'Konunun esası siyasidir. Nükleer savaşı önleyecek şey, bahsettiğimiz devrimci iyimserliğin yeniden örgütlenmesidir.'

Nükleer tehdit nasıl önlenir?

Dünya halkları Ukrayna’da somutlanan uluslararası gerilimde sadece savaş ile değil nükleer silahların kullanılmasıyla da tehdit ediliyorlar.

Bu noktaya nasıl gelindiğini kısaca hatırlamakta yarar var.

Maddenin iç içe geçmiş sonsuz zenginliği nedeniyle küçük bir kütlenin dahi büyük bir enerji barındırdığı 20. yüzyılın başında keşfedilmişti.

Bu keşfin bir silahın icadına dönüşmesi ise İkinci Dünya Savaş’ında gerçekleşecekti. ABD yöneticileri Almanya’nın nükleer bir silaha sahip olabileceği endişesi ile Manhattan Projesini başlattı. Daha önce incelediğimiz bu konu görülmedik ölçekte bir bilim ve teknoloji üretimine işaret ediyordu. Kanada, İngiltere ve ABD’de birçok noktada dönemin çok sayıda teorik fizikçisinden nükleer reaktörlerde ve madenlerde çalışan işçilere kadar 600 bin kişinin elinin değdiği bir projeydi.

ABD sermayesi kısa bir süre sonra Nazi Almanya’sının nükleer silah geliştirecek olanağa sahip olmadığını fark edecekti. Ancak proje durdurulmadı, aksine Avrupa’da Nazilerle çatışarak ilerleyen ve sonra Pasifik savaşına katılacak Kızıl Ordu’yu durdurmak gibi yeni bir amaca kavuştu.

Projeyi hızlandırdılar, 16 Temmuz 1945’te ilk atom bombası denemesi ABD’de yapıldı ve hemen bir ay sonra teslim olmak üzere olan Japon kentlerinde kullanıldı. Yaşanan kitle katliamı sermaye elinde bilimin ve mühendisliğin nasıl suistimal edildiğini ve kitlesel cinayetlerde nasıl kullanılabildiğini gösteriyordu.

Burası konumuz açısından çok önemli, ABD ve o dönemdeki karar vericiler yüz binlerin nükleer silah kullanılarak katledilmesinden dolayı hiçbir zaman yargılanmadılar. ABD savaşın galiplerinden biriydi, sözde SSCB’nin müttefikiydi, ideoloji üreten çok güçlü mekanizmalara sahipti vb.

Ama eğer işlenen bir suçla insanlık yüzleşmemişse tarihsel olarak tekrar bu suçla karşılaşma olasılığı vardır. 

İçinden geçtiğimiz dönem tam da böylesi mahkûm edilmemiş bir katilin aramızda dolaştığı günlere işaret eder. ABD’yi kast etmiyoruz, suçlu olan genel olarak sermaye sınıfıdır.

1945’e geri dönelim:

Savaşta, evet, ABD galiplerden biridir ama savaşın başında delicesine arzu ettikleri Sovyetler Birliği’nin yıkılışı gerçekleşmemiş, aksine onca kayba ve yıkıma rağmen savaştan güçlenerek çıkmıştır. Akıllarına hemen atom bombasının Sovyetler Birliği üzerinde kullanılması gelir.

Eğer bunu savaştan hemen sonraki 4 yıl içinde yapamadılarsa habis karakterlerine biraz olsun insanlık sızdığı için değildi, iki sorunla karşılaştıkları için kendilerini tutmak zorunda kalmışlardı.

Birincisi, faşizmi yenen Sovyetler Birliği bütün dünyada emekçi sınıflar açısından büyük bir saygınlık kazanmıştı, kendi egemenliklerindeki emekçileri Sovyetlere kötülük yapmak üzere yöneltmeleri zordu.

İkincisi ise atom bombaları o dönemde seri olarak üretilemiyordu ve sayısız taburdan oluşan Kızıl Ordu’yu bir iki bomba ile durdurmaları teknik olarak mümkün değildi.

Sonrasında ise malum katillerin elini bağlayan başka bir sorun çıkacak, 1949’de Sovyetler Birliği ilk atom bombası denemesini gerçekleştirecek, nükleer dengeyi sağlayacaktı. Sovyetler Birliği’nin nükleer silah üretme süreci Türkiye’de çok bilinmiyordu, Madde, Diyalektik ve Toplum’un önümüzdeki hafta yayınlanacak sayısında Ogün Eratalay ve Hasan Karabıyık iki ayrı makale ile bu süreci ayrıntılı bir şekilde ele aldılar. Enormoz Projesi 20. yüzyılda sosyalizm altında bilim ve teknoloji üretiminin ulaştığı düzeyi göstermesi açısından önem taşıyor.

Üstünlüğü ele geçirmek isteyen ABD tarafından Kasım 1952’de hidrojen bombasının ilk denemesi yapıldı, Sovyetler hemen 9 ay sonra yaptıkları denemeyle dengeyi tekrar kurdular.

Sovyetler Birliği’nin çözüldüğü 1990 başlarına kadar denge üstüne kurulu süreç çok öğreticidir.

Bir yandan Sovyetler Birliği’nin içeride ve dışarıda bir devrimci hamle yapmasının kısıtlandığı yıllardır, öte yandan bu yıllar barışı savunmak ve nükleer bir savaştan insanlığı korumak için verilen büyük bir çabaya tanıklık eder.

Sovyetler Birliği’nde işçi sınıfı iktidarı faşizme yakın bir rasyonaliteye sahip ABD sermayesini barış masasına oturtmak, silahsızlandırmayı sağlamak için büyük bir mücadele verir. Öyle hale gelir ki barış mücadelesi verenler artık emperyalizm tarafından hemen komünist olarak tanımlanmaktadırlar, bu da çok yanlış değildir.

Şimdi gençlerin hatırlaması zor olan bir örnek, Türkiye’de 12 Eylül faşizminin çok sayıda aydını Barış Derneği davasından yıllarca hapiste tutmasıdır.

Sovyetler Birliği bütün bu süreçte ne olursa olsun, ilk nükleer saldırıyı yapmayacağını tek taraflı deklare etmiştir.

Bu tavır devrimci bir iyimserliğe dayanmaktadır. Dünya ve insanlık yok olmamalıdır ki eninde sonunda sosyalizm bütün dünyayı kaplasın. Yenilgiler, geri çekilmeler olabilir, ama insanlık sonunda eşitlik ve özgürlüğe dayalı bir toplumu kurmayı başaracaktır.

Başarılı bir nükleer silahsızlandırma anlaşması Garbaçov döneminde çözülüşle birlikte imzalanabilir. Ama bu bir ironidir, çünkü iç rahatlatıcı gibi duran bu teslimiyet, aslında bugün karşılaştığımız emperyalist rekabetin ve sermayenin ölümcül rasyonalitesinin önünü açmıştır:

“Eğer insanları sömüremeyeceksek ve dünyaya hâkim olmayacaksak, yok olsun gitsin.”

Gerçekten 2011 sonrası bugüne kadar şiddetlenen emperyalist rekabetin bir yüzünün nükleer silahlanmaya dayandığını fark ediyoruz. ABD “soğuk savaşı” sona erdiren anlaşmalardan tek tek çekildi, nükleer cephaneliğini modernize etti, nükleer silahların kullanımını kolaylaştıran taktik silahların sayısını artırdı, İngiltere’nin klasik yardakçılığı buna eşlik etti. 

Buna karşılık artık sermaye tarafından yönetilen Rusya’nın Sovyet duyarlılıklarını terk ettiği görüldü. İlk nükleer silah kullanmama garantisini iptal ettiler. Yeni bir silah nesli ileri sürüldü, eski stratejileri boşa çıkaran ve nükleer başlık taşıyabilen, manevra kabiliyeti yüksek çok hızlı hipersonik füzeler devreye sokuldu.

Nihayet Ukrayna krizi esnasında bütün Batı emperyalizmini yaptırımlarla karşısında bulan Rusya sermayesi elindeki nükleer kartı masaya koydu.

Nükleer savaşı önleyecek anlaşmalar burada ele alınamayacak kadar geniş bir teknik konuyu oluşturuyor.

Ama aslında konunun esası siyasidir.

Nükleer savaşı önleyecek şey, bahsettiğimiz devrimci iyimserliğin yeniden örgütlenmesidir.