Yoksul ülkeler, kısıtlı olanaklarla genç insanlarını eğitip yetiştiriyor ve bunlar ilk fırsatta kapağı Almanya merkezli bir coğrafyaya atıyorlar... Doğu ve Güneydoğu Avrupa'dan Batı Avrupa'ya doğru yola çıkan tıp uzmanlarının sayısının 2010-2018 döneminde 40 bin civarında olduğuna işaret ediliyor.
“Saklı tarih ihracatı” önemli, ama önce şu beyin göçü meselesine bir değinelim.
Tartışmalı bir soru bu, başlıktaki. Tartışması olmayan sorun ise şu: Görece azgelişmişlerde yetişmiş ve modern teknolojinin gerektirdiği bilgiyle donanmış teknokratlar, kapağı ilk fırsatta Batı'ya, Almanya Avrupası'nda da özellikle Almanya ve yakın çevresine atmaya çalışıyorlar. Bu, somut bir gerçek. Bırakın AB'ye doğru hareketlenmeyi, bizzat AB içinde korkunç bir trafik var: Yoksul ülkeler uzman yetiştiriyor ve hemen zenginlere kaptırıyorlar.
Doğu Avrupa'da işe yarar doktor kalmadığı feryatlarını duymak isteyen duyar.
Örnek mi?
Son yapılan araştırmalar, Alman sağlık sisteminde yabancı doktorların, daha doğrusu yabancı tıp uzmanlarının payının 2010'da yüzde 7 civarında olduğunu, bu oranın 2017'de yüzde 12,5'e çıktığını gösteriyor. AB üyesi ülkelerden Almanya'ya gelen tıp uzmanlarındaki artış yüzde 2,7 iken, AB dışı Avrupa ülkelerinden gelenlerin bir önceki yıla göre artış oranı yüzde 10,4 olmuş. Bu, Viyana merkezli bir araştırma kurumunun (WIIW) raporunda yer alıyor. Almanya'da çalışan yabancı doktorların yüzde 60'ı Romanya, Macaristan, Bulgaristan, Polonya ve Çek Cumhuriyeti'nden kaynaklanıyor. Hemşire ve hastabakıcılarda ise Güneydoğu Avrupa ülkelerinin son dönemde daha bir ağırlık kazanmaya başladığı gözleniyor.
Bu durum korkunç bir kan kaybı ve tek bir sektörle sınırlı değil. Bir genel eğilimin göstergesi.
Yoksul ülkeler, kısıtlı olanaklarla genç insanlarını eğitip yetiştiriyor ve bunlar ilk fırsatta kapağı Almanya merkezli bir coğrafyaya atıyorlar. İngiltere'yi de bir kenara yazmakta yarar var. WIIW'nin Isilda Mara imzalı raporunda, Doğu ve Güneydoğu Avrupa'dan Batı Avrupa'ya doğru yola çıkan tıp uzmanlarının sayısının 2010-2018 döneminde 40 bin civarında olduğuna işaret ediliyor. Bu, sadece AB yoksullarına uzun vadeli bir darbe değil; tam da koronavirüs günlerinde o ülkeleri canevinden vuran ekstra bir darbe.
Yinelersek: Tıpla sınırlı değil bu “beyin göçü”. Bütün “nitelikli işlerde” korkunç bir trafik var Doğu'dan Batı'ya doğru.
Avrupa Bölgeler Komisyonu, bu yılın şubat ayında yayımladığı bir “görüş”te, IMF'in de dikkat çektiği AB içi bu kan kaybının, Birliğin bölünmesine yol açtığı tezini destekledi. Belgede AB bölgeleri arasındaki toplumsal ve ekonomik dengesizliklerin bu tür bir göçün nedeni ve sonucu olduğuna dikkat çekildi.
Demek ki...
Demek ki, kapitalizm, kendi içinde bir dengesizliği, her şeyi altüst edebilecek bir bozukluğu saptayabiliyor. Her şeyin çökmeye doğru yöneldiğini bile söyleyebiliyorlar. Umutsuzca, buna karşı önlemler alınması çağrısında bulunuyorlar. Ama ellerinden bir şey gelmiyor.
Nitelikli işgücünün, beyin göçünün, korkunç sonuçları olacağını herkes görüp söyleyebiliyor.
Ama çözüm bulamıyorlar.
Bunlar iltihap odakları ve sonuçta herkes bir biçimde görebiliyor.
Saklı tarih ihracından teknokratsianın intikamına
Bizim gelmek istediğimiz yer başka.
1. Türkiye'nin de içinde bulunduğu bu korkunç trafik, bu korkunç kan kaybında, teknokratların toplu göç sürecinde başka bir şey yaşadı. Cumhuriyetçi Türkiye'nin boğazını sıkan çok önemli bir yaraydı bu. Türkiye, resmi ideoloji dışındaki, üstü örtülmüş “saklı tarihini” de Almanya Avrupası'na somut insanlar halinde gönderdi. Şeriatçılık, Türkçülük ve Kürtçülük, Türkiye'nin bir soykırım cumhuriyeti olduğu tezini destekleyen bütün ideolojiler, burada serpilme ihtiyacı duydu ve serpildi. Sadece sosyalistler/komünistler ilerici bir Türkiye bakışı içinden mücadele etmeye çalıştılar, ama güçleri yetmedi.
Gericilik kazandı. Hepsi demokrattı.
Türkiye'yi “anomali” ilan eden tüm akımlar, hep birlikte, baskılandıkları Türkiye'den, ezilen ve maddi bir refah arayan insanların eliyle, aklıyla, Almanya Avrupası'na taşındı. Almanya, Türkiye'nin altını oyan saklı tarihin, yasaklı ideolojik tercihlerin toplanma yeri oldu. Burada da İslam ve İslamcılık büyük destek gördü. Komünistler, bu eğilime karşı çıkmaya çalıştı. Ama...
Ama bu alandaki ve bu ülkedeki büyük meydan muharebesini kaybettiler. 1980'leri böyle etiketleyebiliriz. Bu yitirilmiş savaşın nedenlerine bir başka zamanda ve yerde girmeye çalışacağız. Şimdilik tek bir örnek verelim: Aydın Engin ile Oya Baydarların “aydın ve komünist” diye salına salına dolaştıkları bu arenadan, solun lehine bir sonuçla çıkmak mucize olurdu. Şeriatçılık kazandı, Türkçülük ve kısmen de Kürtçülük güçlendi. İslamcılık bir koluyla da Ankara'da 2002 darbesini yaptı ve Türkiye'yi bitiren Eylül 1980 damgalı şalteri nihai olarak indirdi. Artık bir cumhuriyet enkazı karşısındayız. Solcular, devrimciler, komünistler bir sürü Gorbaçov'un elinde nasıl kazanabilirdi ki?
2. Bugüne bakalım: Son dönemde birçok “Yetmez ama evetçi”nin (açık veya gizli sempatizanlarının) kaçtığı Almanya Avrupası, yine bir toplanma alanına dönüştü. Buraya kaçan ve yanlış olarak “aydın” diye tanımlanan bölüm bölüm “nitelikli işgücü”nün (teknokratsia) Türkiye'de sosyalizm için kılını bile kıpırdatmayacağını söyleyebiliriz. Hatta Türkiye'deki muhtemel bir sosyalist hükümete en acımasız tepkinin buradaki o nitelikli (“demokrat”) işgücünden kaynaklanacağını da iddia edebiliriz. Nitelikli işgücü olmaları, kapitalist teknolojinin işine yarayabilecek bir eğitimden geçmeleriyle ilgilidir. Ama Türkiye'nin yoksul ve cılız omuzları üzerinde birtakım teknikleri edinmiş bulunuyorlar, şimdi hayran oldukları Avrupa'da ekmek ve ideolojik meşruiyet arayıp buluyorlar. Çok etkililer. Her şeyleri var. Anlatırız.
Korkunç bir uçuruma doğru yuvarlanıyoruz.
Bu çerçevenin dışına çıkarak düşünmedikçe ve cumhuriyetçiliği Türkiye'de sosyalizmle güçlendirmedikçe, bize ateş çemberindeki akrep rolünün layık görüleceği kesin.
İş, sanıldığında çok daha ciddi.
İlk abartılı saptamamızı yapalım o halde: Bu beyin göçüyle bir meydan muharebesine, hem de sadece Türkiyemizde değil onların meydanında, yani Almanya Avrupası'nda cüret etmedikçe, herhangi bir çıkış şansı bulunmuyor. Türkiye önceliklidir, ama artık orayı Avrupa'ya taşımış büyük bir nüfus da var. 3 milyonu aşkın Türkçe konuşabilen bir nüfus Almanya'da. Tüm Batı Avrupa'da 5,5 milyon olduğu tahmin ediliyor.
Ne yapabiliriz?
Sadece Türkiye'nin devrimci-ilerici müktesebatını temel alan ve onu sosyalizmle aşmaya çalışan bir sınıf ve aydın hareketinin bu çemberin dışına çıkma şansı bulunuyor.
Bela bir çember bu.
Korkunç bir iklim bu.
100'üncü yılımızdaki muharebe alanlarımızdan biri.