Çok çetin şartlar içerisinde Cumhuriyetin Başkenti yaratılmıştır. Lakin bugün Cumhuriyetin kalbi, devrimin başkenti o Ankara’dan nerede ise hiçbir iz kalmamıştır.

Bir kent, bir müze, beş sokak…

2010 yılı güz aylarına girerken Paris dönüşünde bir kent monografisi yazmıştım. O monografinin adı; “Parisli Çocuklar Tarihlerini, Kentlerinin Armalarından ve Sokak / Meydan İsimlerinden Öğreniyorlar: Peki, ya Ankaralı Çocuklar?” idi. Yazıya bu uzun başlığı koymamın nedeni, 27 Mart 1994 – 28 Ekim 2017 tarihleri arasında Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapan İ. Melih’in, akşam yattığınız sokakta sabah uyanamıyorsunuz diye tarif edilebilecek sokak isimlerini değiştirme işini bir saplantıya dönüştürmüş olmasına, dikkat çekmek ve de bir yurttaş olarak isyan etmekti. 

Sokak ve bulvar isimleri değiştirildi, geçmişimiz, kimliğimiz ve özellikle 1923 Cumhuriyetine dair kentteki izler silinmeye çalışıldı. 2017 yılına kadar yandaş akraba,  eş - dost isimleri sokaklara, caddelere, bulvarlara verildi. Oysa şehirler, geçmişiyle, yaşadıklarıyla, kimliğiyle birlikte var olur. Ankara ne yazık ki, kendi başına saltanat olan yöneticilerin elinde kimlik bunalımına sürüklendi ve çağdaş başkent kimliği yok edildi. 

Unutulmamalıdır ki; “Bir kentin kimliği, onun var oluşunun ve işleyişinin önemli bir parçasıdır”. Ankara’ya yıllar sonra tekrar gelenler, nerede ise kentsel hafıza kaybına uğradılar. Sokak isimleri değiştirilmiş, köşe başlarına çeşmeler, fıskiyeli havuzlar (fışkiyeyi kim kırdı?) yalancı kaleler koyulmuş, belirli noktalara saat ucubeleri ve dinozorlar yerleştirilmişti. Çağdaşlıktan uzak saltanat sevdalıları, Ankara’ya yeni bir kimlik vermek için adeta seferber oldular.

Kentlerin tarihleri içerisinde birer sosyal bellek merkezi haline gelen sokak, cadde, meydan, park ya da binaların kıymeti, kritik önemdedir. Bu yazıda Başkent Ankara’nın kent kimliğinde çok önem verdiğim iki noktaya işaret etmek istiyorum.

Sivas Demiryolu Açılış Töreninde Başvekil İsmet Paşa Konuşuyor, 30 Ağustos 1930

30 Ağustos 1930’da demiryollarının Sivas’a gelişi nedeniyle Başvekil İsmet Paşa (İnönü) sermaye sınıfı ile cepheden hesaplaşan müthiş bir konuşma yapmıştır. Bu konuşmayı belki de ayrı bir yazı konusu yapmak isabetli olacaktır. Ama şimdilik o konuşmadan kısa bir bölüme gelin birlikte göz atalım:

“Milli devletin Ankara’da kurulması, istiklâl seferinin bir zarureti idi. Bütün vatan kurtulduktan sonra da, millet Ankara’da kalmak kararını muhafaza ve ilân etti.
1923’te Ankara’da kalmak ne demekti bilir misiniz? Bir çıkmaz sokağın nihayetinde hasretli gözlerini denize çevirip zorla bir kulübede barınmağa çalışmak demektir. Anadolu içine o zamana kadar gelmemiş olanlar Ankara’da kendilerini Pamir Yaylasına çıkmış seyyah zannediyorlardı.
Haritaya bakarsanız Ankara bu memleketin ortasında bile değildir. İstikbalde çocuklarımız Anadolu ortasına geldikten sonra niçin bir köşedeki Ankara’yı intihap ettiğimizi anlayamayacaklardır. Yedi seneden beri ilerliyoruz ancak Sivas’a geldik; hudutlarımıza varmak için daha bir o kadar yürümeğe mecburuz”.

Prof. Dr. Bilsay Kuruç Hocam da İsmet Paşa’nın bu konuşmasına bir küçük paragraf ekleyerek not düşer:

“Yıl 1939’a gelip, Cumhuriyetin kuruluşu diyebileceğimiz bir dönem kapanırken, şunu söylemek artık çok kolaylaşmıştır: 1923’te Ankara’da kalınmasaydı, bunların hiç biri yapılamazdı. Ankara uygarlık demek olduğu kadar kalkınma, kalkınma demek olduğu kadar yönetim, yönetim demek olduğu kadar da özverinin simgesi oldu”.

Gerçekten çok çetin şartlar, yokluklar, yoksunluklar içerisinde Kahpe Bizans’a yani İstanbul’a rağmen Cumhuriyetin Başkenti yaratılmıştır. Lakin bugün Cumhuriyetin kalbi, devrimin başkenti o Ankara’dan nerede ise hiçbir iz kalmamıştır.

-I-
Bir Müze

Anadolu Medeniyetleri Müzesinin Arması

Bilindiği üzere, 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi kurulmuştur. Yaklaşık on beş gün sonra ilk hükûmet açıklanır. Ateşle barutun dans ettiği günlerde bir anlamda hükûmet programına ya da o dönemin dili ile hükûmetin yapacağı işler arasına yazılan ibare aynen şudur: “eski eserlerin derlenmesi ve yeni müzeler kurulması”. 

Nasıl ama oldukça heyecan verici değil mi?

Bir yıl sonra yani 1921’de daha savaş bitmemiştir. Ve dönemin 7 personelli Maarif Vekâletine yani Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir Hars (Kültür) Müdürlüğü kurulur. 7 personelden 3’ü bu Müdürlüğe aktarılır. 

Ve aynı yıl, yani 1921’de bugün dünyanın sayılı müzeleri arasında yer alan Ankara Kalesi civarında Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin de ilk nüvesi açılır. Bu ilk nüveden günümüze gelinir. Gelinir de ne olur? Müzeler ve ören yerlerimizin özelleştirme / şirketleşme denilen garabetle yüz yüze olma tehlikesi sürmektedir. 

Anadolu Medeniyetleri Müzesi Arması

Birkaç gündür sosyal medyayı çalkalayan İstanbul Arkeoloji Müzesinin depolarındaki eserlerin Atatürk Havalimanı Kargo bölümüne taşınacağı haberleri de bu bağlamda ihtiyatla izlenmeli, uyanık olunmalıdır.

-II-
Beş Sokak

“Ordular, İlk Hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!”

Yukarıdaki komut, büyük taarruzda Gazi Mustafa Kemal tarafından verilmiştir. Ve 1 Eylül 1922 tarihli bu komut ile emperyalizm, 9 Eylül’de İzmir’de denize dökülmüştür.

Milli Mücadele, yoksulların zaferiyle nihayetlenmiş ve 1923 Cumhuriyeti ile taçlanmıştır. Savaşı, ölümü, ihaneti görmüş ve direnci, dayanışmayı ve dostluğu geçirmiş bu topraklar artık özgür, bağımsız, eşit ve onurlu bir ülkedir…

Ve bu ülkenin ve devrimin başkenti Ankara yeniden imar edilirken, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ebedi istiratgâhı da planlanırken eski Rasattepe yani bugünkü adı ile Anıttepe seçilir.  Ve Gazi Paşa, 9 Ekim 1944’te temeli atılan Anıtkabir’e 10 Kasım 1953’te büyük bir törenle taşınır. Anıttepe bir semt olarak planlanırken sokakları da isimlendirilir. Nasıl mı?

Beş sokak birlikte semt krokisi

Şimdi yukarıdaki krokide yer alan sayılara karşılık gelen isimleri sırası ile okuyalım mı? 

  1. Ordular
  2. İlk
  3. Hedef
  4. Akdeniz
  5. İleri

Ordular, İlk Hedefiniz Akdeniz’dir. İleri.

Bahse konu sokakların levhaları (Sokak tabela fotoğrafları sevgili meslektaşım, arkadaşım Prof. Dr. Müslüme Narin’den alınmıştır, kendisine teşekkür ediyorum)

Kent kimliğine sahip çıkmak, bir kenti yeniden okumanın, bir hayatı yeniden yaşamanın, geleceğe bir iz bırakmanın adıdır bir anlamda. Bu yüzdendir ki hayatımızın her anında bizi sarmalayan sokaklar, buluşma noktalarımızın yeri biraz daha ayrıdır. Yıllardır ikamet ettiğimiz adresimiz, yürüyerek okula gittiğimiz sokaklar ismini ilk bildiğimiz yerler ve geçmişimiz, çocukluğumuz, gençliğimiz, tarihimizdir bir bakıma.

Önce nerede ise tüm kentlerde sokaklardan başladılar. Yüzlerce sokağın ismi değiştirildi. Telaffuz bile edemeyeceğimiz, isimler sokak isimleri oldu. Başta Ankara olmak üzere yerel yönetimlerde iktidarda oldukları tüm kentlerin her yönüyle kimliksizleştirilmesine, belleksizleştirilmesine özel bir ihtimam gösterdiler.

Özellikle Ankara’da yaşayan yurttaşlar olarak bizler de bu kirli operasyona sessiz kaldık, seyrettik. İşlenen bu kent suçlarına çoğumuz ortağız… 

Yazıyı kent tarihçiliği ve mimarlık biliminin efsane isimlerinden Prof. Dr. Doğan Kuban Hocamızın “Kentleşememenin Bedeli” başlıklı makalesinden bir cümle ile bitirmek isterim.

“Türkiye’de şehirler, kötü meyve veren bahçelerdir. Bu, halkın ve belediyenin ortak bahçıvanlığıdır”.