Kapitalizm siyasetiyle, devletiyle, hukukuyla, ilişkileriyle, elektriğiyle doğayı, emeği ve emekçileri hep çarpar; ta ki onu yok edene kadar.

Elektrik çarpması, piyasa çarpması

Bilimsel açıklamalarda dokuların elektrik akımına karşı direnç gösterdiği, en az direnci sinir dokusunun gösterdiği ve en kolay hasarın sinir dokusunda oluştuğu, sinir dokusundan sonra damarlardan kemik dokusuna kadar sıralama yapıldığı bilgileri var. Elektrik hizmeti ve piyasa buluşmasının, halkın deyişiyle fatura soygununun sinir dokusunu, birey ve toplum ilişkilerini çarpması, kamusal kaynakların yağmalanması konusu doğa ve yaşamla ilgili birçok disiplinin alanına giriyor.

Elektrik, aydınlanmadan ısınmaya, beslenme ve barınmadan temizliğe, bilimden sanayi ve teknolojiye, iletişimden ulaşıma ve üretime yaşamın her alanının, maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirmenin olmazsa olmazı. Bilimin ürünü ama üretim, iletim ve dağıtımdaki öyküsü uzun ve karmaşık. Nedeni açık, en temel yurttaşlık hak ve ihtiyaçlarından, en temel üretim araçlarından biri olacağı uygarlık tarihindeki yeriyle anlaşılıyor ve ekonomi politiğin içine yerleştiriliyor. Kapitalizm bu stratejik alanı hep avucunun içinde tutuyor.

1917 Büyük Ekim Devriminden sonra Lenin’in “Rusya’nın elektrifikasyonuna (elektrik enerjisini her alanda kullanılır duruma getirmeye) ilişkin devlet planı”nın kabulü ve etkin olarak uygulanması, kısa sürede elektrik santrallerinin kurulup çalışmaya başlaması, Devrim Kahramanı Feliks Dzerjinski’nin 1924’de elektrik hizmetinin de içinde olduğu SSCB Yüksek Ekonomi Konseyi Başkanlığına getirilmesi, kamusal üretim verimliliğinin artırılarak sürdürülmesi konumuzun niteliğini, önemini, vazgeçilmezliğini açık olarak gösteriyor.

Bizim topraklardaki öykü de, Osmanlı döneminde 20. yüzyılın hemen başındaki örnekle başlıyor. Elektrik hizmeti özel şirketlerce sınırlı alanlarda başlatılıyor, Cumhuriyet dönemine de bu yapıyla devrediyor. Zamanla devletleştirme devreye girmekle birlikte hizmet karma olarak sürüyor. Devlet tarafından kurulan iktisadi kuruluşların elektrik ihtiyacının o kuruluş bünyesinde, suyun akışının yarattığı enerjiyle karşılanması öykünün heyecanlı bölümlerinden.

Elektrik İşleri Etüd İdaresi, Etibank, İller Bankası, Devlet Su İşleri, belediyeler gibi kamu kurum ve kuruluşlarının faaliyetleri söz konusu. 1970’de Türkiye Elektrik Kurumu (TEK) kuruluyor ama adı gibi tek olmuyor, kimi özel şirketlerin imtiyaz hakkı devam ediyor, belediyelerin dağıtım hakkı 1982’ye kadar saklı tutuluyor. TEK, biçimsel oynamalarla elektriğin üretim, iletim, dağıtım ve ticaretiyle, “Ana Statü”süne göre çalışıyor. 1993’de, “üretim ve iletim” ve “dağıtım” ayrılarak iki ayrı anonim şirket olarak çalışmaya başlıyor. Bu arada 1984 yılı önemli; TEK dışındaki özel hukuk hükümlerine tabi yerli ve yabancı şirketlerin elektrik üretimi, iletimi, dağıtımı ve ticareti ile görevlendirilmesini düzenleyen bir kanun çıkarılıyor, elektrik hizmetlerinde yap-işlet-devret modeli düzenleniyor. 1994 yılının Şubatında TEK’in özelleştirilmesi yasalaşıyor.

Neoliberal düzene uyumun bu hareketlerine yeni başlıklar açılıyor. 2001’in Şubatında Elektrik (sonra Enerji) Piyasası Düzenleme Kurulu ve Kurumu kuruluyor. 2013 yılında Elektrik Piyasası Kanunu devreye giriyor. “Elektriğin yeterli, kaliteli, sürekli, düşük maliyetli ve çevreyle uyumlu bir şekilde tüketicilerin kullanımına sunulması için, rekabet ortamında özel hukuk hükümlerine göre faaliyet gösteren, mali açıdan güçlü, istikrarlı ve şeffaf bir elektrik enerjisi piyasası” oluşturulacak ve “bu piyasada bağımsız bir düzenleme ve denetimin yapılması” sağlanacak cafcaflı sözleriyle anlatılıyor amaç.

Bu kısa özette görüldüğü gibi özelden devlete bir süreç var ama TEK’e çeşitli oyunlarla saldırılarak özelleştirmenin yolunun açılması için ne gerekiyorsa yapıldı. Burada da, şimdilerde düzen muhalefetinin baş vaadi olan parlamenter rejim yasalarla devrede oldu. Her aşamasıyla, baştan sona kamusallığı, merkezi planlamayı, devlet elini gerektiren elektrik hizmeti, devletin bir organının (yürütmenin) sermaye yanlı siyasetinin bir başka organının (yasamanın) yasalarına dayanarak yürütülmesiyle, özelleştirme yolunun Anayasada açık olmasıyla, yargının dur diyememesiyle patronların kasasını doldurmaya başladı.

Bir yanda devletin elektrik hizmetlerindeki güçsüzlüğü dile getirilse de, aslında sermaye sınıfına hizmeti kusursuz olan bir iktidar zinciri kuruldu ve stratejik ihtiyaç sermaye yönünden vazgeçilmez bir meta yapıldı. Hukuk ve yargıyla da kılıfı hazırlandı. Çarpmalar sertleşti ve hızlandı, faturalar kabardı, faturasını ödeyemeyenleri yere vurdu. Yurttaşlık hakkı yağmaya, soyguna dönüştü.

Anayasa Mahkemesinin, Anayasada açıkça düzenlenmeyen ya da yasaklanmayan bir konunun Anayasanın sözü ve özüyle ortaya koyduğu genel ilkelere aykırı olmamak koşuluyla yasalarla düzenlenebileceğini söylemesiyle, diğer özelleştirmelerde olduğu gibi elektrik hizmetindeki özelleştirmelerde de ince ince yol göstermesiyle iktidar da rahatladı, parlamento da. Asıl rahatlayan sermaye oldu. Mahkemenin ilk kararlarında vurguladığı elektrik üretimi, iletimi, dağıtımı gibi stratejik önemi olan kamu hizmetlerinin yabancıların eline geçmemesi, belirli sermaye gruplarının elinde tekelleşmemesi gibi önerileri ise kapitalizmi tanıyanlar yönünden masumiyetle bile açıklanmadı. Oyun sömürünün kurallarıyla oynandı, oynanmaya da devam ediliyor. O kadar.

Yasama organının özelleştirmeci, piyasacı, sermayeyi destekleyici yasaları çıkarması gösteriyor ki sorun parlamenter rejimin önemsizleştirilmesinde değil, parlamentoyu güçlendirmeyle de çözümlenmez. Kapitalist, emperyalist ideoloji ve siyaset durdukça neyi değiştireceksiniz? Elektrik piyasasında lisansmış, denetimmiş, ceza uygulamasıymış geçiniz… “Piyasanın düzelteceği” yalanı kralın çıplaklığı gibi ortada, zenginleşenler de ortada.

Elektrik hiç boşluk dinlemez, çarpar; onunla yaşamayı, onun kültürünü öğrenene kadar. Piyasanın saltanatı altındaki enerji hizmeti ve zamları daha fazla çarpar; onu kamunun yapıp, kamu adına yönetimini ele alana kadar. Elektrik hizmeti çalışanlarında ve elektrikle iç içe çalışanlarda sık görülen işçi cinayetleri ve yaralanmaların kaynağı da, iş ve işçi güvensizliğini kârları için kullanan, enerji hizmetini halk için afete dönüştüren düzen.

Burada Türkiye Komünist Partisinin başlattığı “enerjide devletleştirme” talebi yaşamsal. Öyle kapitalizmin kurallarıyla, yükünü emekçilere yıkarak, bedeliyle falan değil, bedelsiz devletleştirme. Bu yaşamsal talep yarına bile ertelemeye dayanamayacak derecede güncel, ivedi…

Kapitalizm siyasetiyle, devletiyle, hukukuyla, ilişkileriyle, elektriğiyle doğayı, emeği ve emekçileri hep çarpar; ta ki onu yok edene kadar.

Çarpmalara yanıtı, 15 Ocakta doğumunun 120. yılında bir kez daha anacağımız Nâzım Hikmet’le verelim: Emekçilerin kalbine ne kadar kara bıçak, sömürü bıçağı saplanırsa saplansın, o kalp “yine çarpıyor”, “yine çarpacak”.