmek isteyenler için anlaşılan o ki bir motivasyon ve ayin görevi görmekte.

Bir yerde politika yoksa orada ya hurafe vardır ya da yalan vardır. Kurulan grupların dolandırıcılık amacıyla organize edilip edilmediğine açıkçası çok bakmadım. İnsanımız bunu açığa çıkaracak ve haksızlıklarla dövüşecek kişilere çok fazla bel bağladığından oldukça savunmasız. Zira olabildiğince kaçtıkları o politika yüzünden ortada gazeteci bırakmadılar. Böylece toplu bir biçimde savunmasızdırlar. Ceplerdeki para boşaldığında ve sosyal medyada bu grupları organize edenler kaçtıktan sonra belki akılları başlarına gelebilir. Burada şüpheye yer bırakmamın temel gerekçesi Jet Fadıl örneğidir. Jet lakabının hakkını vermiş, hapisten çıkar çıkmaz en iyi işini icra etmeye geri dönmüştür. Buradaki ironi, halkımızın kandırılma kapasitesinin sınırlarının olmayışındadır. Tosun da ülkeye döndüğüne göre vaziyet almakta fayda var. ‘Gazeteciler nerede?’ diye serzenişte bulunmanın çok bir faydası yok. Gerçekleri yazanlar, yaşama negatif çerçeveden bakan iflah olmaz ‘pesimistler’ olarak görülüyor. Öyle mi? Öyleyse sürünmeye ve ucube hayallere kapılmaya devam! 

Arkadaşlarımın söylediğine göre, politikanın yasak olduğu bu gruplarda ‘Allah bu ülkenin belasını versin’ ayinleri yapılıyormuş. Sanırım şimdiye kadar kaleme aldığım en zor köşe yazısı bu. Neresinden başlayayım bilemiyorum? Avrupa’da kazandığı parayla ucuza Apple telefon alabilmekten, cennetteki çeşitli imkanlara kadar insanımız geniş bir yelpaze üzerinden kendi sınırlarını zorlamaya ve aşmaya devam ediyor.

Telegram grubunda paylaşılan bir video.

Kimse bizim insanımız kadar yaratıcı olamaz. Ülkedeki Suriyeli, Afgan, Pakistanlı ya da Nijeryalı ile kafayı bozmuşken diğer yandan mültecilik planları yapılmaktadır. Bu yabancılaşma gerçekten mide bulandırıcı. Sürekli gerçeklerle uğraşan ve işini iyi yapan gazetecilerin zamanla sinir hastası olması çok normal. Bir tür meslek hastalığı. Siz, topluma gerçekleri yaymaya çalışırken, sizden daha güçlü medya tekelleri çoktan toplumu gemiye bindirmiş, Avrupa kıyılarına doğru yolculuğa çıkartmıştır bile.3 Tüm resmi ve gerçek verilere rağmen tek bir amaç için böylesine birleşmiş/örgütlenmiş bir yalana karşı bireysel bir mücadele veremezsiniz. Bu yüzden iletişim araçları/üretim araçları elinde olmayan bir gazeteci koca bir hiçtir.

İçimizdeki İrlandalılar grubunda 15 Temmuz tarihinde İrlanda’ya dil okulu marifetiyle gelen, canını dişine takan ve ‘Trinity College Dublin’ de yüksek lisans yapma şansına erişmiş genç bir insanımızın ‘+90’ Youtube kanalına verdiği röportaj paylaşılmış.4 Bu kanalı ve bu kanalın facia içeriklerini daha önceki yazılarımda da ele almış ve eleştirmiştim.5 ‘+90’; BBC Türkçe, DW Türkçe, Amerika’nın Sesi ve France 24 English tarafından ortak içerik üretmek için kurulmuş bir Youtube kanalı. BBC Türkçe tarafından hazırlanan ‘Yurt Dışında Okumak’ başlıklı haber serisinin şimdiki durağı İrlanda olmuş. Medyaya söyleyecek sözüm artık yok. Bir ülkenin gerçeğini öğrenmek istiyorsanız hiçbir yeterliliği olmayan insanların kişisel tecrübelerini vermezsiniz. Ayrıca bu insanlar kişisel tecrübelerinin içeriğine çeşitli yalanlar yerleştiriyor olabilir. Bunun temel sebebi, iyi yaşadığını düşündüğü ülkede tutunabilme endişesi olabilir.

Türkçe konuşan ahalimizin Türkiye’den taşıdığı hastalıkların başında bu gelmekte. 10 kişi bir evi paylaştığımızı, ya da tabutluk gibi odalarda yaşadığımızı söylersem İrlandalı yetkililerin dikkatini çekebilir ve işlerimi yürütemez hale getirebilirim kaygısı taşımaktalar.

Kanala konuşan ve dünyanın sayılı üniversitelerinden birinde yüksek lisans yapan genç arkadaşımız hepimizi utandırıyor. İrlanda’da yaşayan insanların sorunsuz ve mutlu insanlar olduğunu iddia edebiliyor. Anlaşılan o ki Dublin sokaklarından oldukça uzak kalmış. Her yazımda sıraladığım gerçekleri, temcit pilavı gibi tekrar sıralamayacağım. Merak eden okur dipnotlardan bağlantılara tıklayarak ihtiyacı olan bilgiye ulaşabilir.

Genç arkadaşımız, aylık 800 Avro ile rahatlıkla geçinebildiğini iddia ediyor. Salgın döneminde Dublin’deki ev kiraları düşmüş. Kiralar, şu anki haliyle bile hâlâ oldukça pahalı. İrlandalı öğrencilerin daracık odalara (mutfak, banyo, tuvalet aklınıza gelecek her şey tek bir oda da) 1000 Avro ödemekten şikâyet ettiği bir ortamda 800 Avro ile geçinmek tebrik ve takdir edilmesi gereken bir durum. Öte yandan gittiği okuldaki öğrencilerin sorunlarına bile kapalı Türkçe konuşan ahalimizin dünyanın en iyi üniversitesinde olmasının anlamı ne?6

Peki, Dublin’de 800 Avro ile gerçekten yaşanabilir mi? Elbette yaşanır; bu yaşamın Türkiye’den farkı tam olarak ne olur, işte bu kısım oldukça tartışmalı. Programda yer alan Ali Can Fincan, Youtube’da İrlanda ile alakalı videolar çeken bir Youtuber. Tıpkı George Ritzer’in devam filmlerini tarif ettiği gibi medyanın öncelikli tercihi, tanınırlığı olan ya da tanınır olma altyapısı olan kişilerdir. Böylece tıklanma/izlenme rakamlarına dair bir öngörüde bulunabilirsiniz. Üzgünüm ama Alican İrlanda’nın gerçeklerine dair en ufak bir şey söylemiyor.

Meseleye iletişim bilimleri çerçevesinden yaklaşırsak Youtube gerçek manada tehlikeli bir yer haline geldi. Tıpkı, konvansiyonel medya gibi hurafe ve yalanların anlatıldığı bir yapıya dönüştü. Tek bir farkla, bu sefer izleyiciler aktif bir biçimde bu mesajları üretmeye ve yaymaya, şansı yaver giderse para kazanmaya başladı.

Şimdi, tam bu noktada İrlanda temsilcisi olduğum ATGB (Avrupa Türk Gazeteciler Birliği) adına üretmiş oldukları bu içerikten dolayı BBC ve ‘+90’ kanalını okuyucularıma raporluyorum. Bu kanal açıkça yalan içerik üretmiştir. İrlanda’nın gerçeklerini bireysel bir çerçeveye indirerek, sorumluluğu genç bir kişinin omuzlarına yükleyecek kadar da etik dışı davranmışlardır.

Haberin metalaştığı, tek kaygının kitlelerin moral ve motivasyonlarının manipüle edilmek istediği bir dünyada bu çerçevede medya tekelleri oldukça başarılı işler üretmekte ve bu sayede bolca para kazanmaktadırlar. Ürettikleri işlerin gazetecilikle hiçbir ilişkisi yok. Aynı kanal yaptığı bu haberden ötürü ülkesinden vazgeçen ve hayatının en büyük riskini alarak başarısız olan insanların, hayal kırıklıklarının ve belki de sönen yaşamlarının bedelini ödeyebilecek mi? İnsanlar yurt dışına ellerini kollarını sağlayarak gelmiyor. Pek çoğu emekçi ailelerin çocukları olan bu gençler, örneğin İrlanda’ya dil okuluyla gelmeyi tercih ettiklerinde banka hesaplarında 7 bin Avro nakit para tutmak zorunda. Kayıt ücretleri ve diğer masraflardan bahsetmiyorum. Özetle, bu insanların pek çoğu Türkiye’de satın alabilecekleri bir evin yarı fiyatını harcayarak yurt dışına gidiyor. Ayrıca Türkiye AB üyesi olmadığı için yüksek lisans ücretlerine iki kat para ödeniyor. Bu parayı ödeyebilmek için çoğu kişi banka kredisi çekiyor ve daha okuldan mezun olup hayata atılmadan geleceğini yıllarca ipotek altına almış oluyor. Varını yoğunu bu işe yatırıp, şansı da yaver gidip dolandırılmadan İrlanda’ya gelen zavallı apolitik insanımızın işi kutsal topraklara ayak bastıktan sonra daha yeni başlıyor. Eğer her şeyinizi bu işe yatırdıysanız ve geri dönecek imkanları da tükettiyseniz, burada yer alan satırları daha önce denk gelip de okumadığınız için kendinizi rahatlıkla suçlayabilirsiniz. Göç meselesi, Apple telefon satın almaya indirgenecek bir mesele değil. Ayrıca bu mesele medya tekellerinin para kazanmak uğruna manipüle edeceği bir mesele de değildir. Burada hep birlikte oturmuş, insanların yaşamlarını bıçaklarla, satırlarla ve ince makaslarla kesip şekillendiriyoruz. Youtube bir içerik, enformasyon ve yalan mezarlığına çoktan dönüşmüş durumda. Ülkelerinde Türkçe bilmedikleri için insanları aşağılayanların ve onları hakir görenlerin Alman devleti C-1 düzeyinde dil yeterliliği istiyor diye eleştirmeleri ne kadar komik, öyle değil mi? 

Salgından sonra milyonlarca insan yurttaşlık payelerini kaybettiler. Örneğin: Türkiye’de 6 milyon öğrenci uzaktan eğitime erişemedi.7 Demek ki 6 milyon insan eğitim hakkına erişememiş. Eğitim hakkına erişemeyen biri sizce gerçekten bir yurttaş mıdır? Yoksa bu hakları elinden mi alınmıştır? Artık interneti olmayan milyonlar insan olma vasfında bile değerlendirilmiyor. İrlanda’da yarım yamalak öğrendiği İngilizcesi ile fabrikalarda çalışan ve salgın döneminde tüm zorunlu ve zorlu işlerde ter akıtan siyah Afrikalılardan Trinity College’de okuyan öğrenci daha mı değerlidir? Kesinlikle daha değerli değildir. İrlanda Cumhurbaşkanı Michael Daniel Higgins çok doğru bir tespit yapmış ve İrlanda’daki üniversitelerin topluma yabancı gençler yetiştirdiğini söyleyerek, sistemi yerden yere vurmuştu. İrlanda’daki üniversiteler, şirketlere memur yetiştirmekten başka bir şey yapmıyor. İnsanların yaşamlarına bakan ve toplumun sorunlarıyla bilimsel bir pencereden, sorgulayıcı bir yöntemle ilgilenen gençler kesinlikle yetişmiyor. Son bir söz, kimseye ülkesini değiştirme ya da değiştirmeme veya ülkesini değiştirme konusunda onları manipüle ederek motive etmek biz gazetecilerin işi değil. Türkiye’de gençlerin yaşadığı sorunların farkındayım. Zira o sorunları ben de acı bir biçimde deneyimledim. Benim burada durduğum tek pozisyon gerçeğin yanında yer almaktır. Tek bir ilkem var; o da halka yalan söylemek suçtur ilkesi. İrlanda’nın gerçeklerini görün ve size sadece gerçekleri anlatan insanlardan gitmeyi düşündüğünüz ülkenin hikâyesini dinleyin (size bir şeyler pazarlamaya çalışan insanlardan değil). Aksi takdirde göç ettiğiniz ülkede yaşamayı başardığınızda herkesin ortak olduğu başarınız yerine sizi koca bir yalnızlığa mahkûm ettikleri ve sürekli başarısızlığınızı yüzünüze vurdukları acı bir gerçekle yüzleşmek zorunda kalabilirsiniz. Eğer alın teriyle yaşamak için mücadele eden bir ailenin çocuğuysanız Yotube’da zaman geçirirken ve çeşitli enformasyonlara maruz kalırken seçici ve dikkatli olun. Atacağınız son mermiyi atmadan önce iyice düşünün.