Köylere en son ve belki de en büyük darbeyi yeni kabul edilen Büyükşehir Yasası vurdu. Büyükşehirlerdeki 16 bin köyün tüzel kişiliği tek bir cümleyle kaldırıldı.

Dokuz yıl önceki bir çığlık ya da Geleceğin Köyleri Manifestosu

Takvimler bundan tam dokuz yıl öncesini yani 2013 yılının Nisan ayını gösterirken önce Seferihisar’ın dokuz köyünde başlatılan ve kısa bir sürede 1013 köyün katıldığı bir oluşum başlamıştı: “Geleceğin Köyleri Hareketi”. Bu oluşum o dönemde Seferihisar Belediye Başkanı ve şimdi de İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı olan sevgili dostum Tunç SOYER önderliğinde yola çıkmıştı.

27 Nisan 2013’te Seferihisar Teos’taki kazılarla yeni ortaya çıkan tarihi parlamentoda bir araya gelen yüzlerce muhtar, köylerini yaşatmak için “İzmir Köy Meclisi”ni kurmuşlardı. Aynı gün Cumhuriyet Gazetesinde sevgili Mine Kırıkkanat, “Her Canlı GDO’yu Tadacak!” başlıklı yazısı ile Hindistan’daki çiftçilerin GDO’lu tohumların yarattığı olumsuz gelişmelerle 1997 ile 2003 arasında 100 binden fazlasının kendini öldürmüş olduğu gerçeğinin altını çizerek adeta haykırıyordu. 

Büyükşehir yasasının götürdükleri 

6 Aralık 2012 Perşembe Günü Resmi Gazete'de yayınlanan 6360 Sayılı, Büyükşehir Yasası, 16.000 köyü kapatmış, mahalleye çevirmişti. Kıta Avrupası coğrafyasında yerinden yönetimin önemi giderek büyürken, oralardaki köy sayısı bizimkinin 4-5 katı iken, bizde ise yeniden tamamen merkeziyetçi bir yönetimi, padişahlık yetkisi ile donatan bu yasa aslında büyük sermaye güçlerinin yeni bir saldırısı idi. Tıpkı Mine Kırıkkanat’ın 12 Mayıs 2013’te yazdıkları gibi; “Türkiye tarımı 9 yıldan beri Hindistan’da çiftçileri intihara sürükleyen aynı kumpasa feda ediliyor ve inanılmaz boyuttaki bu gerçeği bugüne değin kamuoyundan gizlemeyi başardılar: Ekim 2006’da yürürlüğe giren 5553 sayılı Tohumculuk Yasası, Monsanto ve yan kuruluşu Cargill gibi GDO’lu tohum üretici ve ithalatçılarına, devlet eliyle pazar yaratmak amacına hizmet etmektedir.1

 


Geleceğin Köyleri Hareketi Manifestosu

Köy yoksa geleceğimiz de yok!

Biz bu topraklarda hep vardık.

Doğadan aldığımız kadarını ona geri verdik. Bunu yaparken, insanla ve tüm canlılarla uyum içinde yaşadık. Toprağı, suyu ve tohumu candaş bildik.

Dünyada ilk köy burada, Anadolu’da kuruldu. İnsanlığın ilk evleri, bu topraklarda inşa edildi.

Tohum ilk önce bizim analarımızın avcuna düştü. Buğday, arpa, erik ve daha nicesi... 

Anadolu’dan yayılıp kim bilir kaç insanın rızkı oldu. Sayısız oyun, türkü, horon, zeybek, halay, ağıt... Bizim meydanlarımızda oynandı, söylendi ve buralardan dalga dalga yayıldı.

Yazık ki bu toprağın insanı köklerini kaybetme noktasına geldi. Anadolu ve Trakya köylerinden yayılıp dünyaya ilham veren kadim kültürüne sırtını döndü. Geçmişini geleceğinden ayırdı.

Evlerimiz sessiz sedasız yıkıldı. Yüzlerce yıl, nesilden nesile taşınan tohumlar kayboldu. Tohum, yaşamın kaynağı, patent altına alındı. Düğün yerlerinde oyunlarımız oynanmaz oldu. Deyişlerin, manilerin, masalların anlamını hatırlayan kalmadı.

Son elli yılda köylerimizin büyük kısmı boşaldı. Şehre göç etmek zorunda kaldı.

Köylere en son ve belki de en büyük darbeyi yeni kabul edilen Büyükşehir Yasası vurdu. 
Büyükşehirlerdeki 16 bin köyün tüzel kişiliği tek bir cümleyle kaldırıldı. Yeryüzünün ilk köyünün kurulduğu bir coğrafyada binlerce köyün üzerini tek bir cümleyle çizmek mümkün mü? Değil elbette.

Köy, köktür ve tohumdur. Köy, hem geçmişimiz hem geleceğimizdir. Tüketen insanın savaşların içine sürüklendiği bir çağda, köyler sakince üreten geçmişle geleceğin harmanlandığı yerler olmalıdır.

Şehirde veya köyde, nerede yaşarsak yaşayalım sağlıklı bir doğal çevre ve kırsal alana ihtiyacımız var. Köy olmazsa şehirde ne yiyebiliriz? Fabrikasyon sebze ve meyveleri mi, yoksa büyük şirketlerin GDO’lu ürünlerini mi?

Biz, geleceğin köyleri, köy olma hakkımızı anayasal düzeyde savunmak için bir araya geldik. Daha da önemlisi, yasaların hiç düşünmediği bir görevi sürdürmek, geçmişle gelecek arasında köprü olmak için bir araya geldik.

Bereketli ve sağlıklı bir toplum için geleceğin köylerini yeşertmeye niyet ettik.

Tunç Soyer uyarmıştı: 'Köyler gidince önce pazarlar ve sonra da sofralarımız gidecek'

Bu süreci kelimesine dokunmadan Tunç Başkan’ın 2013’te anlattıklarından tuttuğum notlara bırakıyorum: 

Bizim en büyük gücümüz üretim. Bizler ürettiğimiz sürece var olmaya devam edeceğiz. Onun için biz sadece geçmişe bir özlemle bu hareketi başlatmadık. Bizim asıl derdimiz köylünün yaşamasını sağlayacak üretim yollarını bulmak.

Kooperatifler, birlikler vasıtasıyla, üretiminin önünü açmak, ürünün pazarlamasındaki engelleri kaldırmak ve onun ayakta durmasını sağlamaya çalışmak olacak. 

O nedenle biz Geleceğin Köyleri diyoruz. Amacımız sadece geçmişin değerlerini yaşatmak değil, asıl köyü geleceğe taşımak, gelecekte köylünün tarlasıyla kentlinin sofrası arasındaki mesafeyi kısaltmak. Biz üretimimizi sürdürmek zorundayız. Çünkü istedikleri şey, tarım da hayvancılık da sadece endüstriyel boyutta yapılsın, küçük üretici ortadan kalksın. Hayır, arkadaş biz yok olmayacağız”.

Konuyu yakından takip edenler, günümüzde de, Tunç Soyer ve eşi Neptün Soyer’in birlikte omuz omuza bu gayreti ısrarla sürdürdüklerine şahitlik ediyor ve yürekten destekliyorlar. 

Bitirirken

Tarım sektörünün Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla içindeki payı 2015 yılında yüzde 5,5’e gerilemişti. Ve bu “mutlak açlık ve mutlak yoksulluk” demekti. Vaziyet şimdi, daha da dramatik bir hâl almıştır. Bir avuç yurttaş, meslek insanı ciddi uyarılarda bulunmuş ve Tarım – Toprak ve Gıda üçlüsünün ülke geleceğinde yeri ve önemine dikkat çekmişler ve çekmeyi de sürdürmekteler.2 Bu yazının yazıldığı 6 Mart 2022 günü Cumhuriyet tarihinin en beceriksiz tarım bakanı “görevden affını istemiş”, ülkede gıda enflasyonu yıllık yüzde 70’e dayanmış, yıllardır sürdürülen tarım topraklarının betonlaşma gayretlerine bir de “maden söz konusu ise zeytin ağacı teferruattır” anlamına gelen yurt – toprak – tarım düşmanı bir yönetmelik çıkarılmış durumdadır.

Görsel, Kemal Gökhan Gürses’in instagram sayfasından alınmıştır.

Ama Anadolu toprağı uyanmaktadır. 

Tıpkı büyük usta Nâzım Hikmet’in Kuyayı Milli Destanı’nın birinci babında dediği gibi:

(..)
ve kederli nehir yollarının,
sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı
               bir şafak vakti değişmiş olur,
bir şafak vakti karanlığın kenarından
                onlar ağır ellerini toprağa basıp
                                        doğruldukları zaman.
(..)

  • 1. Aslında bu süreç, 2001 krizinden sonra Türkiye’ye adeta bir iktisadi kurtarıcı gibi davet edilen Kemal Derviş’in “15 günde 15 yasa” dayatması ile hızlanmıştı.
  • 2. Bu konuda onuncu yılını geride bırakan 21. Yüzyıl İçin Planlama Grubu’nun arşivi, konu ile ilgili zengin birikimi muhafaza etmektedir. Meraklısı için https://21inciyuzyilicinplanlama.org/arsiv/ . Ayrıca konunun daha ayrıntılı değerlendirildiği 20 Ekim 2018 tarihli “Yerel Seçimlere Doğru; Sektörler, Kentler ve Anadolu’ya Yeniden Yerleşmek” başlıklı çalışmaya da göz atılabilir. https://21inciyuzyilicinplanlama.org/20-ekim-2018-21-yuzyil-icin-planla…