Nuland Ukrayna darbesinin mimarlarından sayılır. Girip çıktığı yerlerin karışması olağan görülmelidir. İşte bu kişi şu an Türkiye-ABD Stratejik Mekanizması müzakerelerine katılmak üzere Ankara’da.

NATO’yla demokrasicilik oynamak

Meslek hayatım boyunca amirlerimden en sık aldığım öğütlerden biri, bir olayı aktarırken karşındaki bununla ilk kez karşılaşıyormuş gibi yazmaktı. Sanırım uymakta en çok zorlandığım mesleki tavsiyeleri sıralasam bu ilk beşe girer. Bununla birlikte, İsveç’in NATO’ya katılmasına onay verilmesine dair süreci değerlendirmek gerektiğinde kaseti başa sarmak adeta bir zorunluluk gibi görünüyor.

ABD’de 2020 seçimini kazanan Demokratlar’ın hazır kadroları ve fikirleri, planları vardı. Bu fikirlerden biri “Rusya Sorunu”nu halletmekti. Bunun için seçilen cephe Ukrayna’ydı. 2014’te gerçekleştirilen darbeyle Ukrayna’da iktidar değiştirilmiş, cephenin politik altyapısı hazırlanmıştı. Plan işledi. Rusya Ukrayna’da bir savaşa çekildi. Savaşın iki sonucu olabilirdi. Birincisi Rusya’nın yenilip parçalanması, ikincisi yıpratılıp yönetim değişikliğine zorlanmasıydı. Demokratlar, Yeltsin benzeri bir liderliğin tesisinin Rusya’nın zengin doğal kaynaklarını ABD ve İngiltere sermayesine açabileceğini hesaplıyorlardı. 

Buraya dipnot niteliğinde bir bilgi sıkıştıralım. Demokratların o “hazır” kadroları içinde göze batan isimlerden biri ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Vekili ve Siyasi İşler Müsteşarı Viktoria Nuland’dır. Nuland Ukrayna darbesinin mimarlarından sayılır. Girip çıktığı yerlerin karışması olağan görülmelidir. İşte bu kişi şu an Türkiye-ABD Stratejik Mekanizması müzakerelerine katılmak üzere Ankara’da. Ziyaret önceden planlanmış olabileceği gibi, İsveç pazarlığına bağlanmış olması da ihtimal dahilinde görülmelidir. Nuland’ın girdiği ülkeye barış ve huzur gelmeyeceğini yineleyip bu dipnot görünümlü parantezi kapatalım.

Ne diyorduk? İşte son NATO genişlemesi böylesine bir fikrin ve Ukrayna savaşının uzantısı olarak gündeme geldi. Savaşın üzerinden 6 ay geçmiş, çatışmanın hızla sonuçlanmayacağı az çok belli olmuştu. Savaşın varlığı, “Rus tehdidi” NATO genişlemesi için bir meşruiyet sağlayacaktı. Bu ortamda Finlandiya ve İsveç üyelik için başvurdular. Her iki ülkenin yöneticileri de halklarına bu başvuruyu “büyüyen Rus tehlikesi”yle izah ettiler. İsveç Genelkurmay Başkanı hızını alamamış olacak ki, geçen hafta hâlâ “yaklaşan savaşa zihnen hazır olunması gerektiğini” söyledi. 

Akepe Genel Başkanı bu üyelik başvurularını esas itibariyle ABD ile gerilen ilişkileri onarma ve kendi iktidarını sağlamlaştırma fırsatı olarak gördü. S-400 alımı sebebiyle Türkiye F-35 programından çıkartılmıştı. Eskiyen F-16 filosunun yenilenmesi gerekiyordu. ABD Türkiye’ye CAATSA diye bilinen yaptırımları uygulamaya başlamıştı. Kanada gibi kimi ülkeler Türkiye’nin İHA/SİHA üretiminde kullandığı bazı hassas askeri malzemeleri satmıyorlardı. Erdoğan Biden’la görüşemiyordu, hasret büyümekteydi. Özetle, dert bini aşmışken, NATO’nun oybirliği kuralı Akepe iktidarı için önemli bir olanaktı.

Pazarlık 20 ay önce başladığında, birçok kişi azami 6 ay içinde İsveç ve Finlandiya’ya onay verileceği kanısındaydı. 6 aylık tahmin sadece Finlandiya için tuttu. Rusya Finlandiya’nın üyeliğinden rahatsızlık duyduğunu, İsveç’in üyeliğinin ise daha ikincil olduğunu daha o zamandan açıklamıştı. Bu da anlaşılır bir durumdu zira Finlandiya’nın NATO’ya katılması, Rusya’nın bu ittifakla olan doğrudan kara sınırını neredeyse ikiye katlıyor, ayrıca Kuzey Kutbundan, Batum’a kadar uzanan bir NATO kuşatması anlamına geliyordu.

Finlandiya’nın bu şekilde pazarlık kapsamı dışına çıkmasından sonra devam eden genişleme müzakeresinde İsveç’in üyeliğine karşı öne sürülen PKK ve Fethullahçılar’la ilgili gerekçeler inandırıcılıktan uzaktı. Fethullahçıların İsveç’teki varlığı gerçek olsa da, cemaatin ininin ABD’de olduğu herkesin malumuydu. PKK bağlantılı kuruluşların İsveç’te serbestçe faaliyet gösterdikleri bilinmekle birlikte, bu durum Fransa’dan Almanya’ya, Belçika’dan Hollanda’ya neredeyse bütün NATO üyeleri için de geçerliydi. Kaldı ki, bütün bunların ötesinde PKK uzunca bir süredir ABD’nin Suriye ve Irak’ta taktik müttefiki haline gelmişti. Erdoğan’ın buradaki hedefi zaten somut sonuç elde etmek değil, Türkiye’de iktidar blokunda konumlananlar da dahil, milliyetçi çevreleri oyalamak ve arkasına sıralanmalarını sağlamaktı. Bunu da başardı. Bir sürü aklı başında kabul edebileceğimiz adam “haklıyız” havalarına girip Erdoğan’ın değirmenine su taşımakta sakınca görmedi.

Bunlar ortada dururken, Akepe Genel Başkanı bir ara AB üyeliği meselesini gündeme getirdi. Türkiye İsveç’e onay verecek, karşılığında İsveç Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyecekti. Orada Erdoğan’ın hedefi üyelik değil, Gümrük Birliği’nin derinleştirilmesi ve AB ile yakınlaşma gibi gelişmeleri kullanarak ekonominin ihtiyaç duyacağı dış finansmanı ucuzlatmaktı. AB süreci canlanıyor sanarak anlamsızca heyecanlananlar olduğu gibi, meseleyi tam anlayamayanlar ve ne alakası var diye soranlara da rastlandı. Her ne ise, oradan da somut bir şey çıkmadı. Unuttuk gitti.

Başta yazdığım gibi, İsveç aslında bu “büyük oyun”da figürandı. Yoksa Türkiye’yi yönetenlerin de, muhalefet taklidi yapanların da dünyanın en tehlikeli savaş makinesi olan NATO’yla bir dertleri yoktu. TBMM’de yapılan oylamanın sonucu  bunu açıkça gösterdi. 

Peki ABD İsveç konusunda neden bu kadar ısrarcı davrandı? İsveç’in NATO üyeliğinin Rusya’ya doğrudan sınırı olmaması nedeniyle Finlandiya kadar önem taşımadığı düşünülebilir. Ancak meselenin Avrupa haritası üzerinde göremediğimiz  bir boyutu bulunuyor. ABD’nin, iklim değişikliği sebebiyle giderek daha kritik hale gelen Arktik (Kuzey Kutbu) politikaları bakımından İsveç’in NATO üyeliği ilave bir kazanım sayılabilir. Bunun dışında İsveç önemli ve nitelikli bir silah üreticisi. Yine de esas önem taşıyan, genişlemenin ve kuşatmanın aralıksız sürdürülmesi olgusuydu. ABD böylelikle, Moskova’ya ve dolaylı olarak Pekin’e “ensendeyim” mesajı verebilecekti.

Gelinen noktada, F-16 alımının mümkün hale geldiği söyleniyor ve bu adeta bir başarıymış gibi pazarlanıyor.  Benim düşüncem, bu pazarlıktan bağımsız olarak F-16’ların Türkiye’ye önünde sonunda satılacağıydı. ABD Rusya’yı çevreleme siyasetinde bu kadar mesafe almışken, güneydoğu kanadının hava gücünü zayıflatmayı göze almazdı.

Bir diğer sonuç ise, Türkiye’ye yönelik hassas teknoloji ambargosunun Kanada tarafından kaldırılması oldu. Her ne kadar, bu işlerden iyi anladıkları söylenen çevreler tarafından Kanada’nın bugüne dek sağlamadığı optik cihazların artık Türkiye’de de üretildiği söyleniyorsa da bu husus Akepe düzeninin başarı hanesine yazılabilir.

Bu arada, TBMM’nin onayı İsveç’in NATO’ya üye olmasına yetmedi. Onay vermesi gereken diğer ülke olan Macaristan işi ağırdan alıyor. Yine de Şubat ayı içinde o işlemin de tamamlanmasını bekleyebiliriz. Orban’ın cebine üç-beş kuruş konulursa daha da hızlanabilir elbette. Buradaki ilginç bir noktayı daha anımsatalım yazıyı bitirmeden. NATO büyük çaplı bir tatbikat başlattı. Yaklaşık 4 ay sürecek. Soğuk Savaş sonrası gerçekleştirilecek en büyük tatbikatmış. İsmi “Sarsılmaz Savunucu”. Nasıl bir “savunucu” olduğunu biz Kontrgerilla’nın katlettiği gençlerimiz ve aydınlarımızdan biliyoruz. Konu o değil. Katılımcı ülkeler arasında İsveç’in bulunduğu TBMM daha o meşum oturumu yaptığında açıklanmıştı. Daha açık bir deyişle, İsveç üye olmadan o tatbikata katılıyordu. Bu mümkün elbette. Ancak bir şartla, üye ülkelerin tamamının onay vermeleri gerekiyor. Bir de, bu kadar kapsamlı bir tatbikatın hazırlıklarının aylar öncesinden başlamış olması şart. Demek ki, kendini naza çeken Türkiye ve Macaristan buna çoktan onay vermişlerdi ve yaptıkları manevralar kendi kamuoylarını oyalamanın ve “mış” gibi ötesinde bir anlam taşımıyordu. Alın size NATO demokrasisi!

Türkiye’nin emekçi halkının ise bu oyunun skor tabelasına baktığında görmesi gereken iki şey var: Birincisi, cebimizden çıkacak 23 milyar ABD doları. Bunun Türk Lirası karşılığı (şimdilik kaydıyla) 690 milyar. 20 aydır devam eden pazarlığın somut sonucu, 690 milyar liraya 4. Nesil, yani 50 yıl önce tasarlanmış bir savaş uçağından 40 tane ve elimizdeki uçaklar için de 70 küsur modernizasyon kiti alacak olmamız. Büyük başarı!

Çıkarılacak ikinci ve en az birincisi kadar önemli sonuç ise Türkiye’deki sermaye düzeninin iktidarı ve muhalefetiyle halkın talep, tercih  ve önceliklerini zerre kadar umursamadığıdır. İster Yozgat’ta, ister Balıkesir’de hangi sokağa çıksanız karşılaşacağınız yurttaşların ezici çoğunluğu Türkiye’nin en büyük düşmanının ABD ve NATO olduğunu, bu ikisinden Türkiye’ye sadece zarar geleceğini söyleyecektir. Oysa TBMM’deki oylamadan çıkan tablo bunun tam aksine, ülkenin iktidarının da ana muhalefetinin de kayıtsız şartsız NATO’cu olduğunu göstermiştir. Halkın iradesini yansıtmayan bir parlamentonun ne işe yaradığı sorusunu daha güçlü biçimde sormak için bundan daha iyi bir gerekçe olamaz.