Emperyalizm sadece sermaye ihracatına, mali sermayeye, pazarların paylaşılmasına dayanmıyor, son dönemde hızlı bir şekilde sermaye tarımsal alanları tekeline almaya başladı.

Neden sermaye tarım arazilerine el koyuyor?

Hazır dünya azıcık sakinken günümüz emperyalizminin bir yönelimini anlamaya çalışalım.

Emperyalizm sadece sermaye ihracatına, mali sermayeye, pazarların paylaşılmasına dayanmıyor, son dönemde hızlı bir şekilde sermaye tarımsal alanları tekeline almaya başladı.

Bill Gates’i duymuş olmalısınız, geçen aylarda ABD’de aldığı topraklar gündem oldu. Microsoft tekelinin sahibi olan Gates’in 1.000 kilometre kareye yaklaşan tarım arazileri ile İngiliz Kraliçesi 2. Elizabeth’i bile geçtiği söyleniyor.

Sorulduğu zaman kendisine “Bir program yazılımcısı patron olarak ne demeye bu kadar tarım arazisi aldın?” diye, dünya kurtarıcısı rolüne bürünüyor. Daha az su gerektiren tohum deneylerinden veya biyoyakıt olarak kullanılacak ürünlere ilişkin projelerden bahsediyor.

Bütün patronlar gibi gerçeği çarpıtıyor. Mütevazı bir tarım deneyi bizim apartmanın arka bahçesinde bile yapılabilir, bin kilometre kare tarlaya gerek yok tabii.

Tarım arazilerine el koymanın buz gibi kendi bencil çıkarlarını temsil ettiğini ve gerekirse bunu milyonların mahvı üzerine inşa etmekten kaçınmadıklarını bir patron olarak saklıyor.

Bu kadar büyük arazilerin ele geçirilmesinin yerel çiftçileri çok zor duruma düşürdüğü ve toplumsal dokuyu dağıttığı biliniyor.

Ayrıca sermayenin tarıma ilgisi Gates’in kenarından itiraf ettiği gibi biyoyakıtlarla ilişkili. Yüz milyonlar açlıktan kıvranırken dünyada, bu alçaklar herkese sattıkları arabaların deposunu dolduracak ucuz benzin bulmaya bakıyorlar.

Bill Gates bu furyada yalnız değil, örneğin ABD medya devi Ted Turner’ın 500 bin dönümlük bir araziye el koyduğu biliniyor. 

Sermayenin bu eğilimini anlamak için çok uzağa gitmeye gerek yok belki. Türkiye’de de sermaye büyük tarım arazilerini ele geçiriyor. Aynı zamanda Türkiye örneği bize şunu hatırlatıyor. Kapitalizmin yol açtığı iklim değişikliği ile birlikte su en değerli nesne haline geliyor ve tarım arazisine el koyan sermaye yer altı ve üstü su kaynaklarını da el geçirmiş oluyor.

Türkiye’de de bu süreç yerel küçük üreticiyi yok ediyor. Aslında hepimize ait olan su ise ister paketlenerek ister tarım ürünlerinin içinde uluslararası düzeyde pazarlanıyor.

Ve tamamen sermayenin bir bürosuna dönen devlet, arazileri önce küçük mülk sahiplerinden almak üzere zorunlu olarak kamulaştırıyor, sonra tekel oluşturacak şekilde sermayeye devrediyor.

Ulusal düzeydeki bu toprak gaspı eğilimi emperyalist düzende uluslararasılaşıyor. 250 milyon hektarın üzerinde tarım arazisi yabancı şirketlere ve onların devletlerine satılıyor veya kiralanıyor. 

Asya ve Güney Amerika ülkeleri tarım gaspına maruz kalmakla birlikte tekeller tarafından ele geçirilen toprakların %70 kadarı Afrika’da bulunuyor.

Kuzey ve Güney Sudan, Mozambik, Kongo, Kenya, Etiyopya topraklarını sermayeye açan veya açmak zorunda bırakılan ülkelerin başında geliyorlar. Kendi halklarının çok ciddi gıda güvenliği sorunu varken tarım alanlarını yabancı sermayeye kaptırmaları günümüz emperyalizminin en adaletsiz, mantıksız ve acı yanını oluşturuyor.

Diğer ülkelerde tarım topraklarını ele geçiren ülkelerin başında İngiltere, ABD, Çin, Güney Kore, Suudi Arabistan, Katar, BAE, İsrail geliyor.

Neden toprakları ele geçiriyor bu ülkeler?

Emperyalizm bardakta durduğu gibi durmaz, kural bu, bu kadar büyük tarım alanlarını ele geçirirseniz o ülkeleri yönetmeye de başlarsınız.

Biyoyakıt ilgisine değinmiştik. Bunu yağmur ormanlarını yok ederek yapmaktan geri durmadıklarını ekleyelim.

Ama en önemlisi, giderek yaklaşan tarım krizinde kentlere yığılan ve ücretli emek sömürüsüne tabi işçi yığınlarını bant başında tutacak gıda güvenliğini en ucuz yoldan temin etmeye çalışmaları. Yani artı emek sömürüsünün bir girdisi olarak süreci ele alıyorlar, böylece emeğin sömürüsü çok daha toplumsallaşıyor ve karmaşıklaşıyor.

Türkiye ise Sudan’a bu konuda el atmış ve toplam 780 bin hektarlık tarım alanını Türkiye sermayesine açmış durumda.

Öte yandan emperyalizmle bütünleşme şu anlama geliyor, Türkiye sermayesi başka ülkelerin tarım arazisine mi el koydu, başka ülkelerin sermayesi de Türkiye’deki tarım arazilerini gasp ediyor. Yabancı sermayenin Türkiye’de 19 milyon metrekare arazi aldığı söyleniyor.

Son olarak bütün bu tarım arazilerindeki uluslararası tekelleşme eğilimi için açıkça söylenmeyen bir ajandadan bahsedelim.

Şu çok söylenir ve son derece haklı bir belgidir: “Ya sosyalizm ya barbarlık”.

Bu belgi insanlık sosyalizme geçmediği sürece sermayenin elinde bir felakete doğru sürükleneceği saptamasına dayanıyor. İster iklim ve çevresel sorunlar ister büyük ölçekli savaşlarla sermayenin değersizleştirilmesi…

Ancak Roma’nın yıkılışını hatırlayın, köleler iktidarı ele geçirselerdi, her şey farklı olabilirdi. Ama dünya çapındaki çürüme ve acımasız sömürü düzeni kendi içinde zayıfladı ve yıkıldı. Yerini ticaretin ve kentlerin öneminin azaldığı, toprak sahiplerinin egemenliğinde inşa edilen feodalizme bıraktı.

Gerçekten bu alçakların dünyayı bir felakete sürüklediklerinin farkında olmadıklarını düşünmek saçma olur. Eğer biz iktidara gelemezsek ve yıkım gerçekleşirse “barbarlık” bir toprak ağaları düzeni şeklinde kendini gösterebilir.

İnsanlığın kaderini ele almak için yaptığımız örgütlenme çağrısı boşuna değil.

Ucunda Bill Gates’in, Turner’ın, Koç’un, Sabancı’nın toprak kölesi olmak var!