Kimse okumasın

Bu yazıyı, diyorum, kimse okumasın. Şimdi özetle belirteceğim birtakım kaygılar varsa ve önlerde bir yer tutuyorsa...

Halkımız o kadar bilince çıkarmış, hiç değilse onun önemli bir bölümü, yıllardır başımıza musallat olmuş belayı defetmenin ilk adımı ya da her iş aşama aşama olur düsturu ile, ilk ve atlanamaz aşaması olarak şu diktatör baskısını ve partisini tek başına hükümetin uzağında bırakmışken, ondan sonra olup bitenler bin bir türlü haklı eleştirinin konusu olabilirken, kalem oynatacak koalisyondu, erken yahut tekrar seçimdi, bütün bunların her şeyden önemli “çözüm süreci”ne etkisi ve benzeri konular var iken, bu da nereden çıktı, diyebilecekler için böyle bir yazıyı okumanın herhangi bir anlamı olamaz. Eğer bu tür yazılara özel bir merakınız yoksa ya da bunlarla ilgili masada işlendirilmiş bir devlet görevlisi değilseniz, boşverin.

Yok, hemen her musibetten kurtulmak için, işin abc’si olarak, örgütlenmekten başka çare yoktur, öteki her şey ondan sonra ve onunla birlikte gelir demekte ısrar eden eski kafalılardan iseniz, bu yazıyı okumanızı öneririm. Üzerinde durulması gerektiğini düşünebileceğiniz bazı noktalara işaret ediliyor olabilir.

Bundan bir ay kadar önce, üyesi olduğum partinin Ankara örgütünde yeni katılanlarla ilgili bir tören düzenlenmişti; bu sözcüğün yaratabileceği çağrışımları düşünerek, tören değil, törensel toplantı demek daha uygun olabilir. Düzen dışı dediğimiz partilerde, özellikle de komünist olanlarında, bu tür ritüellere çok rastlanır. Aslında, düzen partilerinde de böylesi ritüeller eksik değildir. Ama, halkımızın çok haklıyken bile kime inanacağını ve kimi nasıl inandıracağını bilemediği durumlarda kullandığı naif söyleyişini yinelersek, “yukarıda Allah var”, onlarınkilerle bizimkiler arasındaki fark anlatılamayacak kadar büyüktür.

Çok büyüktür; çünkü, onlarınkilerde nereden neyi nasıl ve ne hızla tırtıklayabilirimin peşindekiler ile onların bu tırtıklama işine yol ya da el vereceklerini düşündükleri bir araya gelirler. Bizimkilerde ise, yaşı başı ne olursa olsun,  bireysel olarak herhangi bir maddi çıkar sağlamasının mümkün olmadığını bilenlerin, kendileri gibi yok yoksul insanlarla birlikte, işin bir ucundan tutup mücadele etme niyeti, belki de, bunun kanıtlanması uzunca bir süreyi gerektirdiği için böyle ikircikleniyorum, kararlılığı söz konusudur.     

Nitekim, o toplantıda da, düzenleyici sorumluluk üstlenmiş genç yoldaşlar, biraz da bana sürpriz yaparak, buyur gel, iki çift laf da sen et, dediklerinde,  önce şunu söyledim: Bu tür toplantılar çok önemlidir; çünkü, çoğaldığımızın göstergeleridir. Bunları çoğaltmalı, sıklaştırmalı, “yeni katılanlar”ın sayısını hızla artırmalıyız. Orada bu ayrıntıya girecek kadar vaktim yoktu ama belleğimde zaman zaman yazıya döktüğüm şu düşünce de vardı: Yıllar önce kendi aramızda ve kendimizle dalga geçerek söylediğimizin aksine, niceliği yahut sayıları boş ver kardeşim, niteliğe bak niteliğe, demenin gırgır ya da şaka olarak bile bir sevimliliği kalmamıştır. Eğer ille de “çubuğu tersine bükme” alışkanlığına gönderme yapılacaksa, şimdi hem şaka yollu hem ciddi ciddi söylenmesi gereken, nitelik arayışını hiçbir zaman boşlamanın söz konusu olamayacağı, ama çok küçük sayıların niteliğinin de tek bir kaya parçasını bile yerinden oynatmaya yetmeyebileceğidir.

Bir de, şunu anlattım: Onyıllar önce, bizim mücadele büyüklerimizden dinleyip öğrendiğimiz bir doğru vardır. Komünistler, o zaman sosyalistler derdik, aslında komünistler dışında onların murat ettikleri sosyalizmi hedefleyenler ve bunu açıkça dillendirenler olmadığı sürece fark etmez, ne büyük ustalıkla yazıp çizseler, söyleyip anlatsalar da, hepsinden daha etkili olan propaganda aracı, bu sözcüğün burjuva siyaseti tarafından kirletilmiş olmasına bakarak, etkileme aracı da diyebiliriz, kendi kişilikleridir. O kişiliğin ayırt edici özellikleri, iyilik, dürüstlük, güvenilirlik, adanmışlık, fedakârlık ve benzeri sözcüklerle anlatılabilir.

Anlatılabilir anlatılmasına da bunların ve eklenebilecek benzerlerinin her biri için oturup uzun uzun konuşmak  gerekir. Bunun gerektirdiği süreye sahip olduğumuzda, onu da yaparız elbette. Ama, şimdilik, bu yalın sözcüklerin akla getirdiği anlamlarla yetinmek durumundayız.

Böyle demekle, “toplum mühendisliği”nin alanına adım atmış oluyoruz galiba; minyatür bir alan olarak, demek daha doğru olurdu. Burada söz konusu olan, minyatür bir toplum oluyor çünkü; toplumun tümünden değil, onun epeyce küçültülmüş bir alanı olarak partiden söz açmış oluyoruz.

Sevdiğim bir çocuk vardı, o kadar eski sayılmaz, birkaç yılla anlatılabilecek bir geçmişte. Akademisyen olma yolundaydı, daha doğrusu, o yolun başlarında. Sosyalizme yakın, belki de yatkın demeliyim, bir gençti; ama, bildiğim kadarıyla, herhangi bir örgütle bağlantısı yoktu; kafasına göre takılırdı. Bir gün, ne tür bir rastlantı olduğunu şu anda hatırlamam mümkün değil, bir masada iki başımıza oturup yarım saat kadar sohbet etmiştik. Genellikle saygıda kusur etmeyen bir gençti, “Ağabey, nasılsınız, nelerle uğraşıyorsunuz?” deyince, kafamdaki iki kitap “proje”sinden söz açmıştım. Onlardan biri, benim hiç bitmeyen davam mı demeliyim takıntım mı, sosyalizmin yeni insanını yaratmak sorunu ve o çerçevedeki saptamalar ile soru işaretleri idi. Ses  çıkarmadan dinledikten sonra, her zamanki saygılı tutumunu bozmadan, birtakım itirazlar yöneltmiş ve, özetle, benim söylediklerime katılmadığını, onların “toplum mühendisliği” yaklaşımının ürünleri olduğunu, bunun da demokrasi ile bağdaşmayacağını, kendinden pek emin bir edayla, sıralayıvermişti. Konuşmamızın daha sonra nasıl devam ettiği önemli değil; zaten, izin isteyerek gelip oturanlar çoğaldığından, konuşmayı sürdürme imkânı da bulamamıştık.

Bu “toplum mühendisliği” hikâyesinin epeydir ve bugün de güncelliğini az çok koruduğunu söyleyebiliriz. İlk ortaya atılışının eskiliği, zaman zaman unutulmaya yüz tutup yeniden ortaya çıkarılışıyla birlikte düşünüldüğünde, değişik dönemlerde değişik amaçlarla kullanıldığı ileri sürülebilir. Kapitalist topluma, onun kültür endüstrisi tarafından yaratılan “kitle kültürü”ne karşı bir eleştiri olarak da, o toplumun doğal ve gerekli bir ürünü olarak da gündeme getirilişinin yanı sıra, sosyalist inşa sürecinin vazgeçilmez bir bileşeni olarak gerçekleştirilmeye uğraşılmış yeni insanı yaratma çabalarının aşağılanması yolunda da öne sürülmüştür. Bilebildiğim kadarıyla, kavramı ilk kullanan, 1894’teki bir yazısında Van Marken adlı Hollandalı bir sanayici olmuş. Hemen hemen aynı kavram, bundan aşağı yukarı beş altı yıl kadar sonra Birleşik Amerika’da da sıkça kullanılmaya başlamış. Yirminci yüzyılda ünlü “Frankfurt Okulu” çevresinde Adorno ve bazı başka kuramcılar tarafından da ele alınmış. Nihayet, genç bir üniversite öğrencisiyken tanıştığı Marksizm ile ilişkisi tam anlamıyla göz açıp kapayıncaya kadar sürmüş ve daha sonra liberalizmin ve liberal demokrasinin şampiyonluğunu yaparak büyük ün kazanmış Karl Popper tarafından 1945 tarihli  tanınmış eseri Açık Toplum ve Düşmanları’nda yeniden ele alınıp öne sürülmüş. Avusturya doğumlu Britanyalı yahudi filozof,  burada, “ütopik toplum mühendisliği” ile kendisinin “azar azar (ya da parça parça) toplum mühendisliği” adını verdiği demokratik toplum mühendisliği arasında belirgin bir fark olduğunu ileri sürmüş.

Böylesi ayrıntılara girmek bu yazının amacını da boyutlarını da aşıyor. Demek istediğim, az önce andığım genç akademisyen ile sohbetimizde söylemiş miydim bilmem, bu tür eleştiriler karşısında herhangi bir ezikliğe kapılarak geri adım atmanın devrimci iddialarla bağdaşmayacağıdır. Bugünkünden çok farklı, çok daha güzel ve yaşanmaya değer bir toplum kurma iddiası olmayan bir sosyalizm düşünülebilir mi? Öyle bir toplumun kuruluşu ise yeni bir insanın yaratılmasından güç alır; o kadar da değil, iktidarın ele geçirilmesini beklemeyi gerektirmeyen bir çaba olarak yeni insanın yaratılması yolunda yeterince başarı sağlanmaksızın o toplumun inşası, büsbütün imkânsız olmayacaksa eğer, her türlü saldırıya karşı pek korunaksız kalır.

Emekçi insanlık bunları geçen yüzyılda yaşamıştı. Bu yüzyılda ise “Bir daha asla!” demek zorundadır. 


Not: Önümüzdeki birkaç hafta boyunca yazılarımı aksatabilirim. Okur dostlarımdan, anlayışla karşılayacaklarını umarak ve şimdiden, özür diliyorum.