Grev ertelemede sıklıkla kullanılan “millî güvenliği bozucu nitelik” gerekçesi hukukun ilkelerinden uzak mı uzak.

Erteleme değil grev, patronlar değil işçiler

Grev yasaklamanın veya ertelemenin esas olduğu, grevin ayrık duruma geldiği düzenin kaynağında sermaye sınıfı ve onun siyasi temsilcileri var.  

Grev tarihinin işçi sınıfının denetimi altında ilerlemesini istemeyenler hem siyasi temsilcileri aracılığıyla hem de hukukla önlemlerini alıyor. Bu önlemlerin başında da Anayasa geliyor.

Öyle bir Anayasa hükmü ki:

  1. Grev hakkını veriyor ama grevin yasaklanabileceği veya ertelenebileceği durumları ve işyerlerini, nedenlerini Anayasada yazmadan yasa koyucuya devrediyor. Anayasada soyut, her an her şeyin içine yerleştirileceği bir tümce var: Grev hakkı “iyi niyet kurallarına aykırı tarzda, toplum zararına ve millî serveti tahrip edecek şekilde kullanılamaz” deniliyor. Anayasadan bu pası alan yasa koyucu konuyu iyice esneterek erteleme veya yasaklamayı yürütmeye devrediyor. 2017 Anayasa değişikliğinden önce bakanlar kurulunda olan bu yetki, şimdi cumhurbaşkanında.
  2. Grevin yasaklandığı veya ertelendiği durumlar sonundaki uyuşmazlık çözümü de Anayasada yazıyor. Anayasa uyuşmazlığın çözümünü, kuruluş ve görevleri yine yasayla düzenlenen “yüksek hakem kurulu”na bırakıyor. YHK’nin kararları kesin ve toplu iş sözleşmesi hükmünde.

Grevin yasaklanabileceği veya ertelenebileceği nedenler ve ölçütler Anayasada açıkça yazılı değil. Ayrıca, yasaklama ve erteleme grev hakkının özüne dokunuyor. Özetle grev hakkı var ama yok. Ayrıca bir de lokavt baskısı var.

Grev ertelemede sıklıkla kullanılan “millî güvenliği bozucu nitelik” gerekçesi hukukun ilkelerinden uzak mı uzak.   

Yasal bir grevin milli güvenliği bozucu nitelikte görülebilmesi için, ülke ve devletin özel savunma ve güvenlik altına alınmasını zorunlu kılacak ciddi tehlikelerin ortaya çıkmasının gerektiği yargı kararlarında da vurgulanır. Erteleme kararı verilmesiyle birlikte, işçilerin var olan grev hakkının fiilen uygulanması olanaksız hale getirilmektedir. Grev erteleme kararlarının grev kararlarının uygulanmasını önlemek amacıyla alındığı çok açık.

“Milli güvenlik” hem Anayasanın grev hakkı maddesinde sayılan yasaklar arasında sayılmıyor hem de belirsiz ve öngörülebilir değil. Anayasa’nın “Temel hak ve özgürlüklerin sınırlanması” başlıklı 13. maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin, “özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak yasayla” sınırlanabileceği belirtiliyor.  Yasaya bırakılan sınırlamalar, ancak Anayasa’da yazılı nedenler olmak zorunda. Diğer deyişle yasa koyucu sınırlama için sınırsız nedenlere dayanamaz. Ancak, sınırlama yapacağı hakkın Anayasa’da yer alan ilgili maddesindeki nedenlere dayanabilir. Burada yasallık ilkesinden de söz edilemez. Ek olarak yasa koyucuya sınırsız, takdiri, keyfi yetki ve (cumhurbaşkanına) yetki devri veriliyor. Bu gerekçelerle yasadaki grev erteleme maddesi Anayasaya aykırı.

Yasada, “toplu iş sözleşmelerine ve iş sözleşmelerine, grev hakkından vazgeçilmesine veya bunların kısıtlanmasına dair konulacak hükümler geçersizdir” deniliyor da ne işe yarıyor?

İşin özü şu: İşçilerin hak savaşımlarında en etkin araçlardan biri olan grevin, işi bırakmanın ipleri patronların elinde. Erdoğan, sermaye düzeninin sağlıklı çalışması için grevleri yaptırmadıklarını gururla açıkladı. Hukukla önlemlerini alıyorlar, yetmiyor kendi hukuklarını da tepe tepe kullanıyorlar. Kimi sendikaların bu durumu bilerek grev kararı aldıkları, işçileri kandırdıkları da bilinmez değil.

Demokrasi ya da özgürlük diyerek nasıl kandırdıklarını, yanılttıklarını hemen her alanda görüyoruz. Grev hakkının durumu, işçi sınıfının tüm hak savaşımlarının vazgeçilmesi olan direnme hakkının sermaye sınıfı tarafından nasıl engellendiğini, yok sayıldığını göstermesi yönünden başa oturuyor. Sermaye sınıfı burada kandırmaca, yanıltmacadan öte açık, net koyuyor tavrını. Hukuk desteğini de aynı açıklıkta yazıyor ve keyfice uyguluyor.  

AKP’nin ve ortağı MHP’nin dinin devlete, hukuka, eğitime, siyasete ve toplumun yaşam tarzına girmesinin hukuksal belgesi olarak (CHP’nin yasa önerisine karşı)  önerdiği anayasa değişiklikleri kaygılarının ne olduğunu saklamıyor. Emekçiler aileleriyle birlikte kul olmalı, kul olarak düzen için üretmeli. O kadar.

Demokrasi ve özgürlüğü dillerinden düşürmeyen Altılı Masa da anayasa önerilerinde emekçileri, işçi sınıfını yok sayarak başka bir sahtelik örneği gösteriyor. Onların da işçi sınıfının savaşım yollarından, grev hakkının var gibi gösterilip yok edilmesinden en ufak kaygıları yok.

Düzen içinin sunduğu anayasa değişikliklerine ve programlarına bakılınca sermayenin baskı ve saldırısı, siyasi temsilcilerinin buradaki çabası ve kararlılığı daha net anlaşılıyor. Asgari ücret oyunlarıyla, yandaş sendikalarıyla oyalayıp duruyorlar.

Uzlaşmaz çelişkinin nasıl uzlaşır duruma getirildiğine düzen siyaseti ve onlarla birlikte davranan sendikalar ortak. Sömürü düzeninin sürdürülmesi, düzenlerinin değişmemesi için elbirliğiyle işçi sınıfına ihanet peşindeler.

Grev hakkı tüm emekçiler için anayasal ve yasal güvence altında olması gerekirken, hakkın ve grevin yok sayılması anayasal ve yasal güvence altında.

Sonrası “aynı gemideyiz” masalı. Ne gemisi? Bunlar insanı gemiye mi alır. Dümen suyumuza katılıp gelin diyorlar. Seçimler, anayasa oyunları, 2023, düzen… Hepsi buradan okunmalı. Böyle gitmez! Gemileri de dümen suları da reddedilmeli.    

İnsanlık ve hukuk tarihinin ağır bedellerle kazanılan evrensel birikimlerini, tarihsel ilerlemenin artan olanaklarını ve güncel gereksinmeleri değerlendirerek siyaset, yönetimi ve hukuku, çıkar, baskı ve sömürü aracı olmaktan çıkarmayı, eşitleştirmenin, özgürleştirmenin ve adaletin aracı yapmayı hedefleyen savaşımla işçi sınıfının bugünü ve geleceği için hak savaşımları ayrılmaz bütün. Bu düzen değişmeden olmaz.