Ancak Samet onları da dondurup fotoğraf karesine sığdırarak tüm sorumluluğu üstünden atmıyor muydu ne dersiniz?

Sevmediğim Sametler

Sinemaya gitmeyi özlemişim. Sinemaya gitmeyi unutmuşum. Bunu üç saat on yedi dakikalık Nuri Bilge Ceylan’ın “Kuru Otlar Üstüne” filmini görünce hatırladım. Gitmeyi planlamaya başlayınca yeni bir Nuri Bilge Ceylan filmiyle buluşacağım için içim kıpır kıpır oldu. 

Diriltici bir etkisi var merak edilen, özlenen, üzerine tartışmayı gerektiren sanat eserlerinin. Duygudan duyguya geçileceğinin farkında olarak kalp pıtırtılarıyla, midede uçuşan kelebeklerle bir tazelenme yaratıyor bende bu tür sanat eserleri. Filmin yorgun düşmüş insanlarına inat bir keyif, bir hınzırlık, bir enerji geliyor üstüme. Benden zengini yok o an, benden gamsızı, benden hınzırı, benden mutlusu. Daha ne olsun, hep demek istiyorum: iyi ki sanat var, iyi ki güzel filmler, güzel romanlar… Tıpkı “Casablanca” filmindeki Humphrey Bogart (Rick) ve Ingrid Bergman’ın (Ilsa) “Bir daha çal, Sam!” replikleri gibi sürekli.  İyi ki, iyi ki, iyi ki…

Ama karanlık bir atmosferi var filmin. Geneli mecburi hizmet kapsamında görev yapan öğretmenlerden oluşan, Erzurum’un orda bir köy var uzakta çağrışımı gibi karlarla kaplı bir kasaba ve onun ilköğretim okulu mekân olarak seçilmiş.  Kardan ve soğuktan insanın içi üşüyor bir yandan öte yandan soğuk vurgunu insanların upuzun zamanlara yayılmış tekdüze yaşantılarının olağan akışı normalleştiriyor her şeyi. Her şeye alışılır dedirtiyor, o alışılan her şeyde bir saklı güzellik bulma eğilimi barındırıyor. 

Sessizlik, zorlu yaşam koşulları, merkezden uzaklık, yalnızlık, kimsesizlik, unutulmuşluk, bıkkınlık, çaresizlik ve umutsuzluk bir dekor olarak her yanı kaplamış burada. Gerilimi besleyecek, olay örgüsünü çatacak, gerilimi yükseltecek hiçbir parıltı yok ya da tüm bu parıltının üstünü alabildiğince bir sis kaplamış. Bu sis öğretmenler odasına, öğretmenlerin yüzlerine, eylemlerine/eylemsizliklerine de çökmüş. Neredeyse hepsi “buradan” bir an önce gitmeye, kaçmaya ayarlanmışlar; geçici bir uğrak, geçerken katlanılacak bir durak olarak görüyor öğrencileri, kasabayı ve birbirini. 

Asıl hikâye Samet öğretmenin üzerinde yükseliyor. Dört yıllık cezasının -zorunlu hizmetinin- sonuna gelmiş Samet, bir resim öğretmeni, çok okuyor hep elinde bir kitap var, ya da ben öyle hatırlıyorum ama resim yapmıyor. Diğer tüm öğretmenlere göre farklı, aykırı, derinlik vaadi olan, kendini ayrıksı gören ve çevresine tepeden bakarak yargılama eğiliminde biri. İktidarın her tür biçimine karşı gibi görünen, özgürlük düşkünü, uyumlulaşmayı reddeden bir ayrık otu sanki… Ama sanki, gibi, pek değil, tam öyle değil. Çünkü öfke ve hınç anında eleştiriyormuş gibi olduğuna/yaptığına dönüşen, aşağılayan, kısıtlayan, ezen, iktidar kuran, zalimleşen de biri Samet. 

İçimizdeki iyilik ve kötülük diye başlayan bir cümle kurmak isterdim. Samet’in karanlık tarafı demek isterdim ama değil, Samet’in karanlığı öyle aşikâr ki içinde aydınlığı barındırmıyor. Bir sahnede öğrencilerin ihtiyaçları için belli ki Samet’in organize ettiği bir koli geliyor okula ve Samet son derece lakayıt biçimde bunu ihtiyaç sahibi öğrencilere dağıtıyor. Fakat bu eylemi bile öyle iğreti ve çocuklara, onların dertlerine öyle uzak ki özellikle öğrencilerle iletişim kurmaktan kaçınıyor. Çocukların gözlerinin içine bakmıyor. Çünkü öğrencilerle etkileşime girdiğinde “mesele”yi bilmesinden kaynaklı bir sorumluluk doğacak ve onu eyleme, daha fazla anlam kurmaya, kaçışlarını sınırlamaya çağıracak ve kapana kıstıracak. Neyi seçiyor? Okulun en çalışkan ve kendini yormayacak öğrencisi ile “özel” bir yakınlık kurmayı, istismarın sınırlarında gezinmeyi seçiyor. Öğrenciye, evet kız öğrenciye  “ayna” hediye ediyor, laf arasında verdiği kitaplardan söz ediyor ancak öyle belirsiz ki bu söz ediş. Ayna gerçek ve metaforik anlamıyla altı çizilerek öne çıkıyor, katlanılmaz “özgür ruhlu”, tembel öğretmenin kendine doğrudan bakmasını sanki kolaylaştıracak ve ruhunu rahatlatacak bir aparata dönüşüyor. Umutsuzluk, eylemsizliğe, tembelliğe, kolaycılığa kılıf mı? Yoksa tam tersi bir denklem mi var tembellik umutsuzluğun, sinikliğin, eylemsizliğin, tepeden bakışın kılıfı mı?

Samet’in hakir gördüğü, içten içe küçümsediği, lojmanda birlikte kaldığı Kenan ortalama iyi bir insana tekabül ediyor. İstismar suçlamasıyla haklarında şikâyet söz konusu olduğunda ise verdiği tepki, Samet’in tepkisinden daha gerçek, daha diri, daha hesap sorucu. Bu anlamıyla tembel ve hoyrat Samet’in çizdiği profilden bin kat daha saygıdeğer ve gelişmeye açık bir karakter.

Öte yandan Nuray, Ankara Gar Katliamı’nda bir bacağını kaybetmiş, umut etmenin yorgunu Nuray. Ne çok şey yazılabilir hakkında. Ancak derdim Samet’le. Sevmedim seni Samet, yıkıl karşımdan. 

Filme mi? Filme bayıldım. Duygudan duyguya geçerek bu içerik ve teknik harikasını izledim, izledim nefesimi tutarak. Fotoğraflara yalnızca Samet’in çektiği fotoğraflara bayıldım Samet’e dair. Her bir fotoğraf bir hikâye anlatıyordu bir biri ardı sıra sıralanmış pek çok film çağrıştıran, yalnız ve güzel ülkenin çileli insanlarını anlatan fotoğraflar bunlar. Anlam bıçak gibi kesiyor, lime lime ediyor. Ancak Samet onları da dondurup fotoğraf karesine sığdırarak tüm sorumluluğu üstünden atmıyor muydu ne dersiniz? 

Son olarak filmin elbette pek çok okuması ve çağrışımı var. Her bir karakter aslında üzerinde durulmayı ve derinlemesine konuşulmayı hak ediyor. Beri yandan çürüme, yavaşlama, gerileme setler çekmedikçe  hayatlarımızda bizi ele geçiriverir, dikkat. Yavaş yavaş ya da ansızın… Buna dair Jules Payot’nun “İrade Eğitimi” kitabından bir alıntı paylaşmak istiyorum. Burada dursun, belki başka yazılarda döneriz.

“Düşük ücretli, pek değer verilmeyen, geleceği, ufku olmayan, insanın iskemlede ömür çürüttüğü, her gün hemen hemen kısır bir uğraşın boşluğu içinde yeteneklerinin gerilemesine ve adım adım paslanmasına tanık olduğu, ama buna karşılık düşünmekten, istemekten ve eyleme geçmekten kurtarılmanın kelimelerle dile getirilemez sevincini bulduğu memurluk görevleri… Vesayetçi bir yönetmelik… insanın faaliyetini bir duvar saatinin düzenli hareketinin içine sokar ve onu eyleme geçmenin ve yaşamanın yorucu onurundan muaf tutar.”

Aman diyeyim, aman. Ama mutlaka izleyiniz Nuri Bilge Ceylan’ın “Kuru Otlar Üstüne”sini. Siz bakalım nasıl bulacaksınız?

Hamiş: Samet adının anlamı sonsuz, yüksek, ebedî, hiç kimseye muhtaç olmayan tanrı demekmiş. Her şey kendine muhtaç olurmuş ancak kendisi kimseye muhtaç olmazmış Samet Bey’in.