Seçim totodan gerçekliğe

Bunun totosu mu kaldı, sonuçlar ortada işte, denebilir. Totoyu şu anda oynamaktan söz etmiyorum. Seçim gününden önce birçok yerde yapılmıştı; her seçimde yapılır. Zaten insanlara gerekliliğini ne kadar anlatsalar bitiremeyecekleri demokrasinin çoğu kez ihmal edilen yararlarından biri de budur; kumar oynama ihtiyacının da giderilmesine yardımcı olmasıdır.

Gerçi bizimki biraz daha ciddi idi. Bir kez, ciddi bir ortamda yapılıyordu; alt düzeydeki dar bir toplantıda, ama bazı ayrıntılarıyla bir parça şaka yollu sayılabilecek bir tahmin çabasıydı. Benim “Erdoğan ilk turda işi bitirir.” biçimindeki tahminime bir sevgili arkadaşım biraz şaşırmış, daha çok da gerekçelerimi öğrenmek istemişti. Sözü uzatıp işi büsbütün toto oynamaya dönüştürmemek için devam etmemiştim. 

Şimdi kısaca yazabilirim. Totosu motosu kalmadı artık.

Aslında şaşılacak bir yanı yoktu söylediğimin. Ülkenin genel durumu ve adı geçen kişinin özel durumu üzerine yapılan yorumların tutarlılıkla sürdürülmesi, artık bir salgın hastalığa dönüşmüş kamuoyu araştırmacılarına hiç bakmadan, insanı o tür bir kestirime götürüyordu. 

Şunu demek istiyorum: Erdoğan’ın ne kadar korktuğu ve bunun bazıları kolayca görülen bazıları biraz dikkat gerektiren göstergeleri üzerinde aşağı yukarı bir anlaşma vardı. Aşağı yukarı demek bile yanıltıcı oluyor; yaygın bir görüş birliğiydi çünkü söz konusu olan. Çok anlaşılabilir gerekçeler arasında koltuğunu kaybetmekle hem içeriden hem dışarıdan gelebilecek çeşitli tehditler, hemen herkesin kabul edebileceği kanıtlamalara dayalı olarak ileri sürülebiliyordu. Kendisinin ettiği sözler, sergilediği davranışlar, verdiği fotoğraflar, yapılan yorumların inandırıcılığını artırıyordu.

Ayrıca, bütün bunlar öznel etkenler sayılsa bile, ülkenin içinde bulunduğu çıkmaz, bunun kendisi dahil herkesçe açıkça görülebilir duruma gelişi, benzer çıkmazların kapitalist dünyanın görece daha az sorunlu bölgeleri için de değişik biçim ve şiddette var olduğu türünden nesnel etkenler de ortadaydı. 

Bütün bunlara Erdoğan ve partisinin, ya da belki daha doğrusu, ortada pek partiye benzer bir şey kalmamış olduğuna göre, adamlarının diyelim, yaklaşık 16 yıldır atlattığı “badireleri” eklemek yerindedir. Bu Arapça sözcükte içerilmiş “birdenbire ortaya çıkış” anlamını elemek için, bazılarının hiç de öyle birdenbire ortaya çıkmayıp düpedüz yavaşça süzülüp birikerek felakete yahut felakete yakın sıkıntılara dönüştüklerini de hatırlatalım. Bütün bunların çeşitliliği ile büyüklüğünün ve atlatılabilmiş olmasının iki önemli kazanım sağladığını da unutmadan: Birincisi, onların benzeri, hele kopyası niteliğindeki güçlük ve tehditlerin yeniden ortaya çıkması, yakın gelecekte, neredeyse imkânsız görünmektedir. İki örnek verilebilir: Eski cumhuriyetin koruyucusu ve kollayıcısı olarak tanımlanan bir işlev üstlenmiş, bir zamanlar zinde, silahlı, uyanık türünden sıfatlarla anılan güçler etkisizleşmiş ya da sahneden çekilmiş, daha farklı söylenirse, o sıfatları geçersizleşmiştir. Öte yandan, kendi içlerindeki bileşenlerden birinin denetimsiz ya da hemen hemen denetimsiz biçimde güçlenerek başkaldırması olasılığı, tümüyle ortadan kalkmasa da, yakın dönem için, önemli ölçüde azalmıştır. Böylece, kazanımlardan biri olarak, bu atlatmaların bir tür kendine güven sağladığını ileri sürmek mümkün olmaktadır. Denebilirse, korkuyu azaltmayan bir tuhaf özgüven…

Kazanımların ikincisi, ilkiyle de bağlantılı olarak, cumhuriyet dönemi boyunca özellikle sınıf mücadelesinde edindiği deneyimlerle varlığını ve belli bir eksilmeyle birlikte gücünü sürdüren kapitalist devlet mekanizmasını kullanma alışkanlığının gelişmesidir. 

Öyleyse, bir yandan, öznel kaygı ve korkuların yanı sıra onları besleyip büyüten nesnel etkenler ağırlıklarını artırarak sürdürürken, öte yandan, bu kadar sıkışmış durumdaki bir öznenin geride bıraktığı uzun iktidar döneminde edindiği deneyim, gerekli gözü karalık ile  kurallı ve kural dışı tasarımlarını çekincesiz uygulama becerisini herhalde kazandırmış olmalıdır. Anlaşılan, şu anda bilebildiklerimiz, gerçekleştirilenlere oranla  çok daha azdır. Kemal Okuyan Salı günü Gülay Dinçel’in sorularını yanıtlarken bir bölümüne değinmişti. Yaklaşık 10 yıldır hemen her seçimde Türk demokrasisinin evrensel katkılarını konu edinmiş  biri olarak, o söyleşinin hatırlattığı bir sınıflandırma denemesi yapmak istiyorum. 

Ülkemizin ulaşmış bulunduğu demokrasi aşamasında, oyları iki kümede toplamak mümkün görünüyor. Biri, gerçek ya da sıradan oylar; öbürü, sıradışı oylar. Bu ikincisi de kendi arasında üçe ayrılıyor. Birincisi, mükerrer oylar, bir kişinin birden çok oy kullanması durumu. Çoğu güvenlik işlerindekiler olmak üzere genellikle devlet görevlilerinin kullandığı, örgütlenme becerilerine göre, iktidar partileri militanlarının da kullanabildiği oylara böyle denebilir. İkincisi, sanal oylar; varlığı belli olmayan, kanıtlanamayan seçmenlerin kullandıkları oyları böyle adlandırmak mümkün görünüyor. Bir de, üçüncüsü, mezardan oylar; epeydir hayatını kaybetmiş olmakla birlikte, demokrasiye katkısını sürdürebilen şanslı seçmenler adına kullanılan oylara böyle deniyor. Yalnız, literatürde şu tartışmanın sürmekte olduğunu da hatırlatmakta yarar var: Bu son alt kategoriyi ayrıca sınıflandırmak mı yoksa bir önceki sanal oy kategorisi içinde mütalaa etmek mi gerekir? Bu hususta bir tartışma söz konusu. Hani, eskiden, “Ulema beyninde ihtilaf çıktı.” derlermiş; işte öyle bir şey!

Muhtemel ciddiyet çağrılarına uyarak sürdürelim.    

Uzak olmayan bir gelecekte, şu ya da bu gerekçeyle ve değişik biçimlerde, bu tür becerileri sayıp döken anıların yazılması, o beceriler arasında yazarlık bulunmadığına göre, yazdırılması  beklenmelidir. Bu durumda ortaya çıkabilecek ürünlerin  demokrasi tarihine katkıları, yazıcıların yeteneklerinden bağımsız olarak,  demokrasinin pratiğine yaptıkları katkıdan daha küçük olmayacaktır.   

Böyle özetlenebilecek nesnel ve öznel koşullar altındaki Erdoğan ile yakın siyasal çevresinin, bir de geleneksel “düzen istepnesi” işlevini yeni bir biçimde üstlenerek ona eklemlenmiş MHP’nin karşısında, tek adam karşıtlığı dışında anlamlı bir ortaklaşması en iyimser bakışla bile görülemeyen, ne geçmişte bir mücadele birlikteliği  ne geleceğe yönelik tutarlı bir programı bulunan, tanımsız, amorf, karmakarışık, kısacası güçsüz ve umut vermekten uzak bir muhalefet ittifakı vardı. Dolayısıyla, Erdoğan’ın başkanlığını çok riskli bir ikinci tura bırakmasını beklemek, böyle bir olasılığı önemsizleştirecek önlemleri alma niyetiyle gücünden yoksun bulunduğunu düşünmek, pek naif bir beklentinin ürünü olabilirdi ancak.

Belki ileride üzerinde durmamıza bir vesile olur yahut biz yazmasak da az çok kafa yorulmaya  değer bulunur düşüncesiyle, biraz daha devam edelim.

Bir süredir olduğu ve bundan sonra da olacağı gibi, bu seçim de demokrasi fetişizmine vurulmuş ağır bir darbe olmaya adaydır. Yine de bunun adaylıktan öteye geçmesi için ısrarlı bir çaba harcamak gerekir. Bu işin olumlu yanıdır. 

Önce de böyleydi, sonra da farklı olmayacak dediğimize göre, bunda pek bir yenilik görünmüyor. Peki, Cumhuriyet Halk Partisi, bizim klişeleştirdiğimiz saptamamızla, yıkılmış ama yerine bir başkası konulamamış cumhuriyetin kurucu partisi,  bu seçimin öncesi, sonuçları ve sonrası ile, yeni bir dağılma yönünde büyük bir adım daha atmış değil midir? İşin bu yanında bir olumluluk yok mu, sorusu ise, ne oturup ağlayacak halimiz var ne de zil takıp oynarız, biçiminde yanıtlanabilir. Nedeni sorulursa, ilki, emekçilerin kurtuluşuna herhangi bir katkısı kalmamakla birlikte pek çok engel çıkarır olmasından; ikincisi, kurucu babalarının yaptıklarının bir bölümüne duyduğumuz saygıdan… Elbette, o partiye çeşitli biçimlerde destek vermiş dürüst emekçileri incitmeden ve onları gerçek kurtuluş için, sosyalizm için mücadeleye kazanmayı ihmal etmeden…   

Bir başka soru: Elin kayığıyla okyanuslar aşmaya soyunmaktan vazgeçmeyen bir siyaset türü daha ne kadar var olacak, var olmak bir yana, kendisini solculuk diye sunmaya devam edebilecektir?

İşte akıllara üşüşen bir yığın sorudan sadece birkaçı. İster yanıt arayın, ister yanıtları üç aşağı beş yukarı belli diyerek sayılarını çoğaltıp temizleyin ki, boşuna yer kaplamasın!