'Bugün herkesin kurtuluşu için tek gerçekçi çözüm devletçi politikalardır. Özelleştirilen kurumların devletleştirilmesidir. Öncelik, yurttaşların yaşamları üzerinden bir planlama yapılmasıdır.'

Böyle bir devlet mümkün

Devletçiliğin bugün yurttaşlar için ne kadar önemli bir ihtiyaç olduğunu yaşayarak görüyoruz. Çünkü yaşananların hepsi piyasacı bir düzenin sonucu.

Burada amacım işçilerin iktidarda olduğu bir ülkeyi, yani devleti işçilerin yönettiği bir ülkeyi anlatmak değil, devletleştirmenin neden yaşamsal olduğuna değinmek.

Siyasi iktidarın daha depremin yaşandığı ilk zamanlarda ve sonrasında sergilediği performans insan yaşamına verilen değeri gösterdi. Yirmi yılı aşkın süredir devam eden iktidarında halk hiç olmadı. Madenlerde yaşanan işçi katliamlarının engellenmesi değil, sonrasındaki göstermelik adımlar ön plana çıktı. Halkın yaşamı hep ikinci planda kaldı.

Depremde gündem olan “baraj patladı” palavrasının, nasıl ve kimler tarafından ortaya atıldığından bağımsız olarak, arkasındaki amaç ve ortaya çıkardığı olumsuz tablo ile apar topar enkazları kaldırmak ve hemen inşaat çalışmalarını başlatmak arasında bir çıkar farkı var mı? Her iki kötülükte de halk sağlığı ve toplum çıkarı son planda, insan faktörü gündem dışıdır.

Deprem bölgesinde patronlar ve yerel yöneticiler işçileri iş yerlerine, fabrikalara, bankalara zorla sokup çalıştırdılar. Elbette hayat devam etmeli, insanlarımızın ihtiyaçları için üretim sürmeli. Ancak işçiler bu fabrikalara bunun için değil patronların kârları için, depremden dolayı kârları düşmesin diye girdiler. 

Devletin sivil savunma kurumları, özellikle depremde ve son dönemdeki bütün afetlerde tartışılan Kızılay ve AFAD şirketleştiler. Bu durum artık büyük bir kesime şaşırtıcı gelmiyor. Biri para kazanmak için, diğeri iktidarın afetlerde gaz alma aracı olarak çalışıyor. Bu nedenle pek çok AFAD gönüllüsünü, sağlıkçıyı, öğretmeni, kamu emekçilerini deprem bölgesine gönderemediler. Bu nedenle çadır sattılar.

Deprem bölgesindeki halkla dayanışma çalışmaları yapanların engellenmesini düşünün. Enkazdan birlikte çıkmak için muazzam bir dayanışma sergileyen yurttaşların, “devleti küçük göstermek” gibi komik suçlamalarla engellenmesi, baskılanması böyle bir kötülükle açıklanabilir.

İktidar ve devlet, bütün kurumlar halktan kopuklar. Bir insanın giyinmesi, ısınması, karnının doyması, enkazdan çıkarılması umurlarında değil. Bu yüzden enkaz altında hala hayatta olan insanları görmezden gelerek bir an önce enkazları kaldırmaya başladılar.

Askeri, polisi, hiçbir gücü  deprem bölgesine sevk edemeyen ama “hükümet istifa” diyenlere karşı büyük bir gücü seferber edip zor kullanır hale geldiler. 

Ama tüm bunlara rağmen değişmeyen bir şey var ki o da patronların kârları. Dün Sabancı Holding 2022 yılında 43,8 milyar TL net kâr elde ettiğini açıkladı. İnsanlarımızın ölüleri hala enkaz altında beklerken “onlar” mutluluğunu sürdürmeye devam ettiler.

Sayılanların hiçbirisini halkımız hak etmiyor. Bunların hepsi aynı kötülüğün ürünüdür.

Bu kötülük piyasa düzenidir ve yok edilmelidir.

“En kötü sosyalizm en iyi kapitalizmden iyidir” diye bir karşılaştırma kalıbı var. Bu karşılaştırma boşuna yapılmıyor. Çünkü sosyalizmde planlama emekçilerin ihtiyaçları baz alınarak yapılır, kapitalizmde ise patronların. 

Kapitalizmde insan hayatı patronların kârlarından, sermaye sınıfının ve siyasi iktidarın çıkarlarından sonra gelir. Bütün sorun bu temelde yatmaktadır.

O yüzden devlet Bartın'da hayatını kaybeden madenciler için, nedenlerine bakmadan sonuçları üzerinden süreci işletmiştir. İktidarın aklındaki şey, bu göçükten kader planı ile sadaka kültürü ile çıkmak ve devletin yüceliğini göstermekti. Depremde de öyle oldu. 

Dün Erdoğan Elbistan’da depremzedelerin çadırına yaptığı ziyarette cebinden çıkardığı parayı dağıttı, diğer küçük ortak Bahçeli ise evsiz kalan, yakınlarını kaybeden halka bağırdı. Evi yıkılmış, hayatını kaybetmiş emekçilerin zaaflarından faydalanarak devletin “gücünü” göstermeye çalıştılar. 

Bunlar tutmayacak. Tutmayacak çünkü kötüler, meşru değiller, çünkü halkımız buna izin vermeyecek.

Bugün ülkemizin yaşadığı yıkıma neden olanlar bellidir. Özelleştirmeler eliyle piyasaya “yürü ya kulum!” diyen siyasi iktidar, gözü insan yaşamından ziyade para gören müteahhitler, her şeye kâr olarak bakan patronlar, devleti şirket gibi yöneten Cumhurbaşkanıdır. Topyekün bu kapitalist düzendir.

Tüm bu yaşananlar değişecektir. Ülkemiz zengin kaynaklara, teknolojiye ve birikime sahip. İnsanlık tüm dünyada afetlerle, depremle, hastalıklarla başa çıkabilir.

Bugün herkesin kurtuluşu için tek gerçekçi çözüm devletçi politikalardır. Özelleştirilen kurumların devletleştirilmesidir. Öncelik, yurttaşların yaşamları üzerinden bir planlama yapılmasıdır.

Böyle bir devlet mümkün.