Kapitalizme atış serbest

Almanya’dan yazan arkadaşlarımızdan öğreniyoruz. Başka kaynaklar da var elbet, hiç bu kadar kaynak bolluğunda yaşamamıştık. Ama elimizde güvenilir ve kullanıma hazır kaynak varsa, o bol olduğu kadar yalan yanlış kaynak içinde iğneyle kuyu kazarcasına güvenilir olanını ayıklamaya çabalamak gereksiz. O kadar çok vaktimiz olsaydı keşke, çok daha yararlı işler için harcardık.

O arkadaşlarımızdan biri olan Tevfik Taş’ın üç gün önce ve 16 Ocak’ta burada yer alan iki yazısını okurken, bizim üzerinden yarım yüzyıl geçmiş tartışmalarımız aklıma geldi. Her iki yazıda da Almanya’daki “Sol Parti”nin son durumuna ilişkin haber ve bilgiler veriliyordu. Bunlardan öğrendiklerim şimdi belirteceklerimden ibaret değil. Ama ötekiler bir yana, kendi geçmişimizle  bağ kurmama yol açtığı için değinmek istediğim bir bilgi var burada.

Tevfik Taş’ın iki üç ay içinde yazdıklarına göre “majestelerinin solu” olmak için en az üç ölçütü yerine getirmek gerekiyor: “NATO'ya karşı olmayacağız, dinle uzlaşacağız ve reel sosyalizmi sabah akşam kötüleyeceğiz.”

Bunları yapmak koşuluyla, “istenildiği kadar” anti-kapitalist, anti-faşist olmakta bir sakınca yok. Yok da, bu karşıtlıkları dillendirirken “emperyalizme laf söyleme”nin bağışlanmadığı hemen ardından ekleniyor.

Üç gün önceki yazıda ise şu bilgiye de rastlıyoruz:

“Sol Parti'nin programında 'emperyalist savaş' terimini aramak boşunadır. 'Emperyal savaşlar' kavramı sağa sola serpiştirilmiştir. Sözü geçen programda bir kez emperyalizm kavramına yer verilmiş, o da 'Günümüzde emperyalizm iktisadi bağımlılık ve borçlandırma üzerinden kendisini var ediyor' gibi son derece muğlak bir ifade ile...”

Anılan programda Alman emperyalizmi ifadesinin kullanılmayışının yanı sıra Avrupa Birliği için de asla emperyalist bir örgütlenme iması bulunmamakla birlikte, ABD emperyalizminin  adının bile edilmediği belirtiliyor ve özetle şu yargıya varılıyor: “Ortada bedeni olmayan bir ruh olarak ‘emperyalizm’den söz edilmiştir.”

Oysa, bizim elli yıl önceki diyerek eskiliğine ilişkin bir ortalama verebileceğimiz  tartışmalarımızda, emperyalizm dışarıdan gelip üstümüze çöken bir heyula olarak hedef tahtasındaydı; içerideki kapitalizm ise ülkemizdeki varlığının pek şüpheli olduğu ya da zavallı sözcüğünün uygun düşeceği bir gelişme düzeyinde bulunduğu düşüncesiyle, mücadelenin nesnesi olmaktan çok uzaktı. Böyle olmasının bir gerekçesi daha vardı üstelik: O hiç gelişememiş kapitalizmin olup olacak temsilcileri, nesnel olarak onların arasında yer alıp da emperyalizmin baskı ve tehdidi altında yaşadıkları için millici, daha sonraları yaygınlaşan deyişle, ulusalcı olanlar mücadelemize, hiç değilse onun belli bir istasyonuna kadar, katılabilirlerdi. Dolayısıyla, onları ürkütüp yahut küstürüp kaçırmanın alemi yoktu. Buradaki “istasyon” sözcüğü biraz tuhaf kaçmış olabilir; ama ben uydurmuş değilim, o eski zamanlardaki bir konferansta devrimci mücadelenin farklı aşamalarını anlatmak üzere yapılmış bir benzetmeydi. Bu satırları okuyanlar arasında o günlerden kalmış olanlar varsa, yüzlerinde belli belirsiz de olsa bir gülümsemeye yol açabilirim beklentisiyle yazdım.

Bizim memlekette bir uçtan öbür uca savrulma deneyimleri hem kısa aralıklarla hem de tam bu deyimin anlattığı boyutlarda yaşanır. Şu kapitalizmin varlığı ve gelişmişliği konusunda da öyle olmuştur. Var mıdır, varsa ne orandadır, şaka değil, tam da böyle, yüzde şu kadar mıdır bu kadar mıdır tartışılırken, varlığından ve gelişkinliğinden aşırı bir kuşkuculukla söz edenler, oldukça kısa bir süre sonra, yüksek ya da uzun atlamacılara yaraşır bir sıçrama yaparak büyük kapitalist tekellerden söz etmeye başlamışlardı. Böylece, siyasal mücadele alanında da yol gösterici bir adım atılmış oluyordu: Tekel dışı kapitalist kesimler, önümüzdeki aşama olan anti-tekel mücadelede saflara kazanılabileceklerdi. 

Böyle konuşup, daha doğrusu, yazıp duruyorum ama o zamanlar da şimdikine az çok benzer biçimlerde emperyalizmin baskı ve sömürüsü altındaydı ülkemiz, bunu unutuyor ya da küçümsüyor değilim. Genel olarak kapitalizm ile emperyalizmi birbiriyle ilgisiz olgu ve kavramlar olarak görmenin yanlışlığını, ayrıca hangi gelişme düzeyinde bulunursa bulunsun bir ülkedeki kapitalizmin  aktörleri ile emperyalist dünyanın efendileri arasında çözümsüz ve sürekli bir karşıtlık/düşmanlık ilişkisi olduğu kuruntusuna kapılmamak gerektiğini vurgulamama yardımcı olur düşüncesiyle böyle yazıyorum.

Öte yandan, asıl amacım da bu değil zaten. Asıl amacım, Almanya’da solun umudu olarak ortaya sürülmüş ve, olasıdır ki, sonbaharda iktidar ortakları arasına katılabilecek bir partinin, emperyalizm karşıtlığını gündeme getirmek bir yana, onu neredeyse yasaklama, hiç değilse unutturma eğilimi içinde olmasının şaşırtıcılığına değinmek.

Yoksa, hiç de şaşırtıcı sayılmaz mı?

Aslında, şaşırtıcı sayılmaz; çünkü, düzen dostu etkenler tarafından seçenek ya da umut olarak ileri sürülenlerin kendileri açısından birtakım olumsuzlukları da birlikte getirmeleri doğaldır. Düzenden şikayetçi olanlar, ne kadar sindirilmiş ve akılları bozulmuş durumda olurlarsa olsunlar, önlerine konulan yeni seçeneklerin ne kadar yeni sayılabileceklerini, umut olarak gösterilenlerin sahte mi gerçek mi olduklarını fark etmek bakımından tümüyle çaresiz değillerdir. En azından, belki de bir tür içgüdüyle, karşılarına getirilenlerin ne dediklerine ve kimler tarafından öne sürüldüklerine bakarlar. İşte o iki noktaya baktıklarında, bazı yenilikler, farklılıklar ya da farklılık görünümleri ile karşılaşmaları gerekir. Bunlar yoksa, kanmaları/kandırılmaları çok da kolay olmaz.

O kadar da değil. Ayrıca, uzun süreler boyunca yaşayıp tanık olduklarının, aldatılmışlıkların, acıların, hayal kırıklıklarının ışığında, bunlar pek de öyle ışık tutmuyorsa bile, bunlara bakıp az buçuk kavrayabildiklerinin yardımıyla, bazı sorumlular ararlar. Onlara sorumluluklarını hatırlatmak için değil, sorumluluklarının cezasını çektirmek için hiç değil. Denebilirse, bir bakıma, rahatlamak için sadece. Bütün o çektiklerinin nereden gelip de kendilerini bulduğuna hiçbir biçimde akıl erdirememektense, sorunların, sıkıntıların, dertlerin nedensiz olmadığını, birtakım kaynaklarının bulunduğunu, oralardan geldiğini söyleyebilmek, şu ya da bu nedenle söylenemese de, düşünüp bulabilmek… Bunlar bir ölçüde rahatlatıcı olur herhalde. Ancak, düşünüp bulabilme süreci belli bir gelişkinliğe ulaşırsa, rahatlamanın son derece geçici olması, yeni ve daha ileri rahatsızlıklara yol açması ise beklenebilir bir durum olmakla birlikte buradaki akıl yürütmemizin sınırlarını aşacağı için onları bir kenara bırakıyoruz.

Bir parça daha açarak ve somutlaştırarak yazarsam, şöyle: Acaba, diyorum, emperyalizmin sözü edilmeksizin kapitalizme verip veriştirmenin serbest olması, biraz da bu tür bir rahatlatma kaygısının ürünü olabilir mi? Avrupa’nın ortasında, üstelik Avrupa’nın egemeni olan bir ülkede, üstüne üstlük emekleme aşamasındayken de olsa sosyalizme eksiğiyle gediğiyle, şurasından burasından tanık olmuş ve bir süredir de hakkında birçok eleştiri ve övgü dinlediği kapitalizmi “tecrübe etmekte” olan  çok sayıda insanın yaşadığı bir ülkede, kapitalizme serbestçe atıp tutmanın, bu yeni tecrübeye karşı biriken enerjiyi boşaltıcı bir etkisi olmaz mı?

Hele, kapitalizm son aşamasını oluşturan emperyalizme dönüşerek farklılaşmışken ve  emperyaliste emperyalist demek de bu kadar gündem dışı bırakılmış, bu kadar ayıplanır olmuşken…

Öyle ya, çağdaş kapitalizm gözlerden kaçırılırken yahut kirlerinden arındırılıp evcilleştirilmiş bir görünüm içinde sunulmaya çalışılırken, geçmişte kalmış, sözgelimi, “kırbaçlama direği” ve benzeri uygulamalarının vahşetiyle hatırlatılan bir kapitalizme isteyen istediği kadar sövsün, kime ne zararı var!

---

Not: Kartal mitinginin de yasaklandığı haberini aldığımda bu yazıyı tamamlamıştım; değiştirme ya da başka bir yazı yazma gereği duymadım. Üç hafta önce, 17 Mart 2017 tarihinde burada yayımlanmış “Saçmalık Diz Boyu” başlıklı yazıma göndermede bulunmakla yetiniyorum. İsteyen tümünü de okuyabilir, ben birkaç satırını aktarıyorum:

“Sorulan herhangi bir soruya sadece iki yanıt verilebiliyorsa ve bunlardan biri daha baştan yasak ilan ediliyorsa, (…) buna zorbalığın gölgesinde saçmalık demek uygun olur. Yanıtlardan birini önermek türlü yollarla güçleştirilir ve engellenirken öbürünü önermek, özendirmek, emretmek için bütün yurttaşların vergileriyle oluşturulmuş devlet bütçesinin ve imkânlarının alabildiğine kullanılıyor oluşu ise zorbalığın gölgesinde hayat bulan bu saçmalığın somut görünümlerinin ortaya çıkmasını sağlıyor sadece.”