Cumhurbaşkanı yasağına, genel müdür sopasına rağmen grev devam ediyor.

Grev yasağı

Bugün onuncu gün, Erdoğan’ın yayınladığı bir kararnameyle yasaklanmasına rağmen, yaklaşık dört yüz metal işçisinin başlattığı grev sürüyor. İzmit’te Belçikalı lastik teli üreticisi Bekaert fabrikasında çalışan Birleşik Metal-İş üyesi işçilerin grevinden söz ediyorum.

Dördüncü gün fabrikada “hâkim tespiti” yaptıran genel müdür, hemen peşinden işçilere şu mesajı yolladı:

“Grev ertelendiği halde mazeretsiz olarak vardiyanıza gelmediğiniz ve işbaşı yapmadığınız tespit edilmiştir. Kanun dışı greve katılmaya devam etmeniz halinde iş akdiniz tazminatsız olarak feshedilecektir”.

Mesaja, grev nedeniyle şirketin uğradığı zararı işçilerden tazmin etmek için mahkemeye başvuracağını de eklemeyi ihmal etmemiş bizim müdür.

Mesaj uzun ama niyet kısa. İşçinin dizleri titresin ki gelip işbaşı yapsın.

Peki ne mi oldu?

Dedim ya, on gün oldu.

Cumhurbaşkanı yasağına, genel müdür sopasına rağmen grev devam ediyor. Fabrikanın önündeki çadırı, nizamiyeye asılı “bu işyerinde grev var” pankartı, önlüklü grev gözcüleri ve işçilerin eksiksiz katılımıyla.

***

Hazır grev yasağından sözü açmışken, gelin birlikte kısa bir yakın tarih turu atalım.

AKP iktidarının ilk döneminde haklar ve özgürlükler konusundaki demagojiyi yiyenler daha iyi hatırlayacaktır. Asker vesayeti sona erecek, insan hakları gelişecek, Avrupa Birliği’ne girip demokrasi çıtamız batıyla eşitlenecekti.

Ne balondu ama!

En çok Kürt sorununda üflendi. “Açılımlar” yapıldı, “süreçler” tarif edildi. AKP’nin kurduğu masa devrilmesin diye Gezi’de darbe görenler bile oldu. Kısa süren cicim aylarının sonunda Kürt siyasetçisine yeniden hapis, ölüm, halka acı ve dert düştü.

AKP’nin haklar ve özgürlükler demagojisinin bir diğer tezahürü de sendikal alanda oldu. AB’ye aday üyelik sürecinin başlamasıyla 12 Eylül’den kalma sendika yasaları nihayet değişecek, sendikalaşma oranları artacak, toplu sözleşmeler yaygınlaşacak, grev hakkı genişleyecekti.

Haklar olmasa da başka şeyler gelişti. Fon muslukları açıldı, sendikalara para akmaya başladı. Sürece Avrupa’nın sendikal merkezleri eşlik etti. İşyeri temsilcisinden konfederasyon başkanına, o beş yıldızlı otel senin diğeri benim toplantılar, eğitimler düzenlendi, araştırma projeleri adı altında akçeli işler görüldü. Ama esas olarak tam bir lobi ve kuşatma faaliyeti sürdürüldü.

Ortalıkta, Brüksel’deki arabaların yaya geçidinde “şak” diye durduğunu anlatan koca koca sendikacı adamlar peydahlandı. Bir de AB üyeliğinden “Emeğin Avrupası” uman solcu sendikacılar. İçler acısıydı.

AKP’nin ikinci on yılı kazanmasında bu balonu üfleyenlerin vebali çoktur.

Tersini savunanlar ise linç ediliyordu. AKP’nin piyasacı, gerici ve işbirlikçi kimliğini anlatıp “AKP’yi istemiyoruz” diye mitingler düzenlediğimizde “vesayet mi istiyorsunuz” deniyordu. Birliğin emperyalist karakterine işaret edip “AB’ye hayır” dediğimizde ne statükoculuğumuz kalıyordu ne de milliyetçiliğimiz. Oysa AB müzakerelerinden işçi sınıfına daha ileri haklar değil, birlik ülkelerinin onay verip yasalarına geçirdiği “esnek çalışma normları” çıkıyordu.

Hakkını yemeyelim, bu birinci on yılın sonunda AKP, 12 Eylül’den kalan sendika yasalarını değiştirdi. Fakat bunu patronların kırmızı çizgilerine hiç dokunmadan yaptı.

Bunlardan ilki işçilerin özgürce sendika seçme ve seçtiği sendikayla özgürce toplu sözleşme yapma hakkının engellenmesiydi. AKP işkolu ve işyeri barajlarını koruyarak bu engeli sürdürdü.

İkincisi grev yasaklarıydı. AKP, 12 Eylül’ün “grev hakkı olsun ama kullanılamasın” ilkesini büyük bir kararlılıkla korudu. Grev, sadece sendikalı işçiye, o da toplu sözleşme sonunda uyuşmazlık tutulursa tanınan bir hak olarak kalmaya devam etti. Kullanıldığı takdirde hükümetler tarafından yasaklanabildi.

AKP iktidarı bu konuda patronları hiç üzmedi. Büyük küçük demedi, işçi sayısı az ya da fazla umursamadı. Patronlar istedi Bakanlar Kurulu yasakladı. Başkanlık sistemi sonrası Bakanlar Kurulu'na da gerek kalmadı, grevi kaldırtmak isteyen patron işini Erdoğan’ın tek imzasıyla halleder oldu.

***

AKP’nin bugüne kadar grevini yasakladığı yaklaşık 200 bin işçinin içinde şimdi Bekaert işçileri de var.

Ama bu sefer holler boş, teller makarayı doldurmamış, içeride tek bir makinadan ses çıkmıyor. Onlar yasağa rağmen greve devam ediyorlar. Benzer nitelikte, daha önce örneği bulunmuyor.

Dünyayı hak ediyorlar ya dünyayı istemedikleri de açık. Yağmur gibi yağan zamlardan, hayat pahalılığından, geçim derdinden korunmak istiyorlar. O kadar.

Uzun sözün kısası…

Bu ülkede işçiler var.

Bir araya gelince genel müdürden de cumhurbaşkanından da büyük oluyorlar.