Almanya'nın arayışı

Almanya Başbakanı Türkiye'yi ziyaret ediyor. Peki Türkiye bununla ne kadar ilgileniyor? Bu ziyaretin büyük bir olay olduğunu düşünen ve bu inanca göre davranan insan sayısının çok olduğu söylenemez. Türkiye medyasının ülkenin ruh halini yansıtmak konusunda pek başarısız olduğu bilinse de, medyanın dahi bu ziyarete ayırdığı yer gerçekten düşündürücü. Merkel, uluslararası ilişkilerin klasikleşmiş diline uygun olarak ziyaretini gerçekleştirirken, bir medya ilgisine de mazhar olmadı doğrusu. Muhabirler doğal olarak Merkel'in peşinde ama, haberlerin ağırlığını ayarlayan editörler bu ziyarete yer ayırmak konusunda pek istekli davranmıyorlar.

Merkel, Almanya'nın başbakanı. Almanya, dünya kapitalist sisteminde oldukça önemli bir ülke. Üstelik Türkiye için önemi, Almanya'nın sistemde durduğu yerden çok daha fazla. Almanya, doğaldır, Türkiye için bir Latin Amerika ya da Uzakdoğu ülkesinden çok daha fazla anlam taşıyor. Karşılıklı ekonomik ilişkinin derinliğini gösteren veriler, geçmişi oldukça eskiye dayanan siyasi münasebet de bunu doğruluyor.
Almanya, Türkiye için herhangi bir ülke değil, dolayısıyla Angela Merkel de sıradan bir konuk değil. Bu nedenle Merkel'in ziyaretinin önemsiz olduğunu kimse söyleyemez.

Ancak, bu ziyaretin Türkiye ve Almanya için çok mühim olduğunu iddia etmek de yine doğru değil. Ama bu ziyaretin Almanya'nın ve Türkiye'nin konumuna, karşılıklı ilişkilerin önemiyle orantılı bir ağırlık taşımaması, bu asimetrik durumun kendisi önemli. Bunun üzerinde durmaya değer.
Merkel'in ziyareti aslında Türkiye'ye bir süre önce gelen Alman Dışişleri Bakanı Westerwelle'nin ziyaretini tamamlıyor. Belli ki daha önce konuşulanlar iki başbakan arasında bir kez daha değerlendirilecek.

Artık herkes, uluslararası ilişkilerde bu tür görüşmelerin tüm gündemlerinin açıklanmayacağını iyi biliyor. Bu nedenle Türkiye-AB ilişkileri ya da İran gibi konuşulacağını bildiğimiz konuların dışında gündemlerin de masada olması kuvvetle muhtemel. Dahası, konuşulacağını bildiğimiz konuların nasıl konuşulacağını tam olarak bilmiyor oluşumuz da bunun üzerine eklenmeli.
Ancak bildiklerimiz de var.

Avrupa Birliği içindeki sorunları iyi biliyoruz örneğin. Genişleme projesinin yaşadığı problemleri, bir bütün olarak hareket etmekte zorlanan Birliğin son gelişmelerden sonra paramparça olduğunu, Birlik olarak bir Türkiye politikası geliştirmelerinin artık mümkün olmadığını iyi biliyoruz.
Tüm bunlara rağmen, Almanya'nın köklü bir emperyalist ülke olarak arayışlarını sürdürmekten vazgeçmeyeceği, daha doğru bir ifadeyle, yapısal olarak vazgeçemeyeceği de eldeki veriler arasında.

Almanya'nın AB'nin genişlemesinin mimarı olması, keyfi bir tercihin ürünü değildi. Almanya bunu yapmak zorundaydı. Şimdi, genişlemenin büyük problemler yaşadığı, Birlik projesinin zor günler geçirdiği bir dönemde, Almanya'nın başka arayışlara girmesinden daha doğal ne olabilir?

Üstelik, Almanya'da Merkel'in en çok eleştirildiği konu da tam olarak buyken... Almanlar, Merkel ve partisinin vizyon sahibi olmadığından şikayet ederken kastettikleri açık ki insanlığa dair bir yaklaşım değil emperyalist bir stratejinin eksikliği. Almanlar, çok az sayıda olduğunu bildiğimiz samimi solcuları kenarda bırakırsak, yılların emperyalist alışkanlıklarıyla, şimdiki başbakanlarını yeterince yayılmacı ve iddialı olmamakla suçluyorlar, çünkü yine yılların verdiği alışkanlıkla, dışarıda dehşet ve yoksulluk saçan emperyalizmin içeride kendilerine sağlayacağı mutluluk ve refahın hayalini kuruyorlar. Emperyalizme karşı çıkmayan bir emperyalist ülke vatandaşı olmak bu demek zaten böylesi bir suç ortaklığını, bırakalım siyasi bir duruş sergilemeyi, vicdan muhasebesine dahi tabi tutmadan kabul etmek...

Merkel, Almanya'nın Birlik dışındaki arayışlarının bir parçası olarak Türkiye'ye geliyor. Bu arayışın Türkiye'nin iç siyasi dengelerini de doğrudan etkileme potansiyeline sahip olması, ziyareti önemli kılıyor. Görüşmelerin kapalı ve açık gündemlerinin hepsine bu gözle bakılmalı.

Peki, bu öneme rağmen, ziyaret Türkiye'de neden daha yüksek ses getirmiyor?

Çünkü, Almanya'nın arayışının nereye doğru gideceğine dair elde hiçbir somut veri yok.

Türkiye'yi yönetenlerin, Almanya'nın emperyalist yönelimlerinin doğrultusunu göremedikleri için sıkıntılı olmaları beklenirken rahat davranmaları ilk bakışta şaşırtıcı görünebilir. Ama AKP, ABD ile ilişkiler konusunda kendisine o denli güveniyor ki, tüm ilişkilerine bu güven damgasını vuruyor, o rahatlık da Vaşington'dan kaynaklanıyor.

Burada AKP'nin hesabı iki şekilde tutmayabilir.

Bir ABD'nin AKP konusunda verdiği karar, ucu açık, sonsuza kadar sürecek bir karar olamaz.

İki Almanya her ne olursa olsun küçümsenecek bir emperyalist ülke değildir. Mesela, Almanya ile ABD'nin arasındaki ilişkiler nedeniyle atılması gereken bir adım, AKP'nin başına dert açabilir. Üstelik, bunun tek nedeni rekabet olmayabilir. İki ülke işbirliği yapmak için de Türkiye'ye dair farklı planlar geliştirebilirler. Olasılıkların sayısı tahmin edilenden daha fazladır.
Bunlar elbette yalnızca ihtimal.

Peki bu ihtimallerin hayata geçmesinin Türkiye'ye yararı ne olur?

AKP'yi def etmek için ABD'ye ya da başkasına bel bağlayanların düşündüğü gibi kesinlikle olmaz. Emperyalizmden Türkiye'ye iyilik gelmesi mümkün değildir.

AKP gitsin de nasıl giderse gitsin, yerine ne gelirse gelsin diyenler, AKP'den daha kötü ne olabilir sorusunu soranlar, o gün aradıkları yanıtı bulabilirler.