Ayancık’ta neler olup bittiği gündeminizde olmaz, ya muhteşem güzellikte ya da ölümüne karanlık bir şeyler olmalıdır gündeminize almanız için.

Ayancık: Orada Bir Yer Var Uzakta

Bir minik ilçe. Batı Karadeniz’de. Ege’den Karadeniz’e bakıldığında hem uzak hem yakın görünür. Yolunuz düşmez, yolunuzu özellikle düşürmeniz gerekir. Ayancık’ta neler olup bittiği gündeminizde olmaz, ya muhteşem güzellikte ya da ölümüne karanlık bir şeyler olmalıdır gündeminize almanız için.

Öylesine hız ve unutma zamanları ki yaşadığımız, dünün en koyu acıları giderek cılızlaşan bir ses gibi adım adım söner, başlangıcı ve sonucu belirsiz bir yankı gibi uzaklaşır ve kaybolur. Yeni zamanların acıyı yaşama biçimi, acıya neden olanlardan hesap sorulamayınca acıyı sündürmek olarak tezahür ediyor; zehrini içimize akıtıyor, içimizde göz göz çörekleniyor. Giderek de ayrıntılar hatırlanmaz oluyor, nedenlerini ortaya koyan etkenler silikleşiyor, nihayetinde sosyal medyada “trend topic”lik üç günlük ömründe, yalan dünya misali ışık çakımı parlayıp sönünce unutulmanın derin sessizliğine gömülerek insanlar adeta yaşadıkları ve yaşayacakları ile baş başa bırakılıyor. Dayanışma olmasa, halkın omuz omuza vermesi ile “orada kimse var mı?” sorusu tersinden sorulmasa hepten zifiri karanlık olacak ya, işte o tek tek ışık çakımları sayesinde, umut hep utangaçça kendini gösteriyor. İyi ki gösteriyor, el ediyor, ben buradayım, diyor.

Neyi anlatayım, nereden başlayayım?

Elimde Ayancık’tan başlayan, bir şekilde yolumun kesiştiği bir Ayancık hikâyesi var. Toplumsal hafıza çalışması olarak yapılan bir nehir söyleşi yaz ortası gibi Volkan Atılgan tarafından kitaplaştırılarak okurlarla buluştu. Kitaba ulaşır ulaşmaz görmeyi pek dilediğim Ayancık’taki kırk yıl önceki halkçı belediyecilik deneyimi ve Hasan Kaya adı, kendi adıma Ayancık’ı bir kez daha gündemime taşımıştı. İçime dolan, ah güzel Anadolu hissi oldu. Gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür aidiyeti ve sorumluluğu ile derin bir bağ oluştu sanki Ayancık’la aramızda. Öyle ya her zaman insanları değil anları, muhtemellikleri, vaatleri, mekânı ve tüm bunlara yüklediğimiz anlamları özleyebiliriz.

Rastlaşmalar, çakışmalar, meraklar, üzerine kitabın giriş bölümünde yer verilen Turgut Uyar’ın “Aldatıldığımız önemli değildi yoksa / Herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak” dizeleriyle karşılaşınca toplumsal bellek; dün, bugün ve yarın bağlamında hatırlayışlarımız, bir yerleşimi memleket yapan aidiyet duygusu; aidiyet duygusu ve memleket sevgisinin oluşmasına sebep olan, o coğrafyaya emek vermiş, ömür vermiş, ter dökmüş insanların bugünden anımsanması ve geleceğe kapı aralamak adına kulaklarımıza fısıldanması ne güzel.

Kırk yıl önce kırk yıl sonra Ayancık

Atlara binip dönmemecesine giden şarabi eşkıyalardan söz etmiyorum, canıyla, kanıyla, birikimiyle canhıraş ülkesi için çalışan, unutmaya yüz tuttuğumuz, göçenlerle bir parça daha sise gömülen ay gibi aydınlık yurtseverlerden söz ediyorum. Sevgili Volkan, ateşi harlamış, belediyeciliğin, yerel yönetimlerin halka hizmet aracı olmaktan çıkarılıp kamu kaynaklarını hunharca yağmalanmasına yol açan anlayışın giderek hâkim olduğu günümüzde “Kırk Yıl Önce Kırk Yıl Sonra Ayancık” ve Hasan Kaya adeta çölde bir vaha gibi. Töb-Der’li Hasan Kaya’nın, 1977-80 arası kısacık sürede yaptığı halkçı belediyecilik bu çalışma sayesinde hatırlanıyor ve bu toprakların umuda dair birikiminin hiç de bugünden başlatılamayacak kadar bereketli olduğu bir kez daha idrak ediliyor.

Volkan Atılgan bir zincirin halkaları olan çalışmalarını tanıtırken: “Sinop ve özelinde Ayancık’ın toplumsal hafızasına dönük ‘Sinoplu Rumlar’ adlı çalışmam ile Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemindeki heterojen kimlikli Sinop’a, Ayancık’a ‘Tarabalar’ adını verdiğim belgesel fotoğraf arşivi ile imparatorluğun ortadan kalması sonrası kurulan genç Cumhuriyetimizin ilk yıllarından 1960’lı yıllara değin uzanan Ayancık tarihinin sosyokültürel ve ekonomik hayatına bakmaya, ardından, ‘Valizimde Gurbet’ adlı sözlü tarih çalışmam ile 1961’de Almanya’ya başlayan işçi göçü ve göçün Ayancık’ta yarattığı toplumsal dönüşüme ışık tutmaya gayret etmiştim. Şimdi ise ‘Kırk Yıl Önce Kırk Yıl Sonra Ayancık’ adlı röportaj kitabımızla Ayancık’ın en karanlık dönemine, 12 Eylül 1980 darbesi ve öncesine, Aralık 1977 seçimleri ile göreve gelen Ayancık Belediye Başkanımız Sayın Hasan Kaya’nın öz yaşam öyküsü ve tanıklıkları üzerinden bir meşale tutuyoruz.” demekte.

Neler mi yapmış yönetimde olduğu süre boyunca Hasan Kaya? İşçilerin, sarı sendikadan istifa ederek yerine devrimci sendika DİSK’te örgütlenmesini sağlamış. Ayancık Belediyesi işçileri Türkiye’de ilk kez haftada kırk saat çalışma hakkına kavuşan işçiler arasında oluyor. Kırk saatten fazla çalışan işçilere sözleşme gereği, saat başına üç yevmiye ödeniyor. Ulaşım sorunu büyük oranda çözülüp, belediyeye ait araçlar satın alınıyor; kamucu ulaşım örneği yaşanıyor. Yetmiyor, ekmek üretim tesisi yapılarak ucuz ve temiz ekmeğe Ayancık halkının ulaşması sağlanıyor, en düşük maaşlı belediye çalışanından daha az ücret alan bir belediye başkanı oluyor Hasan Kaya belediye meclisinden bu kararın çıkmasını dayatarak. Ayrıca sel cinayetleri ile gündeme gelen ilçede Hasan Kaya belediye başkanlığı süresince tek bir yapıya yasalara aykırı yapı ruhsatı vermiyor. Burada duralım, tek bir yapıya yasaya aykırı ruhsat verilmiyor! Anlayana tüm bu yapılanlar bir tokat gibi olmalı. Halkçı belediyecilik anlayışı ile bugünün yerel yönetim anlayışına adeta kırk yıl öncesinden meydan okuyor. Çok hoş, çok ilham verici, çok onurlandırıcı.

Üç yıldan söz ediyoruz. Kısacık üç yıldan. Upuzun verimli üç yıldan… Sonrasında mı? 12 Eylül Darbesi ile yurtsever insanlar adeta avlanıyor. Bir kara tarihtir, şerdir, planlı bir biçim zamanıdır. Hasan Kaya bu sürece “solkırım” diyor, çok yerinde bir kavramsallaştırma yapıyor.

Daha neler neler var kitapta, Hasan Kaya’nın pırıl pırıl hafızasıyla. Tek bir kamucu hizmeti bile insana bir ömür yetecekken yaptıklarına yönelik anlatırken ki alçakgönüllülüğü başka zamanların değerler sistemini hatırlatıyor, yüzümüze tokat gibi çarpıyor

Hatırlamak iyidir. Hele hele bugüne ilham oluyorsa, bizi arındırıyorsa, yüzleşmemize neden oluyorsa hatırlamak iyidir. Sağaltıcıdır, mücadeleye çağırıcıdır, onurlandırıcıdır, hesap sorucudur. Yaşadığımız karanlığa, yolsuzluk, hırsızlık ve cinayetlere karşı geçmişimizdeki deneyimlerimiz geleceğimize ışık tutuyor. Göz önünden uzaklaştırmamak gerek.

“Kırk Yıl Önce Kırk Yıl Sonra Ayancık”ı okuyun. Sele batmış, hırpalanmış, ihmal edilmiş, göz göre göre sebep olunmuş güzelim Ayancık’ta başka türlü sevdalar vardı bir zamanlar. O sevdalar ki bizlere sürekli ve her felakette daha çığlık çığlığa fısıldıyor: Başka türlü bir dünya mümkün.
 
Hamiş: Bu yazı zorunluluk yüzünden böyle oldu. Bir başka deyişle neler geldi başına neler geldi. Kitap üzerine söyleşelim derken Volkan Atılgan’la, yangınlar girdi araya yandık, köz olduk. Tam da Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Türkiye evlatlarına kendisinden başka şeyle meşgul olmak imkânını vermiyor,” sözüne uygun biçimde kitap üzerine konuşmak bile ayıp gibi geldi, utandık. Sonra bir nehir söyleşi yaptık az biraz yüreğimizin yangını közlenince… Bu kez de ben olmayacak şeyi oldurdum, ses kayıtları kazaya kurban gitti. Hayatımda hiç bu kadar mahcup olmamıştım. Yenileyelim dedik. Sonra 11 Ağustos’ta olmayacak oldu yine ya da göz göre göre geliyorum dedi, ihmâl, yolsuzluk, plansızlık, bilimsizlik, izansızlık ve sel. Dolayısıyla acıyan yerlerimizi bir kez daha sarmaya çalışırken yine Türkiyem kendini dayattı ve gündemiyle boğdu, öldürdü, yıktı, yaktı, geçti. Bizim nehir söyleşimiz de yalan oldu. Aşağıda Volkan Atılgan’ın bölgeden bildirdiği haberler ile olup biten açıklıkla sergilenmekte.