AKP sonrası dönemin asıl meselesi yeniden Babacan'lı/IMF'li AKP dönemine dönüşten mi ibaret olacaktır?

Çubuğu tersine bükmek?

Eğer AKP dönemi bitiyorsa yeni dönemde ne değişecek? Dün, "Altılı Masa"nın "Kurumsal Reformlar Komisyonu" raporu anahatlarıyla açıklandı. Ayrıntıların ortaya çıkması herhalde iktidar sürecini bekleyecek. Her ayrıntının açıklanmasını bugünden beklemek doğru olmayabilir belki; ama anahatlarda ne kadar uzlaşıyoruz?

Belli ki Altılı Masanın tarafları arasında "kurumsal reformlar ve ekonomik politikalar" konusunda büyük bir uyum var. Bu şaşırtıcı değil. Ama sakın bu "mükemmel" uyumun kendisi başlıbaşına bir sorun olmasın? Neoliberal kurumlar/politikalar temelinde uzlaşınca belki uyumsuzluk olmaz ama AKP sonrası dönemin asıl meselesi yeniden Babacan'lı/IMF'li AKP dönemine dönüşten mi ibaret olacaktır?  

"Mevcut hükümetin ekonomide neden olduğu yıkımın görünenden daha ağır olduğu" tespitinden yola çıkılarak, "iktidara gelir gelmez ilk işimiz cumhurbaşkanına bağlı yetkin kişilerden bir "Hasar Tespit Komisyonu" oluşturulması, bu komisyonun "veri kalitesiyle ilgili sorunları, kamu zararlarını, riskleri cumhurbaşkanına rapor etmesi", bir başlangıç noktası olarak yararlıdır kuşkusuz. "Delik deşik olan kamu ihale sisteminin, şeffaf olmayan ihalelerde dağıtılan KÖİ modelinin, Merkez Bankası rezervlerinin satılmasının kamu maliyesini ağır yükler altına soktuğu, mali disiplini bozduğu; TÜİK'in başta enflasyon olmak üzere işsizlik, büyüme, yoksulluk gibi verilerine güven kalmadığı; verilerle oynanmasının sorunların çözümünü imkansız hale getirdiği, haklarının yenildiği gerekçesiyle yurttaşların infialine neden olduğu; ülkenin risk priminin 800 baz puanı aştığı" gibi bir dizi olumsuzluğun üzerine gidilmesinin acil hedefler olarak belirlemesi de bugünkü muhalefetten beklenen bir kısa vadeli  iktidar programı çerçevesine uygundur. 

Neoliberal yaklaşıma uygun olarak "Merkez Bankası'nın enflasyonu kalıcı olarak tek haneli rakamlara indirilmesi hedefine yönelik olarak hükümet ile belirlediği enflasyon hedefi ve kur rejimi çerçevesinde elindeki araçları bağımsız şekilde kullanan ve karar alan, itibarlı bir kurum olarak" düşünülmesi de iktidar adayı muhalefetin doğasına uygundur. Açıklamada, daha önce özel sektörün planlama anlayışına uygun olarak "Stratejik Planlama Teşkilatı" olarak duyurulan yeni planlama kurumunun bu defa "Strateji ve Planlama Teşkilatı" olarak ifade edilmesi, sanki değerli meslektaşımız Aziz Konukman'ın eleştirilerinin kısmen dikkate alındığını gösterir gibidir.

DEVA temsilcisi İbrahim Çanakçı'nın " 'Faizi düşürdük' ibaresi tamamen bir safsatadan ibarettir; faizlerin düşürülmesi söz konusu değil, tablo ortada. Merkez Bankası'nın aldığı faizi düşürüyorsunuz, Hazine'nin ödediği faiz %17'den %28'lere kadar çıktı" sözleri ise kamuoyundaki genel bir yanlışın tekrarı olmak bakımından düşündürücü. Gerçek şu ki, piyasada oluşan kredi faizlerinin ortalama düzeyi enflasyon oranının yarısının altına çekilmişse, orada reel anlamda düşük faizler var demektir. Bu müthiş bir kredi pompalaması anlamındadır. O kadar ki, iktidar son önlemleriyle bunu en azından tüketici kredileri için sınırlamaya bile yönelmiştir.

Öte yandan, gazetecilerin, "devlet zararından şahsi mallarıyla sorumluluğu meydana getirecek bir yasal düzenleme yapmayı planlıyor musunuz" sorusuna yanıt veren İYİ Parti temsilcisi Durmuş Yılmaz'ın "gerek Merkez Bankası'nın İstanbul'a taşınması gerekse kamu maliyesiyle ilgili gerçeklerin ve verilerin ortaya çıkarılması üzerine sebep olunan bütün zararlar incelenecek, meri mevzuat çerçevesinde ilgililere rücu edilecek ve bu zararlar tazmin ettirilecektir" ifadesinin, AKP döneminin sorumluluğunu paylaşan DEVA ve Gelecek Partileri yöneticileri tarafından ne ölçüde paylaşılacağı ayrı bir sorun alanı olarak durmaktadır.

Sert sınıf savaşlarında bölüşüm

Tamam, sayılan türde önlemler bazı kısa vadeli iyileşmelere, bazı belirsizlikliklerin giderilmesine yardımcı olabilecektir. Peki ya orta ve uzun vadede? AKP döneminin 20 yıllık tahribatı nasıl giderilecektir? 

Özellikle de iki alanda: Toplumun küçük bir azınlığını oluşturan sermaye ve rantiyeler lehine döndürülmüş azgın bir bölüşüm eşitsizliğini nasıl düzelteceksiniz? Peşinen söyleyelim: "Beşli çete" ve Hazine'den beslenen "KÖİ/YİD" girişimleri pek küçük bir hedef olacaktır. İkincisi, kamu mülkiyetinin yağmalanmasının hesabını sormak, birkaç simgesel teşebbüsle sınırlı tutulamayacak kadar kapsamlı olmak zorundadır. Bunu yapabilecek bir siyasi iradenin "Altılı Masa"dan çıkması mümkün müdür? 

Geniş emekçi kitleler lehine bölüşüm öncelikli politikalar uygulanması niyeti olsaydı eğer, bunun şimdiden sınıf eksenli bir ekonomik politika hattı olarak ortaya çıkmış olması gerekirdi. Kurumsal doğası ve parti yöneticilerinin ideolojik konumlanması bakımından epey aykırı (bizce olanaksız) olmakla birlikte böyle bir iradenin olsa olsa anamuhalefet partisi saflarından ortaya çıkmasını bekleyenler olabilir. Peki bu hayal gerçek olsaydı eğer, o zaman bugünkü "Altılı Masa" kurulabilir miydi? Bizce kurulamazdı. 

Şunu akılda tutmak gerekiyor: Türkiye, sınıf savaşlarının çok sert cereyan ettiği bir toplumsal formasyondur. Buradaki sertlik, sistemin egemeni olan sermaye sınıfından kaynaklanmaktadır. İşçi sınıfının 1960'lar ve özellikle 1970'lerde sendikal ve siyasal olarak daha örgütlü bir mücadeleye giriştiği, bölüşüm ilişkilerini görece lehine çevirebilecek bir güce eriştiği zamanlarda, sermaye sınıfı orduyu ve emperyalizmi arkasına alarak, daha somut söylemek gerekirse 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbelerini ve mali emperyalizmin operasyon örgütleri IMF ve DB'nin 24 Ocak Kararlarını arkasına alarak durumu tamamen lehine değiştirebilmişti. Sistemin yeniden tıkandığı 2000'lerin başında ise bu defa dinci-liberal siyasetin terkisine binerek durumunu yeniden pekiştirmeyi başarmıştı. AKP de, bugüne kadar gelmiş geçmiş sermaye iktidarları arasında, dinin arkasına sığınarak sermayenin azgın sınıf siyasetini en pervasızca uygulama cüretine sahip olabilen siyasi hareket olmuştu. 

Şimdi bu iktidarın artık sermayenin genel sınıf çıkarlarını temsil etme kapasitesinin sorgulandığı bir konjonktürde, siyasi bir "alternatif" oluşma aşamasındadır. Bu "alternatif" de, sermaye ve mali-emperyalizm (hatta NATO) açısından gerçek bir seçenek oluşturduğunu ispatlama peşindedir. Dolayısıyla kimseleri ürkütmeden, "beşli çete"den başka kimselere dokunmadan (ki onlara da ne kadar dokunulacağı kuşkuludur), KÖİ'lerde bile şirketlerle müzakere yoluyla çözüm aramaktan ibaret yumuşak dokunuşlar peşindedir. 

Buradan bölüşüm ilişkilerini tersine çevirecek politikalar çıkmaz. Buradan, KKM ve benzeri düzeneklerle dar bir sınıfsal katmana yapılan gelir transferlerini tersine çevirecek, örneğin bir servet vergisi konularak aynı sınıfsal katmanlardan tersine bir gelir transferini gerçekleştirmek mümkün olamaz. Sermaye lehine süregiden harcama ve vergi politikaları, bazı düzeltmeler dışında, köklü bir düzeltmeye konu olamaz. Buradan, özelleştirilen kamu iktisadi teşebbüslerini yeniden devletleştirecek, yağmalanan kamu emlakini geri alacak köklü tedbirler çıkamaz. 

Ama sorun şu ki, Türkiye'nin ihtiyacı olan tam da bunlardır. Kaldı ki bunları yapamazsanız, kaynak sorununa da çözüm üretemezsiniz.