Afganistan İslam Cumhuriyeti denilen ABD'nin kuklası rejimin çöküşü, beklenenden de hızlı oldu. Bu hız, şimdi göç hızını da etkileyebilecek.

Afganistan: Yeni bir sayfa mı?

Afganistan'da başa mı sarıldı, yoksa yeni bir sayfa mı açıldı? ABD müdahalesi öncesinde Afganistan'da zaten gene Taliban'ın egemen olduğuna bakarak sanki hiçbir şey değişmemiş gibi düşünenler olabilir. Bu, yanıltıcıdır. Tarihte başa sarmak yoktur. Her şey değişir, buna Taliban da dahildir. Nitekim, kendisine "Afganistan İslam Emirliği" (AİE) de dese, artık -kendi geçmişinden de dersler çıkararak- meşru bir devlet gibi davranmaya çalışan bir siyasi güç söz konusu olacaktır. Bu Taliban'ın, 20 yıl önceki aşırılıklarını aynen tekrarlamayacağı düşünülebilir ama militan bir şeriat devletinin aşırılıklarından kendini (ve tatmin edilmeyi bekleyen taban militanlarını) büsbütün sakınması da beklenemez. Ayrıca etnik, kültürel ve mezhepsel ayrılıkların da, uluslaşma aşamasını tamamlayamamış ve şimdi bir "Emirlik" olarak (yani sıfır demokratik temelde) örgütlenmek isteyen bir İslamo-faşist rejimin iç ayakbağlarını oluşturmayı sürdüreceğini hesaba katmak gerekecektir.

Taliban'ın yönettiği bir AİE'nin dünya sahnesinde nasıl bir rolü olacaktır? Bilinmeyenlerle dolu bir soru bu. Şimdilik görünen şey, "reel politik"in baskın gelebileceğine dair işaretler. Bir süredir gerçekleşmekte olan Pekin-Moskova temasları, Taliban'la üst düzey ilişki kurma biçimleri, Çin ve Rusya'nın ABD'nin Afganistan'da bırakmak istediği "istikrarsızlık saatli bombası"nı öngördüğünü ve önlem aldığını düşündürüyor. Taliban devletinin de, kendi iç işlerine müdahale edilmemesi karşılığında, komşu ülkelerde (sınırdaş veya değil) sorun çıkarmak istemediğini anlatma kaygısında olduğunu gösteriyor gibi. Tabii uzun dönemde ne olur, belirsiz. Ama kısa-orta dönemde "Emirlik" oluşumunun kendini konsolide etmeye ve zaman ihtiyacı olduğu açık.

Göçmenler meselesi

Afganistan İslam Cumhuriyeti denilen ABD'nin kuklası rejimin çöküşü, beklenenden de hızlı oldu. Bu hız, şimdi göç hızını da etkileyebilecek. Her ne kadar sınırların tüm kontrolü Taliban'ın egemenliğine geçmiş olsa da, her tarafa yönelen göç dalgalarının önüne geçmek Taliban'ın dahi gücünü aşabilir. Kaldı ki, bu dalgaları önlemek gibi bir derdi olmaması daha büyük olasılık. Büyük bir katliamla başlamak yerine, "safraların" kendiliğinden tasfiye olması niçin tercih edilmesin? Üstelik, kendi içişlerine karışma potansiyeli olan bazı "İslamist" ülkelere (Pakistan, İran, Türkiye gibi) sorun ihraç ederek bir uyarı göndermenin neresi kötü olsun?

Bir süredir Afganistan'dan Türkiye'ye yönelmiş bulunan göç dalgasının arkasında, Taliban'ı aşan güçlerin olduğu, bir Biden-Erdoğan mutabakatının da bulunduğu gündemde. Şii İran rejiminin de, kendi demografik/kültürel yapısını hiç istemeyeceği yönde etkileyecek olan bir sünni Afgan göçü baskısına topraklarını en fazla transit geçişler için açabileceği de bir süredir iyice anlaşılmış olmalı. Taliban'a verdiği açık desteklerle bilinen Pakistan'ın dahi kendi sınır kontrollerini sıkılaştırdığı da görülüyor.

Şimdi burada asıl açığa düşmüş olanın, kendi kısır hesaplarıyla (bk. Sol Portal, geçen haftaki yazımız) başbaşa kalan bir Erdoğan rejimi olduğu görülüyor. Bu rejimin politik zekası artık daha fazla tartışılır durumda; ama bir şey artık açık olmalı: Kendi iktidarını kalıcı kılmak için başta ABD olmak üzere Batı'ya her türlü ödünü vermeye hazır bir politik akıl (veya akıldışı oportünizm) egemen artık Türkiye'de.

Oysa biraz aklını başına devşirebilen bir rejimin yapması gereken, Afgan göçünü mümkünse İran-Afganistan sınırlarında (değilse hiç olmazsa İran-Türkiye sınırlarında) durdurabilmek olmalıydı. Bunun için İran'a, onun da çok ihtiyacı olan mali destekler yapılması bile göze alınmalıydı. Tıpkı AB'nin Türkiye'ye yaptığı gibi. Aslında göçü Türkiye'ye ulaşmadan durdurmak AB'nin de işine geleceği için, AB'nin doğrudan İran'a (veya işi kılıfına uydurmak adına Türkiye aracılığıyla dolaylı olarak gene İran'a) mali destek vermesini sağlamak da Türkiye'nin akılcı bir dış politika hamlesi olabilirdi. Ama "akılcılık" deyince tekrar başlangıç tespitimize dönmüş oluyoruz ne yazık ki.

AKP rejimi, pro-emperyalist ve İhvancı politikalarla Suriye'deki rejimi istikrarsızlandırarak sığınmacı göçmen akımlarında yol açtığı inanılmaz patlamaya, şimdi de ABD emperyalizmin 20 yıllık işgalinin tortularına kucak açarak yeni ilaveler yapmaya hazırlanıyor veya hazırlanıyordu. Toplumdan yükselen yoğun tepkiler, şimdilik en azından söylem düzeyinde bir geri adımın işaretlerini vermekte. Ama artık iş işten çoktan geçmiş de olabilir. 

AKP rejimi, diğer başarısızlıkları bir yana, her şeyden önce bu sığınmacı/göçmen/mülteci politikaları üzerinden siyaset kantarında tartılacak gözüküyor. Tabii uyum esnekliği çok yüksek bir dinci-faşist hareketin yarın en koyu göçmen düşmanı kesilmeyeceğinin bir garantisi de yoktur. Ama artık önemli ölçüde yerleşikleşmiş 10 yıldan uzun süreli sığınmacı trafiğinin tersine döndürülmesi olanakları büyük ölçüde tükenmiştir. Gerçi siyasi hamasette bunların üstüne yoktur ama artık bu işin onların kontrolünden çıktığı iyice zihinlere kazınmış gözükmektedir. Yapabilecekleri kısmen güncel Afgan göçüne set çekmek olabilir(di). Peki yapabilirler mi?