"Tam olarak böyle olmayacak sayın Bakan. Şöyle olacak. O maaşını kaybetmekle tehdit ettiğin işçiler var ya… Onlar kol kola girecek, seni ve temsil ettiğin sınıfı iktidardan indirecek."

Nebati’nin kaybedecek şeyleri

Göreve geldiğinde en çok gericiliği konuşuldu. Hazine’yi Lütfi Elvan’dan devraldığını duyuran kararname Resmi Gazete’de yayınlandıktan birkaç saat sonra, sabaha karşı üç sularında attığı tivitteki şükür duası da bunu perçinledi.

Önce Rabbine sonra asrın liderine…

İlim Yayma Cemiyeti, Ensar, TÜGVA gibi adı skandallara karışan ne kadar gerici dernek-vakıf varsa hepsiyle, AKP’lilerin çok sevdiği tabirle “iltisaklı” bulunuyor.

Oysa hepsini gölgede bırakan bir başka kimliği var yeni Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin.

O bir patron.

Tekstilci, akaryakıt istasyonu işletmecisi, zincir mağaza sahibi, MÜSİAD, İTO gibi patron örgütlerinin temsilcisi. Atandığı gece, duasını tamamladıktan sonra hiç es vermeden bu kimliğiyle konuşuyor.

Habertürk’den Sevilay Yılman’a hafta başında verdiği röportaj bu açıdan vesikalıktır. Rol yapmadığını, gerçek bir patron gibi yaşayıp öyle konuştuğunu gazetenin genel yayın yönetmeni Fatih Altaylı da teyit ediyor. Altaylı, daha sonra yayından kaldırılan yazısında Nebati ile aslında bir röportaj yapılmadığını, gazetede yayınlananın bir teşekkür telefonu görüşmesinde yapılan dostane konuşma olduğunu yazdı. Yani röportaj diye okuduğumuz aslında maskesiz bir Nebati portresi.

“Nasıl bir yol yordam izleyeceksiniz?” sorusuyla başlıyor sohbet.  “Öngörülebilirlik” diye yanıt veriyor. Yönetişimden bahsediyor, iletişimin önemini vurguluyor. Her biri şirket yöneticilerden sıklıkla duyulan janjanlı ama boş laflardır. İşçiler “patron ağzı” derler. Öngörülebilirlik, “bana para kazandırmayı sürdüreceksin”, yönetişim “bunun için eşek gibi çalışacaksın”, iletişim “her dediğimi yapacaksın” demektir.

Aynı röportajın içinde, defalarca tekrarlayıp duruyor patron olduğunu. Bir patron olarak demokratik ve serbest piyasa ekonomisine sonuna kadar inanıyor. Asgari ücretteki artışı, bir bakan olarak değil bir patron olarak destekliyor. Ekonomiye dair söylediklerini kamu kurum ve kuruluşlarının önünden bile geçmemiş bir işadamı olarak söylüyor. Maskesiz dedik ya...

Pazar günü Dolmabahçe’de sınıf kardeşleriyle buluştu. Sanayi ve finans sektörlerinin önde gelen isimleriyle upuzun bir toplantı yaptı. “Gözleri parlayarak ayrıldılar” diyor. Yabancı yok, biz bizeler.

Ankara’da bir fabrikada sendikalaştıkları için işten atılan işçilerin kapıda direnirken yanlarına gelen genel müdür, “bizim patron kendisi için değil bu ülke için çalışıyor, sizin için çalışıyor” demişti. İşçilerin patlattığı kahkaha canını sıkmasa daha da nutuk çekecekti ama olmadı, moral bozmak için geldiği işçilerin yanından basıp gitmek zorunda kaldı. Nebati’nin anlattıkları da bu misal. “Canım, ne fark eder” diyor, “Ahmet kazanmış, Mehmet kazanmış, katma değer bu memlekette kalmıyor mu?”

Artık kimsenin yemediği “aynı gemideyiz” hikâyesi. Bir şişe süt 16 lira olmuşken üstelik…

Birine milyarlarca dolar ciro-kar, diğerine 4 binin altında mı kalsın az geçsin mi diye karar vermeye çalıştıkları aylık asgari ücret. Biri ekmek kuyruğunda diğeri parasını peşin ödediği tek kapılı spor arabasının teslimat sırasında.

Erdoğan “ekonomik kurtuluş savaşı” diye tanımlamıştı. Nebati altını çiziyor:

“Bitersek hep beraber biteriz”

Kazanırsak da hep beraber kazanırmışız!

Kim tutar bizim patronu, devam ediyor:

“Sen maaş alıyorsun, en fazla neyini kaybedersin ki? Ama ben bütün varlığımı kaybederim”

İşçiler bu masala aptal olduklarından değil güçsüz kaldıklarından bir şey demiyor. Şimdilik.

Tam olarak böyle olmayacak sayın Bakan. Şöyle olacak. O maaşını kaybetmekle tehdit ettiğin işçiler var ya… Onlar kol kola girecek, seni ve temsil ettiğin sınıfı iktidardan indirecek. Sanayi tesislerini, karayollarını, hastane ve okulları devletleştirecek. İnsanın insanı sömürmesini yasaklayacak. İşte o zaman memleket bayram yeri olacak.

Biraz bekle sayın bakan. Görevin diğerleri gibi çok kısa sürmesin. Sürmesin ki o mutlu günü kaçırma.