Salgının başından bu yana muhalif olan herkes AKP’nin yalanlarını yakalamanın, onları açığa çıkarmanın peşinde koşuyor. Haksız oldukları söylenebilir mi? Ya da başka türlü sorarsak, AKP’nin 18 yıllık siciline bakıldığında bu çabanın boşa gideceği iddia edilebilir mi?
18 yıldır insanlara yalan söylediği bilinen bir partinin bugün salgın konusunda ülkeye ve dünyaya tam doğru bilgi verdiğini düşünmek için insanın gerçekten aklını kaybetmiş olması lazım. AKP zaman zaman doğruları söylüyor olabilir, ama AKP’nin hiç yalan söylemediğini, mesela sayıları çarpıtmadığını ya da verileri saklamadığını iddia etmek bambaşka bir şey.
İktidar partisi bunların hepsini yapıyor. Maske dağıtımı konusunda yanlış bilgi veriyor, ölüm sayılarıyla oynuyor, salgının gidişatı konusunda bazı kritik kararları ya da kararların nedenlerini toplumdan saklıyor.
İnsanlar bunları görüyor, fark ediyor ya da hissediyor ve aslında daha büyük yalanların gelmesinden, işler kötüleşirse yalanların büyümesinden endişe ediyor. Çünkü herkes yalanın da aslında bir gerçekliği olduğunu, süreç daha o kadar kötüleşmeden söylenen yalanla, durum kötüleştikçe büyüyen yalanın arasındaki farkı biliyor.
İnsan, çoğu zaman adını koyamasa da yalanın maddi bir zemini olduğunu fark ediyor.
AKP’nin yalanları yeni değil. Virüs, AKP’de hiç olmayan bir huyu baştan yaratmadı veya gizli saklı uyuyan bir refleksi tetiklemedi. İktidar 18 yıl boyunca Türkiye’nin ekonomik verilerini çarpıttı, dış politika konusundaki gelişmeleri sakladı, toplumsal olaylar hakkında alenen yalan söyledi.
Peki ama Türkiye’de yalan AKP’yle mi başladı? Türkiye siyasetinde bir yöntem olarak yalanı AKP mi icat etti?
Bu ülkede kötü olan her şeyin AKP ile başladığına dair yanlış ve yanlış olduğu kadar da tehlikeli bir algı var. Bu algı hep sanıldığı gibi bütün kötülüklerin merkezi olarak görülen AKP’nin işini zorlaştırmıyor. Tam tersine, bazı durumlarda AKP dışındaki aktörlerin kötü olamayacağına dair yanlış düşünceyi besleyerek AKP’ye hayat veren genel işleyişi canlı tuttuğu için AKP’nin işini kolaylaştırıyor.
Yalanın AKP’yle birlikte boyut değiştirdiği ve kolay kolay kimsenin bu konuda AKP’nin eline su dökemeyeceği doğru olsa da, Türkiye siyasetinde yalan hep vardı. Erbakan, Türkeş, Demirel, Özal ve daha niceleri… Hepsi yalan söylüyor, yalanı siyasetin bir parçası olarak kullanıyordu.
Siyasetin hep yalana ihtiyacı vardı. Bugün de var. Yalanı yaratan koşullar değişmediği sürece yarın da var olacak.
Çünkü bu düzen bir bütün olarak yalana muhtaç ve düzenin kendisi büyük yalanların üzerine kurulu.
Evet bugün AKP ekonomi üzerine yalan söylüyor. Peki ama ekonomi konusunda yalan söyleyen yalnızca AKP mi? Akla hemen işi yalan dolan üzerine kurulu sahtekar tüccarlar gelmesin. Sakın derme çatma fabrika veya atölyesinde binbir türlü yalanla işçisinin kanını emen zalim patronlarla da yetinilmesin. Bunlar belki kolay hedef, ama sorun bunlardan ibaret değil.
Hisseleri borsada işlem gören anlı şanlı kurumsal şirketlerde, onların modern görünümlü patron ve yöneticilerinde de yalan ve çarpıtma olmazsa olmaz bir özellik. Yoğun sömürüye dayanan işleyişlerini bir an olsun geçelim, her yılsonunda patronların veya üst düzey yöneticilerin çıkar ve istekleri doğrultusunda şirketin o yılki bilançosuyla ince ince oynanması da yalanın yaygınlığına dair güzel bir örnek değil mi? Büyük tekellerin bu yalanları, veriler üzerindeki oyunları bazen öyle büyüyor ki 2008’deki gibi tüm dünya ekonomisini saracak bir krizi bile tetikleyebiliyor.
Evet AKP salgına dair sayılarla oynuyor ve olguları saklıyor. Ama bu konuda yalnız değil. Şirketler de ürünleri hakkında yalan söylüyor, verileri çarpıtıyorlar. Üstelik yalnızca Türkiye’de değil tüm dünyada yapıyorlar bunu. Çevreye verdikleri zarar hakkında yalan söyleyen petrolcüler, insan sağlığına kast ettikleri olayları saklayan kimyacılar, emisyonla ilgili test sonuçlarını çarpıtan otomotiv şirketleri, ilaçlarının yan etkilerini gizleyen ilaç tekelleri ve daha niceleri…
AKP ne yapıyorsa, onlar da yapıyor. Tersi de doğru; onlar nasıl yalan üretiyorsa AKP de öyle üretiyor. Yalan böylece meşrulaşırken, hepsi birbirinden cesaret alıyor.
Dış politikada AKP yalancı da, mesela ABD veya Almanya’yı yönetenler değil mi? Sınırlarından binlerce kilometre uzaktaki ülkelerde operasyon yapan bu ülkeler, bu eylemlerini demokrasi ve özgürlük palavraları üzerine inşa etti. Batı, ülkeleri işgal etmek için kimyasal silah yalanlarına başvururken hiç ama hiç çekinmedi.
Şimdi bu ülkeler salgın konusunda şeffaf ve dürüstler öyle mi? Oysa mesela bugünlerde her açıdan örnek gösterilen Almanya’nın, faşist örgütlerle bağını yıllarca saklayan, bu örgütlerin işlediği cinayetlerin üzerini örten, göçmen politikasında sürekli yalan üreten, rüşvetle, gizli saklı pazarlıklarla yurtdışında ihale kovalamak konusunda uzman Alman devletinin kimseye dürüstlük ve şeffaflık dersi vermeye hakkı yok.
Evet, Türkiye’yi yönetenler yalancı. Ama diğerleri dürüst olduğu için değil, tam tersine, dünyayı yalancılar yönettiği için, Türkiye’yi de yalancılar yönetiyor. Üstelik AKP Türkiye’nin en büyük yalancısı olsa bile, Türkiye’nin tek yalancısı da değil.
Kural değişmiyor, yalan bu düzenin işleyişinin bir parçası olduğu için bu düzenin tüm bileşenleri, herkes kolayca yalan söyleyebiliyor.
Bu düzen hiç durmadan yalan ve yalancı üretiyor. Çünkü bu düzenin kendisi kocaman bir yalan. Zenginliğin ve yoksulluğun hak edildiği bir yalan, üretmek için patronlara ve sermayeye ihtiyaç duyduğumuz bir yalan, patronlarla işçilerin aynı gemide olduğu bir yalan, bu düzenin bize sundukları arasında özgürce tercih yaptığımız bir yalan, devletin ve hukukun tarafsızlığı bir yalan.
AKP’nin salgın konusunda ürettiği yalanlar kesinlikle önemsiz değil. Tıpkı AKP’nin yıllardır ürettiği diğer yalanlar gibi. Bu salgın bir gün bitecek ama yalanlar bitmeyecek. Çünkü bu yalanların ürediği ve sırtını yasladığı bir zemin var. AKP’yi, patronları, şirketleri, dünyanın tüm yalancılarını birleştiren bir zemin…
Ama bu yalanlardan mağdur olanları birleştiren ve yalana karşı güçlendiren de bir yalan var. Çünkü yalanlarla dolu bu düzenin sonsuza kadar süreceği de bir yalan.