Ne Yaz Ne Konuş

Böyle yazacak ya da konuşacaksan, en iyisi, ne yaz ne konuş, sadece sus, anlamında geçende birtakım değinmelerde bulunmuştuk. Dilimizde son yıllarda ortaya çıkıp çoğalan ve yaygınlaşan bozucu, yozlaştırıcı, çirkinleştirici, üstelik herhangi bir anlatım zenginliği de kazandırmayan kullanımlardan birkaç örnek verip biraz daha sürdürebileceğimizden söz etmiştik. Bu kez de örnekleri çoğaltarak devam edelim.

- “…noktasında”

Tayyip Erdoğan’ın dilimize yerleştirdiği bir sakatlık. Evet, enikonu yerleştiğini söyleyebiliriz. Yandaşlarının tümü, kendisi kadar sık ve kendisi kadar yanlış kullanıyorlar. Ama o kadarla da kalmıyor. Yandaş olmayanlar, hatta sıkı karşıtlar bile kullanır oldular.

Belki de yeryüzündeki en çok konuşan birkaç insandan biri olan bu politikacının Nisan ayı sonunda televizyonlarda yaptığı “ulusa sesleniş” konuşmasını dinlerken bir kenara not etmişim. O konuşmadan kısa süre önce sanayi ve ticaret odaları birliğinin üyelerini azarladığı sırada dillendirdiği işsizliğe çözüm konusundaki eşi benzeri görülmemiş önerisinin, “1.5 milyon üyeniz var, hepiniz birer kişiyi işe alsanız, işsizlik oranı ne biçim düşer” yollu işaretinin yanlış anlaşıldığı, amacının kimseyi zorlamak olmadığı düzeltmesini yaparken dediği tam da şöyleydi: O sözü “yardımcı olma noktasında, hatırlatma noktasında söylemiştim.”

Erdoğan’ın hemen hemen her konuşmasında, sadece bir ikisi az çok yerli yerinde sayılabilecek, pek çok “noktasında” sözcüğü bulunabilir. İsteyen ve biraz sabır gösterebilen, saysın! Kendisinden daha cahil ve yeteneksiz bir basın mensubu ordusunun ne güzel konuştuğu konusunda övgü düzme yarışına girdiği, yetinmeyip oybirliğiyle “belagat birincisi” seçtiği, doğru ve güzel konuşmak için gerekli birikim ile yetenekten yoksun bu siyasetçinin bakanından meclis grubu sözcüsüne ve her düzeydeki parti yöneticisine kadar bütün çömezleri de aynı sözcüğü inanılması güç bir cömertlikle kullanıyor, dolayısıyla, çoğu kez, komiklik olsun diye konuştuklarını düşündürtüyorlar. Örnek vermeye kalksak, doğruluğuna kimse inanmaz kötülemek için gerçek olmayan örnekler ileri sürdüğümüz sanılabilir. En iyisi, yine biraz zamanı ve bir parça sabrı olanlar, konuşan her düzeydeki akepeliyi dinlerken “noktasında”lara dikkat etsinler. Çok eğlendirici bir deney yaşayabilirler. Ancak, uyarmakta yarar var: Bu eğlenceli deney, birdenbire, ne zaman aşılacağı belirsiz bir eşikten sonra, müthiş asap bozucu olabiliyor.

- “Keyif alıyorum, keyifli”

Özellikle son bir iki yıldır basbayağı moda olmuş, birçok televizyon kanalında düzenli aralıklarla yer bulmaya başlamış “nerelerde yiyip içmeli” programlarının birinde, oynakça bir kadın spiker, kendisine değişik bir kalamar dolma hazırlayıp sunan aşçıbaşına ilk lokmayı tattıktan sonra, şöyle diyor: “Çok keyifli.” Sanki, saatler sürmüş bir muhabbet sofrasının ortasında ya da sonunda izlenimlerini anlatıyor. Bir yandan, “güzel, leziz, nefis” gibi sözcükler bulunmuyor dağarcığında, o yüzden öte yandan, keyifli olmak ve keyif almak günümüzün modasında çok yaygın bir durum ve anlatım, ona uymak için.

Ancak, küçük hanımın övgüsü daha bitmemiş, devam ediyor: “Daha önce şöyle pirinçle falan yapılanlarını tüketmiştim. Böylesini hiç denememiştim.”

İşte buyurun, bir tane daha: Tüketmiş haspa… Sanırsınız ki, bir iktisat kitabından yeni çıkıp gelmiş, sıcak sıcak anlatıyor.

- “Sıcak bakmak”

Söz sıcaktan açılınca, bu dilimize yeni sokuşturulmuş deyimin aklıma gelmesi beklenirdi zaten. Biraz çeviri ya da yanlış çeviri, biraz özenti ve çokça cehalet kaynaklı bu sokuşturmayı her gün, her yerde işitiyoruz, okuyoruz. Her defasında da aklımıza kim bilir neler geliyor? Sözgelimi, benim aklıma hep fırından yeni çıkmış sıcacık ekmekler geliyor. Çocukken bir iki saat önceden kuyruğa girer, ilk çıkanları almak için bekler ve elimizde tutamazdık. Artık, fırıncının insafına kalmış, olmayan maliyet hesaplarına aldırmadan bir eski gazete sayfasını kıyıp vermişse, onunla sararak taşıyabilir, eve gidene kadar da bir somununu ucundan kopara kopara yarıya indirirdik.

Şimdi, örnek olsun, başbakan bilmem hangi adamının getirdiği öneriye yahut falanca ünlü yıldız kendisine sunulan yeni bir dizi projesine “sıcak baktığında”, aklıma o sıcak ekmekler geliyor da, diyelim, Obama’nın onayına gönderilmek üzere hazırlanan bir düzenleme taslağına sıcak bakmadığını okuduğumda, Amerikalı fırıncıların bir gazete parçasını esirgeyebileceklerini, fırıncıla bir yana, oraların çocuklarının fırın önlerinde kuruğa girip evlerine sıcacık ekmek götürebileceklerini hiç düşünemediğimden, olup biteni gözümde canlandırmayı beceremiyorum doğrusu.

- “Atıyorum,”

Buradaki noktalama işareti çok doğru. Örnek vermek gerekirse, örnek olsun, diyelim ki, varsayalım, farzımuhal, dercesine … Ama, bu sözcüklerin hiçbirini duymamışlar, herhangi bir yerde herhangi bir kimse tarafından kullanılışına tanık olmamışlar herhalde. Konuşurken bir es verip, yazarken de bir virgül koyup devam ediyor ve hemen önceki akıl yürütmenin uzantılarını, dayanaklarını ya da anlaşılmasını kolaylaştıracağını sandıkları örnekleri sıralıyorlar.

İyi de, karşıdakinin, dayanamayıp yahut kibarlığı elden bırakıp, “atma Recep” diye lafa karışmasını hesaba katmamış oluyorlar, işte o kötü.

- “Misal,”

Buradaki noktalama işareti de yanlış değil böyle konuşup yazanların muradına uygun düşüyor. Bunu dedikten sonra, eskiden “örneğin” ya da “mesela” deyip devam edenler gibi, bir örnek veriyor ya da örnekleri sıralamaya başlıyorlar.

Çok eskiden, altmışlı yıllarda olmalı, “örnek” sözcüğü ortaya atıldıktan ve epeyce de tuttuktan sonra, yine o dönemlere özgü, dil ve sözcükler üzerindeki sözüm ona sağ-sol atışması çerçevesinde, “örnek” sözcüğünün aslında Ermenice’den gelme olduğu ileri sürülmüştü sağcılar tarafından. Öyle Ermenilik, Kürtlük benzeri konularda pek hassas olan bir kısım solcular da bu iddianın doğru olmadığını gösterme çabasına girmişlerdi. Bütün bu tartışmalara rağmen, “örnek” de oradan türetilen “örneğin” de basbayağı tuttu. O kadar ki, günlük konuşma dilinde çok yaygın kullanımı olan “mesela” olağanüstü bir direniş gösterdiği için, her günkü konuşmalarda, ikisinin yan yana kullanımı, “örneğin mesela” alaylara konu olmakla birlikte oldukça yaygın bir kullanıma dönüştü. Aynı anlamdaki yeni ve eski sözcükler arasında bu tür savaşlar hep olur. Kimileyin yeni olan kaybeder, daha doğru dürüst yerleşmeden yitip gider kimileyin eski kaybeder ve sanki hiç dillerde olmamış gibi kimsenin umurunda olmayan bir unutulmuşluğa terk edilir kimileyin de kapışma kesin bir sonuca ulaşmaz ve hiç değilse bir süre her iki sözcük de aşağı yukarı eş düzeyde bir yaygınlığı sürdürür.

Şimdiyse, bu misal sözcüğü, doğru kullanımı olan mesela biçiminde değil, yanlış olarak “misal” diye kullanılmaya başladı. Oysa, örneğin demek ya da o sözcüğü yazılarında kullanmak istemeyenler için, “örnek olsun” kalıbı da ortaya çıkmıştı. Hatta, Ermenice olduğu yolunda kuşkular bulunan sözcükler kullanmaktan huzursuzluk duyabileceklere pek güzel çözüm olabilecek, “sözgelimi, sözgelişi, sözün gelişi” türü kullanışlar da yaygınlaşıyordu. Hiçbirine yüz vermeyenler, “misal” demeye başladılar. Desinler. Diyenler her şeyin bugüne göre çok daha olması gerektiğince yapıldığı zamanlarda, bırakalım “yazar” olarak anılmayı, tek bir satır yazısı bile yayımlanmayacak kimselerdi. Bugün öyleleri tanınmış yazar olunca, bu da hızla yaygınlaştı. Bu duruma “olsun varsın, önemsizdir” deyip geçmek vardı ama, bazı aklı başında kimseler, hatta düpedüz usta yazarlar da böyle yazmaya başlayınca, bizim “bu ne biçim konuşup yazma” listesine bir ek daha yapmak şart oldu.

İsteyen ve buradaki duyarlılığı anlamsız bulmayan, her günkü yaşantısında benzer saptamaları yapabilir saptadıklarını şu ya da bu biçimde paylaşabilir. Ancak, daha da önemlisi, böylesi tepkileri hem çoğaltmak hem daha etkili duruma getirmektir.

Nasıl yapılır, bilmem!