Saltanat kaldırıldığı gibi İstanbul’un resmen işgal edildiği 16 Mart 1920 tarihten itibaren var olan hükümetin de faaliyetlerine son verilmiştir.
Eskiler payitaht derdi. “Tahtın ayağı, tahtın bulunduğu yer” anlamına geliyor, değiştirdik, başkent diyoruz. 1922’de Vahdettin’in bir İngiliz gemisiyle firarı orta okul çağlarından beri bilgimiz dahilindedir. Bir yıla kalmadan, 13 Ekim 1923’te Türkiye’nin yeni başkentinin Ankara olduğu resmen ilan edilecektir.
Şimdi ben 1923 dedim ya esası 1920’dir. Meclisin açılışı, ardından 2 Mayıs 1920’de Ankara’da ihtilal hükümetinin kurulmasıyla birlikte Ankara fiili olarak yönetim merkezi olmuş, işgalden geriye kalan ve ülke olarak tanımlanabilecek topraklarda ikili iktidar oluşmuştur. Artık Mart ayından beri işgal altında olan payitahtın hükmü Anadolu’da geçersizdir. Bunu Şevket Süreyya Aydemir pek güzel özetler:
“İstanbul’un işgali ve son Meclisin kapanışı, Osmanlı İstanbul’unun da, Osmanlı Saltanatının da sonuydu. Düşmandan insaf ve atıfet bekleyenlerin gözleri artık açılıyordu. Söz artık millettin ve Ankara’nındı.”
Mayıs 1920’den itibaren resmen olmasa da başkent Ankara’dır.
1921 Temmuz ayında Yunanistan ile Ankara arasında yapılan ve Eskişehir-Kütahya Muharebeleri olara kayda geçen savaşta Ankara’nın yenilerek içerilere kadar çekilmek zorunda kalması üzerine Meclisin Kayseri’ye taşınması söz konusu olmuşsa da, sonrasında yapılan Sakarya Meydan Savaşı’nı kazanan Ankara yönetim merkezi olma kimliğini korumuş ayakta kalmayı başarmıştır. Sakarya Meydan Savaşı kazanıldıktan sonra Mustafa Kemal Paşa’nın vermiş olduğu demeçte Ankara hakkında verilen hükmü görebiliyoruz. Çok açık. Ankara İlan edilmemiş başkenttir:
“Siyasi başkent Anadolu’nun yüreğinde olacak, Avrupa’nın ve Asya’nın temsilcileri burada buluşacaklar, bütün diplomatik sorunlar burada ele alınacak, iç ve dış politika burada oluşacak, Türk milletinden doğma hükümet Ankara’da çalışacaktır.”
Cumhuriyet tarihi ve Atatürk üzerine çokça yazmış Bilal Şimşir, başkentlik meselesinin ilk kez Ocak 1921’de Teşkilat-ı Esasiye Kanunu tartışmalarında açıkça gündeme getirildiğini ve tartışmanın “ savunma meselesi” üzerinden yürütüldüğü, İstanbul’un işgal edilmesi (Mart 1920) ve özellikle silah, cephane, malzeme gibi lojistik gücün Anadolu’daki mücadeleye aktarılmasının zora girmesi üzerine Anadolu’da bir silah sanayi ve hükümet merkezi kurulması yönündeki teklifin mecliste tartışılmış olduğunu, ancak ortaya çıkan yüksek maliyetin altından kalkılamayacağı hesap edilerek yapılan oylamada teklifin reddedildiğini yazar. Böylelikle Ankara’nın fiilen yönetim merkezi olmasına karşın başkent olarak resmi tescili için üç yıl daha beklenecektir. Payitaht’tın reddi olan 1921 Anayasa’sı bu nedenle olmalı başkentsizdir!
1922’de Anadolu Savaşı zaferle sonuçlanınca Barış Görüşmeleri için Lozan’da kurulan masaya İstanbul Hükümeti de davet edilince, Ankara buna itiraz etmiş ve ardından da gayet şık ve radikal bir çözüm bulmuştur. Saltanat kaldırıldığı gibi İstanbul’un resmen işgal edildiği 16 Mart 1920 tarihten itibaren var olan hükümetin de faaliyetlerine son verilmiştir. Barış görüşmeleri için Lozan’da kurulan masaya Ankara oturacaktır. Görüldüğü gibi Mustafa Kemal’in deyimiyle “hadisat” Ankara’yı merkez olarak almaktadır.
Lozan Görüşmeleri’ne ara verildiği günlerde, 1923’ün Ocak ayında Mustafa Kemal Paşa çıkmış olduğu Batı Anadolu gezisinin İzmit ayağındadır. Paşa bir ara gazetecilerle sohbet halinde iken İleri gazetesi sahibi ve başyazarı Suphi Nuri İleri alkolü içkilerden bahis açarak içki yasağının kaldırılması halinde hazinenin sekiz milyon lira gibi bir gelir temin edeceğini bu hususta ne düşündüğünü sorarken, araya , artık nasıl bir ilgi kurmuşsa bilinmez, başkentin nere olacağını da sıkıştırıverir. Mustafa Kemal alkol meselesini önceliksiz ve manasız bulmuş olmalı ki sorunun bu bölümünü cevapsız bırakarak başkent meselesine sözü getirir ve askeri açıdan bir değerlendirme yaparak başkentin saldırılardan uzak, savunmaya elverişli bir yerde olması gerektiğine işaret eder ve “bir geminin topundan telaşa düşecek bir yerde hükümet merkezi olmaz” diyerek ilkin liman şehirlerini liste dışı bırakır. Ardından da Milli Mücadele Dönemi’nde Ankara’ya karşı mesafeli durmuş, İstanbul’un farfaralı yaşamına alışmış kimi “münevver”lere, Suphi Nuri İleri’ye verdiği yanıt üzerinden çağırı yaparak onları Anadolu’ya davet eder:
“…Zât-ı âlileri gibi aydınlar ve millete doğru yolu göstermek için çalışan ve bunu şiar edinen kişilerin tümü, doğrudan doğruya Ankara’ya gelsin ve bu isteği kendisinde duysun! Ve aynı zamanda Ankara’ya, Van’a, Erzincan’a, Bitlis’e gitsin. Bugün burada konuşurken, şunu yapalım, bunu yapalım diyoruz. Bunarın hepsinden önce zât-ı âlileri gibi kişilerin oralara gelip çalışması gerekmektedir.”
Öncesinde söyledikleri ise başkentin Ankara olacağının ilanıdır:
“Ankara, Türkiye’nin pekâla merkezi olabilir hadisat da orasını merkez yaptı ve feyizli bir merkez yaptı. Binâenaleyh Ankara’ya karşı nankörlük etmek caiz değildir…”
Şimdi 13 Ekim 1923’deyiz. Cumhuriyet’in ilanına 16 gün vardır. İsmet Paşa ve 14 arkadaşının imzasıyla 9 Ekim’de TBMM’ye bir yasa teklifi sunulur. Tek cümleden ibarettir: “Türkiye Devleti’nin makarrı idaresi (Hükümet merkezi) Ankara şehridir” yasa tasarısı hızlıca komisyonlardan geçtikten TBMM’de oy çokluğuyla kabul edilir. Oy birliğini engelleyen bir tek Gümüşhane Milletvekili Zeki Karabeyoğlu olacaktır. TBMM’nin bu kararı beş ay sonra 1924 anayasasının ikinci maddesi olacaktır. Biraz ilavesiyle:
“Türkiye Devleti’nin dini din-i İslam’dır, resmi dili Türkçedir; makam (başkenti) Ankara şehridir.” Böylelikle üç yılı aşkındır fiili olarak Milli Mücadele’nin ana karargâhı, siyasi, idari ve askeri merkezi olan Ankara’nın başkent olarak tescili dünyaya duyurulacaktır.
Dünyada yankıları var ve en çok yaygarayı koparan İngiltere oldu. Türkiye’de yeni başkentin seçildiği ve Cumhuriyet’in ilan edildiği günlerde yalnızca iki Büyükelçilik olduğunu görüyoruz. 1919 ‘da İngilizlere karşı bağımsızlığını kazanan Afganistan ve Büyük Ekim Devrimi’nin yapıcısı Sovyetler Birliği…Diğer diplomatik temsilciler hemen hepsinin İstanbul’da bulunduklarını ve orayı pek çok sevdiklerini koparmış oldukları yaygaralardan anlıyoruz. En çok yaygarayı da İngiltere’nin kopardığını, Türkiye’de gerçekleşen devrimi anlayamadığını ve hiç inanmadığını görüyoruz. İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiser Vekili’nin Londra’ya gönderdiği rapor şöyle ve bunu Bilal Şimşir’den aktarıyorum:
“Ben, bugünkü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin iki yıllık ömrü olacağını ve Ankara’nın da iki yıl başkent kalacağını sanıyorum (…) Majesteleri temsilciliğinin Ankara’ya taşınması, Türk Hükümeti’ni ve Mustafa Kemal’i elbette çok memnun edecektir. Ama bu taşınma, Majesteleri Hükümeti’nin tatsız ve aşağılayıcı bir taviz vermesi anlamına gelir, kanaatindeyim.”
Çeşitli üst düzey yazışmalarından İngiltere’nin yeni Türkiye’yi tanımak istemediği gibi diğer devletleri de Ankara’ya karşı bir cephe kurmaya çağırdığını görüyoruz:
“Büyük devletlerin yapacakları tek şey direnmektir Eğer üç büyük devlet direnişlerini gevşetmezlerse, öteki devletler de yan çizmezler kanısındayım…Şu halde en önemli nokta cephe birliğidir.”
Burada sözü geçen üç büyük devletin Fransa, İtalya ve Amerika olduğunu not düşmek gerekiyor.
Bilal Şimşir bize hemen hepsinin bu doğrultuda olduğu çok sayıda yazışma örnekleri sunuyor. Türkiye’nin de bir cevabı var. Cevabı Dışişleri Bakanı Rüştü Aras veriyor. İlkin Devletler hukuku ilkelerini uluslararası teamülleri hatırlatıyor İngiltere temsilcisine. Sonra da büyükelçilerin ülkelerini temsil edebilmeleri için resmi ikametgâhlarının Türkiye’nin başkenti olan Ankara’da olması gerektiğini kesin bir dille belirtiyor. Bir de nazik bir biçimde Türkiye ile diplomatik ilişkileri bulunan devletlere büyükelçilik ve elçilik binaları yapmaları için bedelsiz arsa verileceğine dair bir yasanın TBMM’nde görüşülmek üzere olduğunu ilave ediyor.
1925’ten itibaren, İngiltere hariç, Avrupa’nın bütün devletleri, artık bilemiyoruz bedelsiz arazi sözünü duyunca mı nedir, inadı bırakıp çözülmeye başlıyorlar. En son 1928 olmalı İngiltere de teslim oluyor Ankara’ya. İnanılması zor ama o kadar afra tafra yapan İngiliz Büyükelçisi ülkesinin kralının doğum günü resepsiyonunu Ankara’ da düzenliyor. Bir de beyanatı var:
“Ankara artık kesinlikle Türkiye’nin başkentidir!”
Şimdi biz 1923 diyoruz ama esası 1920’dir. Ankara’yı başkent yapan “hadisattır”ve mübalağa cenk ettiği anlaşılmaktadır.