Sınıf mücadelesi yoksa, gerçek siyasi alternatif de yoktur. Çıkış noktası sınıf eksenli duruş olmak zorundadır. Laiklik ve bağımsızlık mücadelesi ancak sınıf eksenli bu duruş üzerine eklenebilir.

Seçim düzenlemeleri: Fitili çekilmiş bomba

Sağ partiler seçim yasalarıyla “ihtiyaçlarına göre” oynamayı severler. Söz konusu olan, toplumu siyasi İslam ideolojisi doğrultusunda dönüştürmeye kararlı dinci siyasetler ise, o zaman bir seçimi kazanmaktan daha fazlası hedefleniyor demektir ve “temsilde adalet”in hiçbir hükmü olmaz. Seçimler hâlâ yapılabiliyor olsa bile, bu, “siyasi etik” veya “adil siyaset” gibi kavramların dinci siyasetlerde bir karşılığının olmasına götürmez.

AKP’nin “Milletvekili Seçimi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”, 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu ile 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanununda değişiklikler öngörüyor. Özellikle 2839’un 34. maddesinde yapılan değişiklikler kritik. AKP tam dört yıl önce -Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemine (CYS) geçişin hemen öncesinde- 13 Mart 2018’de bu maddede yaptığı değişikliklerle, siyasi partiler arasındaki “ittifakları” öne çıkarmıştı. Temel oyuncular arasına siyasi partiler yanında siyasi ittifakları da katmıştı. Bunun amaçlarından biri de HDP gibi ittifak sorunları olabilecek partileri dışarıda bırakmak, belki de baraj altına itmekti.

Şimdiki teklifle getirilen düzenlemede ise ittifakların asli oyuncu olması artık istenmiyor. Nasıl olsa barajı %7’ye indirerek MHP’yi kurtaracaklarını düşünüp, Millet İttifakı saflarındaki daha dağınık olan yapıyı daha da dağıtmak hedefleniyor. 

2839/34’ün birbirini izleyen birinci ve üçüncü fıkralarında (2. fıkra AYM’ce 1995’te iptal edilmiştir) yapılmak istenen değişiklikleri metin üzerinde gösterirsek daha iyi anlaşılabilir. İzlemeyi kolaylaştırmak için değiştirilen ibareleri üstü çizili olarak, yerine önerilenleri de italik olarak gösterdik:

(Birinci fıkra): “Bağımsız adaylar ve 33 üncü maddede yazılı oranı aşan siyasi partiler ile bu oranı aşan ittifakların, (ittifakı oluşturan partilerin), bir seçim çevresinde elde edecekleri milletvekili sayısı aşağıdaki şekilde hesaplanır:”

(Üçüncü fıkra): “Seçime katılmış siyasi partilerin, ittifakların ve bağımsız adayların adları alt alta ve aldıkları geçerli oy sayıları da hizalarına yazılır. Siyasi partilerin ve ittifakların oy sayıları, önce bire, sonra ikiye, sonra üçe… ila o çevrenin çıkaracağı milletvekili sayısına ulaşıncaya kadar bölünür. Elde edilen paylar ile bağımsız adayların aldıkları oylar ayrım yapılmaksızın en büyükten en küçüğe doğru sıralanır. Seçim çevresinden çıkacak milletvekili sayısı kadar bu payların sahibi olan siyasi partilere, ittifaklara ve bağımsız adaylara rakamların büyüklük sırasına göre milletvekili tahsis olunur”.

Görüldüğü üzere “ittifaklar” yerine “ittifakı oluşturan partiler” ibaresi geçirildiği gibi tek başına ittifaklara yapılan göndermeler de bütünüyle metinden çıkarılmaktadır.

Yasa teklifi ayrıca 2839/34’ün son fıkrasını da değiştiriliyor. Mevcut hali şöyle: “İttifakın elde edeceği milletvekili sayısının hesaplanmasında, ittifak yapan siyasi partilerin toplam oyu esas alınır. İttifakın elde ettiği toplam milletvekili sayısı, ittifak yapan siyasi partiler arasında her birinin geçerli oy sayısı esas alınarak bu maddedeki usule göre paylaştırılır”. Önerilen fıkra ise şöyle: “İttifakın aldığı oy toplamı ülke barajını geçtiği takdirde, seçim çevrelerinde milletvekili hesabı ve dağılımı, ittifak içinde yer alan her bir partinin o seçim çevresinde almış olduğu oy sayısı dikkate alınarak bu maddenin üçüncü fıkrasına göre yapılır”.

Görüldüğü üzere ittifakların koruyucu şemsiyesi artık esas olarak devre dışı bırakılıyor. Milletvekili dağılımında ittifak yapan siyasi partilerin toplam oyunu esas almak yerine ittifak içindeki her bir partinin o seçim çevresinde aldığı oy sayısı dikkate alınıyor. Küçük siyasi partilerin milletvekili çıkarma şansı çok azaltılıyor hatta yok ediliyor. Küçük partilerin milletvekili adayları, ittifakın lokomotif partileri listelerinden seçime katılmaya mecbur bırakılmak isteniyor. 

Bunun da bu partilerin teşkilatlarında ve seçmen tabanlarında huzursuzluk üretmesi bekleniyor. Partilere milletvekili kontenjanlarının dağıtılması ile “seçilecek sıradan aday yapılmak” pazarlıklarının, bir taraftan ittifakın lokomotif partilerinin milletvekili adaylarında büyük bir kaygı ve tepki yaratması beklenir. Öbür taraftan küçük partilerin ağırlıklarını aşan taleplerinin karşılanması güçlüklerini doğurur. Tarafların hem kendi içlerinde hem de birbirleri arasında gerginlikler oluşması kaçınılmaz olur. İktidar bloğunun istediği de tam olarak budur. 

Muhalefetin zayıf halkalarını koparmak

Başka deyişle ince eleyip sık dokunarak yeni bir seçim mühendisliğine soyunulmuştur. Hakkını vermek gerekir: İktidar, rakiplerini bir iç çekişme girdabına sokmak için gayet iyi bir hazırlık yapmıştır. Beklentileri, düzen muhalefetini iç kargaşaya sürüklemekten fazlası da olabilir: Milletvekili paylaşımından memnun olmayan küçük partileri, özellikle de Gelecek ve DEVA gibi kendi içinden çıkmış olanları, daha iyi kontenjanlar vererek avlamak. Parti düzeyinde olamasa bile bazı sivrilmiş siyasi kişilikler üzerinden de çalışabilecek bir transfer düzeneği kurmak. Dolayısıyla, hesaplar sadece karşı tarafın moralini bozmakla sınırlı olmayabilir; Cumhur İttifakı pusuya yatıp bekleyerek rakiplerinin gardını düşürmeye oynamak isteyebilir.

Seçim düzenlemesinin “adil” olup olmadığı ise iktidar sahiplerinin sonuncu tasası bile değildir. Süslü sözlerin satır araları okunabilirse bunu genel gerekçede ve 1. madde gerekçesinde de bulabilirsiniz. “Temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerinin, amaç itibariyle birbirleriyle farklılık arz ettiği bilinmektedir. Bazı seçim sistemleri temsilde adalete ağırlık verirken, bazı sistemler yönetimde istikrarı ön planda tutmaktadır. (…) Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile yönetimde istikrar büyük ölçüde sağlanmıştır”. AKP’nin siyasi iktidar kariyeri %34 oyla TBMM üye toplam sayısının %66’sına hükmetmekle başlamıştır. Bunu kucağında bulmuştur tamam ama, alabildiğine sömürmekten de geri durmamıştır. Üstelik de yeterli bulmamış ve 2017’de çalınmış Anayasa referandumuyla, parlamentoyu saf dışı bırakıp “yönetimde istikrar” adına Cumhurbaşkanını tek kişilik bir yürütme organına dönüştürmüştür. Şimdi bu anlayıştan “temsilde adalet” mi bekleyeceksiniz?

Öte yandan, “TBMM’de grubu bulunmak” hükmü 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanununun 36. maddesinden çıkarılarak, seçime katılma yeterliliği daraltılmıştır. Bunun, kapatılması halinde HDP milletvekili grubunun seçime katılma hakkının bir aracı yapılmasına kapıyı kapatmak için düzenlendiği ve “temsilde adalet”in tam zıttında yer aldığı açıktır. HDP yönetiminin bu olasılıkları dikkate alan B ve C planlarını hazırladığını düşünebilirsiniz. (Umarım öyledir). Ama bu ülkede marjinalize ve kriminalize edilen siyasi partilerin bu tür yedek planlara sahip olmak zorunda bırakılması bile “temsilde adalet” olmadığının bir başka kanıtıdır. (Seçim kurullarının oluşumunda yapılan değişiklikle de adil seçimlerin amaçlanmadığı zaten anlaşılmaktadır).

Öte yandan, “Altılı İttifak” denilen ve merkezi sağa kaymış bulunan ittifakın da iktidarın salvolarına karşı tamamen çaresiz olmadığı söylenebilir. Kendi aralarında oluşabilecek “kontenjan sürtüşmelerini” en aza indirebilmek adına, seçim takvimi ilan edildiğinde kendi ortak siparişleriyle yapılacak güvenilir ve geniş kapsamlı bir seçim anketinin sonuçlarını itirazsız kabullenerek sorunun üstesinden gelebilirler. Tabii bunun için belirli bir siyasi olgunluğa erişilmesi gerekir. Böylelikle, belli bir hareketin kendi gerçek siyasi gücünü yansıtmayan kof iddialarının önüne geçilebilir. Peki bu mümkün mü? Bize göre burada asıl handikap Gelecek Partisi ve Deva Partisinin kendi gerçekliklerini kabullenmeye razı olmayabilecek siyasi kültürlerinden ve yönetim kademelerindeki siyaset açlığından gelebilecektir. 

Sonuç

Bir diğer sorun da, “Mutabakat Metni”nin de gösterdiği gibi, “Altılı İttifakın” ortak bir gelecek vizyonunun olamayışıdır. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem yalnızca bir araçtır; peki amaç nedir? 1921 Anayasası özentisini “olmayacak duaya amin” gibi bir kerelik sapma olarak bir tarafa bıraksak bile, ortada büyük bir boşluk vardır. Millet İttifakı, siyasi düzlemde Cumhur İttifakı veya AKP kadar net ve içsel tutarlılığı olan bir hedefe sahip değildir. Ekonomik düzlemde ise, bugünkü sermaye düzenleme rejimini aşmayı değil onu onarıp ihya etmeyi önermekten başka bir ufka sahip değildir. O zaman kitleler bu sözde siyasi alternatifler arasında gerçek bir seçişi nasıl yapabilecekler? Sadece “başkancı sisteme” tepki üzerinden mi? Yoksa fatura terörüne karşı çıktıkları için, bir umut “belki bunlar düzeltir” diyerek mi iktidarı değiştirecekler?

Aslında meselenin can damarı, halk kitlelerinin ekonomik, sosyal ve kültürel sorunlarına köklü çözümler öneren bir siyasi alternatifin sahneye çıkmasının sağlanabilmesidir. Bu siyasi alternatif de, bugün iktidar ve muhalefette yer alan sermaye partilerinin aksine, emekçilerin sınıfsal kimliklerinin ve taleplerinin sözcülüğünü yapabildiği ölçüde umut olabilecektir. 

Sınıf mücadelesi yoksa, gerçek siyasi alternatif de yoktur. Çıkış noktası sınıf eksenli duruş olmak zorundadır. Laiklik ve bağımsızlık mücadelesi ancak sınıf eksenli bu duruş üzerine eklenebilir. Tersi değil.