Hükümsüz 1984

Edebiyat önemli bir toplumsal faaliyettir.  Marksist edebiyat eleştirisi, edebiyata, kendi alanı dışında; toplumu, dünü, bugünü ve yarını anlamak açısından önemli bir pencere/ayna olarak değer katmış, onu salt “edebiyat” olmanın dışına taşımıştır.

Zamanın ruhu'nun, mekan ve zaman algısının edebiyat verimlerine bakarken ne biçimde etkidiğini ve yapıtların tüm bu etkilenmişlikleri içinde gerçekliği nasıl yansıttıkları son derece yaşamsaldır. Ve bu eleştiri biçimi,  edebiyatı genişletmiş, derinleştirmiş ve bu anlamıyla değer katmıştır. Yazarlar, içine doğdukları sistem içinde, toplumsal olayları tanımlamalarına ve yorumlamalarına göre birer toplumsal özneye dönüşerek, bir yandan anlam üreticiliği yapar, diğer yandan da, sosyal bilimcilerle ortak bir zemine ayak basar.

Bu anlamıyla edebiyat bir sosyal barometre midir?

Evet.

Çünkü edebiyat, hiçbir zaman tek başına edebiyat değildir.

Çünkü bir roman, tek başına bir roman değildir.

Bağlamsaldır, ilişkiseldir ve tüm sosyal ağlarla birlikte, bunların üretildiği tüm zeminlerin karmaşık etkileşiminin dışa vurumudur.

İşin içinde yazarın yaşamı da vardır.

Yayınevlerinin pazar kavgaları da, ideolojiler de, sınıf kavgaları da, iktidar ilişkileri de, edebiyat ödülleri de, eleştirmenlerin mevzilenmeleri de, okuyucuların refleksleri de, estetik kaygılar da...

Distopik roman olarak türünün önemli örneklerinden gösterilen 1984'ü okudum geçenlerde. Bazı kitaplar vardır, üzerine yazılmış yazıları okumuşsunuzdur ve kitap size hiç mi hiç sempatik gelmez. Orwell'in romanı da benim kişisel tarihimde böyle bir yere denk düştü. Okumadım. Okumayı da hiç arzulamadım.  Hele hele Orwell'in CIA bağlantısı vs. başlıkları belgelerle de kanıtlanmışken, “Cadı Avı” sırasında, “Kızıl tehlike” zamanlarında  zat tarafından epey bir listelemeler yapılmış, listeler gelmiş ve gitmişken...

Ama son dönemde farklı platformlarda, kapitalizmle olmuyor işte, sosyalizm gerek dünyaya dedikçe birbirine benzemez pek çok kişinin ağzından aynı kitap zikredildi durdu. (radikal sağdan sola başlayınız, boşlukları doldurunuz.)

“Sen 1984'ü okumadın mı Şule?”

“Orwel anlatmış işte, oku bak onu sen!”

“Bir devrimi korumak için diktatörlük kurulmaz, devrim diktatörlük kurmak için yapılır. Cık cık”

“İşte olanlar ortada, zaten tek ülkede mümkün mü?”

“Gelelim Orwell'in CIA ajanı olması konusuna, gerçekten de bu şeyin çok sinsice bir itham olduğunu düşünüyorum.”

“Off işte bunlar hep Stalinist”

“Kısa bir araştırma yaptıktan sonra yazıların daha çok Stalinistlerce yazıldığı gerçeği ile karşılaştım!”

(İç ses, püfff satanist gibi bişey mi bu?)

“Eğer Orwell'i anti-komünist olarak damgalarsak, Sovyetler deneyimini de komünizm olarak kabul etmek gerekir, değil mi ama?!”

“İçimden bi yerlerde hem istiyorum, ama ya 1984 gibi olursa diye istemiyorum, ne yapsak Şule?”

Uzatmayalım. Orwell'in yazmış olduğu kitap 1945'te yayımlanır ve Soğuk Savaş atmosferi kıvamlandıkça pek bir popüler bir propoganda aracına dönüşür. Pompalanır da pompalanır ve tüm dünyaya CIA eliyle dolaştırılır... Bizde de, 1954 yılında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Halide Edip'in çevirisiyle yayımlanır.

Şimdi kitaba dönersek, romanın sloganı

“Savaş Barıştır

Kölelik Özgürlüktür

Bilgisizlik Kuvvettir.”

Parti bunu şiar edinmiştir ve bu çerçeveden toplumu zombiler toplumunu dönüştürmüştür. Dayandığı güç proleterlerdir. Ancak onlar nasıl mı resmedilir?

“Proleterler yönetimsiz bırakıldıkları zaman Arjantin'in ovalarına salınıverilmiş sığırlar gibi, doğal buldukları ilkel bir yaşam birimi geliştirmişlerdi. (...) Ağır bir çalışma hayatı, ev ve çocuk sorunu, komşularla ufak tefek tartışmalar, sinema, futbol, bira ve her şeyden önemlisi kumar, akıllarının ufkunu doldururdu. Onları denetlemek zor değildi. Düşünce Polisinin birkaç casusu aralarında dolaşır, yalan dolan söylentiler yayar, tehlikeli olabileceği düşünülen bireyleri saptar ve ortadan kaldırırlardı; ama Partinin ideolojisini kendilerine aşılamak için hiçbir girişimde bulunmazlardı.(...) Eğer proleterler herhangi bir gereksinim duymuş olsalardı, ibadete ve dine bile izin verilecekti. Kuşkunun sınırları dışındaydılar. Partinin sloganında belirtildiği gibi 'Proleterler ve hayvanlar özgürdü.”

Devam etmeyeceğim, romanın ilk satırlarından itibaren görülen nefret, kin, kan, irinin bu denli kaba saba verilmesine rağmen nasıl olup da kelli felli eleştirmenlerin bu romanı alkışladığını anlayabilmek pek mümkün görünmüyor.

Sözgelimi Can yayınlarından çıkan bu romanı Celal Üster çevirmiş. Yazdığı önsözde kitapla arasındaki ilişkiyi anlatmış. Birkaç kez okumuş, İkinci okuyuşu 20li yaşlarında Mamak Cezaevinde imiş. Romanın kahramanı Winston'un duyduğu postal seslerini her gün o da duyuyormuş.

Üster, Orwell'in portresini çizerken Hayvan Çiftliği'nin serüveninden şöyle söz ediyor “Ama çok geçmeden Soğuk Savaş'ın boy atıp gelişmesiyle birlikte, Batı dünyası, özellikle de ABD'nin tutucu çevreleri, Hayvan Çiftliği'ni Sovyetler Birliği'ne karşı kullanabilecekleri düşünsel bir araç olarak görmekte gecikmedi. Onlara göre Orwell “nedamet getirmiş bir komünist”, Hayvan Çiftliği de Ekim Devrimi'nin nereye vardığını “tüm açıklığıyla gözler önüne seren” bir kitaptı.” Üster'e göre zavallı Orwell ne oraya, ne buraya yaranamamış... 

Amaaaa  Üster'in kalemiyle “1990'ların başında “zeval bulan” sosyalist uygulamanın bağrında taşıdığı düşkünlükleri hedefleyen yürekli bir yerginin, gözüpek bir uyarının yattığı görülecektir” diye sürdürmüş...

Önsözü merak edenler okuyabilir. Zavallı mağdur Orwell romandan kazandığı parayla İskoçya'nın Batı kıyısında Jura adasında bir ev almış ve hemen 1984'ü yazmaya oturmuş...

Yazı uzadı farkındayım.

Bu yazı bitmesin böyle...

“Eee ne var bunda? “ diyenlere aşağıdaki linkleri özellikle Kemal Okuyan'ı- okumalarını salık veririm...

Bir de yukarıda sözünü ettiğim gibi, roman tek başına roman değildir...

Sakın unutmayın...

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kemal-okuyan/cia-ajanlarina-bakin-34065

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kemal-okuyan/orwelle-stravinskiye-haksi...

https://www.academia.edu/14527322/Hayvan_%C3%87iftli%C4%9Fi_Anti-Kom%C3%...