Sömürücü ve yıkıcı düzenden kurtulmak için sosyalizmin güncelliği Türkiye için kaçınılmaz. Yeni yaşam düzeni elbette kurulacak, emekçiler sınıfsal istenç ve savaşımlarıyla kuruluşu başaracak.

Samanı yeşil yonca gibi göstermeye yeltenen düzene karşı

Bir tarafta yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklarla savaşacağını söyleyerek 2002 sonunda iktidara gelen, emekçi halkı daha yoksul yapan,  ülkeyi yolsuzluklara boğan, baskı ve yasaklarla yöneten, ulusal ve uluslararası sermayenin sözünden çıkmayan, halkı gericiliğin karanlığına mahkum edip dinselliğin aldatıcı ışığıyla kul olarak yaşatmaya kalkışan, parlamenter tarihselliği “tek adam” rejimiyle yırtıp atan, ilerlemeci, aydınlanmacı, laik cumhuriyeti yok eden, Anayasa ve hukuku istediği gibi kullanan ya da kullanmayan, meşruiyet sorunlu, “sıfırlama” meşruiyeti olmayan cumhurbaşkanlığı adaylığını dayatan, afetin altında kalıp buradan fırsat yaratmaya kalkışan AKP, Cumhur İttifakı.

Yanı başında “tek adamı” göndermeyi, düzenin çatlaklarını sıvamayı, parlamenter rejime ve hukuk devletine dönmeyi hedefleyen ama aday kriziyle vitrin yapan, düzen siyasetinin her dalından koltuğun yer aldığı Altılı Masa, Millet ittifakı. 

Sömürücü ve gerici düzenin bileşenleri umut oldukları savıyla yarışıyorlar. Aynı ideoloji ve siyaset içindeki bu çok partili durum ve geçici kapışmalar hem çıkar ilişkilerini ve düzeni korumayı hem de iktidar/muhalefet çelişkisi görüntüsüyle halkı kandırmayı hedefliyor.    

Millet İttifakı içinde yaşanan kriz ve aşılma heyecanı da gösterdi: 

Emekçi halkı bağımlı, sömürücü, dinselliği ve milliyetçiliği içinde taşıyan, eşitsiz, adaletsiz, sermayenin sınırsız baskısı altındaki düzenle, aldatıcı umutlarla uzlaştırmak istiyorlar. Sol, sosyalist, komünist siyaseti bu siyaset arenasında susturmak ve kendi deyişleriyle “yıldızlar takımı”yla yandaşlaştırmak istiyorlar. Çıkar ve paylaşım hesaplarını “isimlere” bağlayarak aralarında yaptıkları uzlaşmanın içine emekçi halkı da çekmek istiyorlar.  

Bu kandırmayı, hep yaptıkları gibi, AKP’yi ve liderini meşrulaştırarak yapıyorlar.  Anayasa hükmü gereği aday olamayacak, “en fazla iki defa cumhurbaşkanı” seçilen “bir kimse”nin adaylığını, “Anayasaya aykırı ama yeneriz” diyerek kabul ediyorlar.  

İlke olarak seçimle göndermek ne kadar demokratik ve hukuksalsa aday olamayanı aday yapmadan göndermek de o kadar demokratik ve hukuksal.

“Aday olamaz ama YSK var”, “YSK var ama iktidarın elinde”,  “aday olsun sandıkta yeneriz”, “bu seçim son kavşak”, “oylar boşa gitmesin” sözleriyle iktidarın peşine bağlanan durum halkın gözüne buğulu yeşil gözlük takıp sömürücü düzeni saklamaktan, halk üzerinden çıkar sağlamaktan, genel oy sahibinin söz ve karar sahipliğini çalmaktan başka bir şey değil.

Kaldı ki Altılı Masa iç krizinden önce “Erdoğan iki defa seçildi, artık aday olamaz” görüşünü açıkladı. Kaldı ki seçimler o eleştirilen YSK’nin yönetim ve denetiminde yapılacak.

Kendi aday tartışmalarına kenetlenip halkı da buraya dikkat çektirirken Cumhur İttifakına teslim olmuş durumdalar. Bu teslimiyetin içinde, teslim alanların kurallarına göre oyalanıp duruluyor. Seçimlerin ne zaman yapılacağı bile iktidarın elinde.

Durum çok açık: Mevcut cumhurbaşkanı, yine Anayasa diliyle aday bile olmadan, sandığa girmeden gidebilecek “bir kimse”. 

Hukuken aday olamayacak, hukuksal meşruiyeti olmayan bir adaya meydan okuyarak meşruiyet kazandırmak, çözümü de seçimlerin yönetim ve denetiminden sorumlu anayasal organa havale etmek siyaset hakkı ve gücünü YSK aracılığıyla rakibe teslim etmek anlamına gelmez mi?

Adaylık siyasi bir eylemdir, biçimi hukuksaldır. YSK siyasi faaliyet hakkını kullananların yerine geçemez. “İstanbul BŞBB seçiminde seçmenin yerine geçti, burada da siyaset alanını işgal edebilir” diye gerekçe olmaz. O gün susanlar, gerçeği açıklayıp dik duruş göstermeyenler, “seçim tamamlanmıştır” diyen TKP’yi bu dik duruş nedeniyle eleştirenler bugünkü hukuksuzlukların yolunu açtı.

Siyasal faaliyetin en doğal propagandalarından, yurttaşın en doğal hakkı olan “hükümet istifa” isteğinin bile arkasında duramadılar. 

Her durumda AKP’nin hukuksuzluğundan söz edenler iktidar isterken “artık yapacak bir şey yok” aymazlığı içinde hukuksuz davranırsa, söz verdikleri hukuk devletinden ve güvencesinden nasıl söz edilecek?

Külliyeyi boşaltmak biçimsel, sembolik. Emperyalizme, kapitalizme bağımlılık, NATO, özelleştirmeler, yok edilen laiklik, güçlendirilen tarikat ve cemaat ağı ne olacak? Sermaye sınıfının sınırsız baskısı, sömürü ne olacak? 

Erdoğan’ın “kilometreyi sıfırladık” sözlerinin anlamı açık: İlerlemeci, aydınlanmacı, laik Cumhuriyetin yerine, sermayeyle, siyasal İslamla el ele vererek yeni bir düzen kurmak, halkı da kul yapmak.

Siyasal iktidara yönelik direniş yollarının kırılması nasıl kabul edilemezse, bu düzenin nöbet değişimleriyle sürdürülmesi de kabul edilemez.

Yoksulluk, eşitsizlik, adaletsizlik, baskı içinde yaşanan afet, kimliği bilinen/bilinmeyen can kayıpları, enkaz altında ölüme yatırılanlar, görev ihmalleri ve ayrımcılıkları, yaşam ve sağlık hakkı bozmaları, bütünüyle sömürücü düzen kabul edilemez. 

Bu yıkım ve sömürü içinde ayakta duran halkın dayanışma gücünün düzenle uyumlaştırıldığı, emekçilerin savaşım gücünün kırıldığı yaşam kabul edilemez.

8 Mart Emekçi Kadınlar Gününde afet bölgesine giden Kadın Dayanışma Komitelerinin deyişiyle; Yarınlara Sözümüz Var: Yeni Bir Ülkeyi Hep Birlikte Kuracağız!

Sömürücü ve yıkıcı düzenden kurtulmak için sosyalizmin güncelliği Türkiye için kaçınılmaz. Yeni yaşam düzeni elbette kurulacak, emekçiler sınıfsal istenç ve savaşımlarıyla kuruluşu başaracak.1