"Piyasanın çözüm olmadığı, büyük sermayenin kârına kâr katmak dışında ne insana ne de topluma olumlu bir şey katmadığı, yağmaladığı, sömürdüğü her gün, her an yaşanarak görülüyor."

Elektrikte piyasalaşmanın işlem temeli çökmüştür

Özelleştirme neoliberal politikaları, 12 Eylül 1980 darbesini, yönetim ve hukukunu, devamında da farklı siyasi partilerden oluşan siyasal iktidarları ve düzen içi siyaseti arkasına alarak estikçe esti. AKP kalanları devreye sokarak ve piyasa adına boşlukları doldurarak esintiyi fırtınaya çevirdi.

Enerji de stratejik olmasına karşın esinti ve fırtınanın önüne atıldı. Elektrik alanında konuyu 13 Ocak 2022 günlü yazıda özetledim (https://haber.sol.org.tr/yazar/elektrik-carpmasi-piyasa-carpmasi-323171). Özelleştirme ilişkileri, diğer ekonomik ve toplumsal ilişkilerde olduğu gibi hukuka da yansıdı. Önce yasalarla, sonra bu yasalara onay veren Anayasa Mahkemesi kararlarıyla 1999’a kadar süren bu durum 1999’da Anayasaya eklenerek güvence altına da alındı.

AKP’nin elektrikte özelleştirme fırtınası 2013 yılında çıkarılan Elektrik Piyasası Kanunu’nun amaç maddesinde gösteriliyor. Amaç, “elektriğin yeterli, kaliteli, sürekli, düşük maliyetli ve çevreyle uyumlu bir şekilde tüketicilerin kullanımına sunulması için, rekabet ortamında özel hukuk hükümlerine göre faaliyet gösteren, mali açıdan güçlü, istikrarlı ve şeffaf bir elektrik enerjisi piyasasının oluşturulması ve bu piyasada bağımsız bir düzenleme ve denetimin yapılmasının sağlanması” olarak açıklanıyor.

Elektrik Piyasası Kanunu 2013’den bu yana, dokuz yıl içinde onsekiz kez ek ve değişikliğe uğratıldı, uygula-gör-düzelt yöntemiyle piyasa için ne gerekiyorsa yapıldı. Anayasa Mahkemesi de kısmi ve teknik bir takım konular dışında bu piyasa düzenlemelerine onay verdi. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’nun teşkilat ve görevleriyle ilgili düzenlemeleri de buraya eklemek gerekir.

Hangi gözle okunursa okunsun, hangi ilkelerle analiz edilirse edilsin bu piyasalaşma işleminin ve uygulamasının kanunda yazılan amacını gerçekleştirmediği; yeterli, kaliteli, sürekli, çevreye uyumlu ve düşük maliyetli bir piyasa oluşmadığı açık seçik ortada. Durumdan yalnızca hane ya da işyeri düzeyinde bireyler değil, küçük, orta büyük sanayi, okullar, sağlık kuruluşları da şikayetçi. Elektrikten kazananlar ve onların iktidarı dışında herkes şikayetçi. Konu fatura soygunundan, tarife düzenlemelerinden, vergi ve TRT payından öte elektrikle ilişkili tüm konuları ve alanları kapsıyor, hepsinde sorun var.

Piyasanın çözüm olmadığı, büyük sermayenin kârına kâr katmak dışında ne insana ne de topluma olumlu bir şey katmadığı, yağmaladığı, sömürdüğü her gün, her an yaşanarak görülüyor. Piyasa koşullarına bırakılan, ekonomi için, birey ve toplum için vazgeçilmez olan elektrik bireysel ve toplumsal yaşam, bireyin ve toplumun maddi ve manevi varlığının koruma ve geliştirilmesi hakkıyla kârlılığı, yağmayı ve sömürüyü karşı karşıya getiriyor. Düzen siyaseti tekil, önemsiz örneklerle bu uzlaşmaz çelişkiyi uzlaştırmaya yatırıyor.

Yetersiz ve kalitesiz elektrik hizmetiyle birlikte piyasa koşullu elektrik faturalarının hane halkı geliri içindeki oranı sürekli yükseliyor. Ekonomik krizler, enflasyon, pahalılık, emekçilerin gelirlerinde yetersiz kalan artışlar, işsizlik, yoksulluk özelleştirmenin gereği için cafcaflı sözlerle ileri sürülen amaçları çoktan çürüttü.

İnsan ve toplum yaşamındaki önemi ve vazgeçilmezliği elektriği toplum sorunu yapmakla birlikte, elektriğin piyasaya teslim edilmesi kamu düzenini bozdu, toplum yararına aykırılık oluşturdu. Çöküş, yönetim ve denetimdeki rejim değişiklikleriyle körüklenmekle birlikte, asıl olarak kapitalizmindir.

Türkiye Komünist Partisinin ısrarla vurguladığı ve mücadelesini verdiği “hemen devletleştirme” çözüm önerisindeki “hemen” vurgusundan da anlaşılacağı üzere elektriğin, tıpkı beslenme, barınma, sağlık, yaşam gibi zorunlu ve vazgeçilmez kamu hizmeti olarak piyasanın değil kamunun konusu olduğu tartışılmaz.

Bu istek ve ihtiyacı ancak sosyalist düzenin sağlayacağı savı ve siyasetine uzak bir durum da söz konusu değil. İvedi olarak istenen bugünün zorunlu ihtiyacı olmakla birlikte sosyalist devrim mücadelesinin, sosyalist düzenin de temel konusu.

Hemen devletleştirme isteğinin karşısına bir yandan düzen siyaseti çıkıyor, diğer yandan da Anayasayla birlikte düzen hukuku bahane ediliyor. Her iki durumda da gerçek amaç, kapitalist düzeni sürdürme amacı gizleniyor.

Anayasa varmış, özelleştirme ve mülkiyet hakkı varmış, sözleşme özgürlüğü ve girişim serbestisi varmış. Elektrik hukuksuz olarak değil Anayasa ve yasalara dayanılarak piyasa konusu yapılmış. Devletleştirme ancak ilgili şirketlere gerçek karşılığı ödenerek yapılabilirmiş. Bunların yanıtını, karşılık ödemenin koşullarının da çürüdüğünü geçen haftaki yazıda özetledim ( https://haber.sol.org.tr/yazar/hemen-devletlestirme-325791).

Eğer Anayasa’da yazıldığı gibi ve düzen siyasetinin sıkça tekrarladığı gibi “demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti” olan bir cumhuriyette yaşıyorsak piyasalaşmasının işlem temeli çökmüş olan elektriğin hemen ve bedelsiz olarak devletleştirilmesi anlaşılabilir; Anayasa’yla devlete verilen ekonomik ve sosyal görev ve sorumlulukların amacına da uygundur. Halkın bu konudaki mücadelesi de önemli ve vazgeçilmez haktır.

Kaldı ki özelleştirme, mülkiyet hakkı, sözleşme özgürlüğü ve girişim serbestliği Anayasa’ya göre mutlak ve sınırsız değildir. Elektrik hizmetindeki aksamalar ve ne kadar tarife düzenlemesi yapılırsa yapılsın faturalar toplum düzeni ve refahını, bireysel yaşam hakkını, insanların ve toplumun maddi ve manevi varlığını piyasayla giderilemeyecek oranda sarstı, sarsmaya devam ediyor. Elektriksiz yaşam, ödenemeyen faturalar, elektrik kesme işi bunun en belirgin kanıtı.

Elektrik sorunu toplum sorunudur. Genel ekonomik ve sosyal nedenler, yoksulluk ve pahalılık, gelir dağılımında adaletsizlik, yağma ve sömürü hukuksal olduğu söylenen piyasalaşma nedenlerini çürütmüştür. Ki bu ekonomik, sosyal bunalım ve piyasa çürümesi elektriği kullanmak zorunda olan halkın söz ve karar sahipliğiyle de ortaya çıkmamıştır.

Zorunlu kamu hizmetinin özelleştirilmesi hukuk belgelerinin satırlarına yazılsa da meşru değildir. Buraya yapılacak müdahale hem hukuksal hem de olgusal meşruiyete sahiptir, kamu yararınadır. Müdahalenin adı düzenleme ve denetim değil devletleştirerek piyasadan çıkmadır, paranın saltanatına son vermedir.

Elektrik, bağlantıları ve önemi gereği tek başına ele alınacak bir konu da değildir. Fiziki, ekonomik ve sosyal planlamayı, bu planlama içindeki diğer başlıkları birlikte değerlendirmeyi gerektirir. Kamu düzeni ve yararı karşısında özel mülkiyetin, girişimin, sözleşmenin yararlar dengesine oturtulması, kamu yararının piyasa lehine daraltılması esas değildir, kabul edilemez.

Piyasa halkın gerçek, vazgeçilmez ihtiyaçlarının önüne geçemez. Hemen devletleştirme, özetlendiği gibi ve daha birçok gerekçeyle bu düzenin hukuku dışında savunulan bir hayal değildir, gerçek ve vazgeçilmezdir, bireysel ve toplumsal haktır; geleceğin eşitleştirilmiş toplumu için de önemli mücadele yollarından biridir.