1994’te D. Karabağ ve Azerbaycan’ın işgale uğrayan 4 ilçesinde yaklaşık yarım milyon insanı kapsayan bir etnik temizlik yapıldı. Şimdi aynısı D. Karabağ’da bu kez Ermenilere karşı gerçekleştiriliyor.

Aynı yerden devam...

Dağlık Karabağ meselesinin ülkemizde büyük bir ilgi yarattığını söylemek güç. Milliyetçi hezeyanlar ile liberallerin “zavallı Ermeniler, yine soykırıma uğruyorlar” sızlanmalarının arasında düşünsel, politik ve diplomatik genişçe bir alan var. Bu yüzden de çok sık yapmadığım bir işe girişip üst üste ikinci kez yazacağım D. Karabağ’ı. 

Geçen haftaki yazıda anlattığım tablo geçen bir haftada belirli noktalarda değişti. Öncelikle Azerbaycan ile D. Karabağ yetkilileri arasındaki ikinci tur görüşmenin ardından “Dağlık Karabağ Cumhuriyeti’nin yıl sonu itibarıyla ortadan kalkacağı” duyuruldu. Önce buradan başlayalım. Ortadan kalkan daha doğrusu kalacak siyasi varlık ne? SSCB’nin son Anayasası’na ve geçen yazıda ayrıntılarını verdiğim 1991 tarihli Alma Ata deklarasyonuna göre 1923’ten beri her yönüyle yasal ve meşru olan Azerbaycan’a bağlı “Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi (Oblast)”, Azerbaycan’ın resmi evrakındaki ismiyle “Dağlıq Qarabağ Muhtar Vilayeti” değil. Feshedileceği açıklanan yapı Birinci Dağlık Karabağ Savaşı’nın Azerbaycan’ın yenilgisiyle sonuçlanmasının ardından 1994 yılında ilan edilen Artsak Cumhuriyeti. Artsak Cumhuriyeti Ermenistan da dahil olmak üzere dünyada hiçbir ülke tarafından resmen tanınmayan, BM’de kaydı bulunmayan, bu anlamda da uluslararası meşruiyeti haiz olmayan siyasi bir varlıktı. Bu yüzden feshedilmesi bir dram da değil, bir anomali de. Bu bilgi bir kenarda dursun. Belki gerekir.

Birinci Dağlık Karabağ Savaşı çıktığında bölgede yaşayan Azerilerin oranı 1989 sayımı verilerine göre yüzde 21,5’ti. Bu oran o dönemde yaklaşık 40 bin kişiye tekabül ediyordu. Azerbaycan “anayasal düzeni tesis gerekçesiyle” bu ay başlattığı harekâtı tamamladığında ise Dağlık Karabağ Oblastı’nda yaklaşık 120 bin Ermeni ve 0 (yazıyla sıfır) Azeri yaşıyordu. Kırk binden sıfıra gelinirken bölgede hiç yabancı olmadığımız her yöntem kullanılmıştı. Korkutma, caydırma, hak kısıtlaması, kötü muamele ve nihayet katliam. Bunu da bir kenara koyalım.

Ermenistan ve Dağlık Karabağ yönetimi 1994 yılında tamamlandığı varsayılan birinci savaşta Rusya’nın etkin desteğinden, Batı dünyasının ilgisizliğinden geniş biçimde faydalandılar. Azerbaycan SSCB’nin çöküşünün getirdiği kaostan kurtulamamıştı. Siyasal birliği, savaş hazırlığı ve savaşma azmi yoktu. O zamanki Bakü yönetimi sadece D. Karabağ’ı değil, kendi 4 ilçesini de kaybetti. Kimi verilere göre en az 500 bin kişi topraklarını terk etmeye zorlandı “kaçgın” oldu. Uluslararası jargonda buna I.D.P (Internally Displaced Person) deniyor. Türkçe açıklaması yaşadığı topraklardan özellikle silahlı bir çatışma nedeniyle ayrılmak  zorunda kalan kişi. Topraklarından sürülen, Azerbaycan’da kötü koşullarda yaşamak zorunda kalan yarım milyon insandan söz ediyoruz. Doğal olarak, D. Karabağ’dan sürülen Azeriler de bu sayıya dahil.

Ermenistan ve D. Karabağ yönetimi geçen 30 yıllık sürede bütün barış ve uzlaşı girimlerine ipe un serecek şekilde yaklaştılar. Bu konuda Rusya ve AGİT Minsk Grubu üyesi Batılı devletler de parmaklarını kıpırdatmadılar. O 500 bin insanın kaderi ne Moskova’yı, ne Berlin’i, ne Paris’i, ne Washington’u zerrece ilgilendirmedi. Ben ilk savaş sonuçlandığında Dışişleri’nde genç bir memurdum. Türkiye ve dünya siyasetini hem mesleki hem de kişisel merakım nedeniyle son derece yakından izliyordum. Dünya kamuoyunda büyük bir infial olduğunu, acar gazetecilerin göçmenlerin artan sayılarını her gün bildirdiğini, televizyonlarda yardım kampanyaları düzenlendiğini, Azerbaycan’a Avrupa’dan insani yardım uçaklarının indiğini filan hatırlamıyorum.

Zaman geçti. Dünya dengeleri değişti. Azerbaycan değişti. Ermenistan ise 2 başat faktör sebebiyle o değişimi ıskaladı, fark etmedi. 

Birincisi D. Karabağ’la yetinmeyip Ermenistan’a da hâkim olan D. Karabağ kliğiydi. Bu klik küçük iktidar hesaplarıyla Ermenistan’ın iç istikrarı yakalamasının ve değişen dünyaya önünde ciddi bir engel oluşturdu. Temeli Nazizmin yükselişine kadar uzanan ama esas itibarıyla ASALA’nın Lübnan kamplarında somutlaşan Ermeni üstünlükçü, milliyetçi ve ırkçı bir fikriyatı bölgede yaşatabileceklerini düşündüler.
 
İkincisi 1915’te Anadolu’da yaşanan kırımın tacirliğiyle geçinen Diaspora lobileriydi. Yoksulluk içinde kıvranan Ermenistan’ın sırtını sıvazlayarak, Ermenistan halkını uyuttular. Paris, Marsilya ve Los Angeles’ta asla doğrudan hedefi olmayacaklarını bildikleri milliyetçi bir nefreti büyütmek için ellerinden geleni yaptılar. 

Nasrettin Hoca’nın herkesin bildiği güzel bir fıkrası vardır. Timur Anadolu’ya gelir. Osmanlı’ya yumruğu çakıp devirir. Ordusundaki filler tarla tapan bırakmazlar. Herkes homurdanır, yakınır. Hoca’ya gidip “geç başımıza da Timur’un huzuruna çıkalım, söyleyelim de şu fillerini alsın’ derler. Bir heyet kurulur, Hoca başlarında. Saraya girilir. Hoca bir bakar ki arkasında o esip üfürenlerden kimse kalmamış. Kafası kızar, fillerin sayısının artırılmasını isteyip ayrılır huzurdan.

İşte 2020 Eylülü’ne geldiğimizde yani ikinci savaş başladığında Ermenistan’ın arkasında da kimse kalmamıştı. Rusya Paşinyan’ın Batı’ya yanlama çabalarından rahatsızdı. Yanlanmak istenen Batı bakımından ise Ermenistan’ın “bir günlük doğalgaz arzı” kadar bile kıymeti kalmamıştı. Durum bugün de aynı. ABD ve Brüksel D. Karabağ’da yaşanan drama yüzeysel tepkiler vermekten öte bir şey yapmıyor. Yapmayacak da. 100 bin insan yerini yurdunu terk etmiş, kimin umurunda? Yeter ki sermayenin gazı, petrolü kesilmesin.

Sonuç olarak D. Karabağ kliği ve diasporanın tacirleri D. Karabağ’ı tarihe gömmüş oldular. Artsak’ı değil, bizatihi Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi’ni. Bu savaşta İsrail’in, Rusya’nın, Türkiye’nin desteğini elde eden Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi’ni yeniden tesis etmeye niyetinin olmadığı açık. Bu gidişle 2024 yılının başında bölgede yaşayan Ermeni sayısı da 0 (sıfır) olacak. Bu dramda emeği geçen D. Karabağ kliği hâlâ Paşinyan’ı nasıl devirebilirim sorusuna Erivan sokaklarında cevap arıyor. D. Karabağ Ermenilerinin mezarını hazırlayan Diaspora tacirleri ise enerjilerini sokakta Türkiye ve Azerbaycan’ın diplomatlarını döverek harcıyorlar. 

O son konuyla ilgili kişisel bir notum da var.  Batı Avrupa’da 12 yıl görev yaptım. O yıllarda Fransa ve Belçika’da göreve başlarken çocuklarıma verdiğim tek öğüt "Babanızın diplomat olduğunu söylemeyin” olurdu. ASALA’nın diplomat cinayetleri çoktan bitmişti ama iki örgütün kimi eşkıyalıkları devam ediyordu. Bunlardan biri VAN Kollektifi, diğeri Nor Serund. Bunlar hiçbir şey yapamazlarsa her yıl Paris’teki uluslararası kitap fuarındaki Türkiye standını basar, stand görevlilerini tartaklar, kitapları tahrip ederlerdi.  

Yaptıklarının kimseye özellikle de Ermeni halkına bir gıdım yararı olmadı. Tıpkı önceki gün Los Angeles’ta bir toplantıya katılan diplomatları sokak ortasında dövmenin yararı olmayacağı gibi. Sadece sermayenin bu topraklarda hiç bitmesin istediği milliyetçi nefreti körüklemiş oldular. 

Çok uzatmadan toparlayalım. 1994’te D. Karabağ ve Azerbaycan’ın işgale uğrayan dört ilçesinde yaklaşık yarım milyon insanı kapsayan bir etnik temizlik yapıldı. Şimdi aynısı D. Karabağ’da bu kez Ermenilere karşı gerçekleştiriliyor. 

Halkların kardeşliğini öne koyan biz Komünistlerin bunu kabullenmesi ve normalleştirmesi düşünülemez. Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi yeniden tesis edilmeli, bölgenin yasal sakinleri olan Ermeni ve Azeriler topraklarına geri dönmelidir. Ermenistan’ın toprak bütünlüğüne dair tehditlere de son verilmelidir. Batı’nın sahtekârlıklarını ahlaki/insani ölçüt diye yutturmaya çalışan Liberal abilerin tek taraflı vicdanları sızladığı için değil, doğrusu ve Büyük İnsanlığa yakışanı bu olduğu için.