Demokrasilerden demokrasi beğen

Her boydan ve her soydan demokrasi sevdalıları, özellikle de bizdekiler için vazgeçilmezdir: Hem kendilerindekinin  kimselerdekine benzemez, kendine özgü, nevi şahsına münhasır olduğunu hem de bunun yanlış anlaşılmaması gerektiğini, çünkü öyle olmakla birlikte, aynı zamanda, ya hiçbir yerdekinden aşağı kalmaz ya da öyle olsa bile uğruna mücadele edildikçe tam ve gerçek bir demokrasiye evrimleştirilebilir olduğunu düşünürler. Aslında düşünüp düşünmedikleri pek belli değildir de bunu her fırsatta tekrar ederler, böylece bazen öyle düşündükleri sanısı uyanır. En kötüsü de budur zaten: O yetenekleri bulunmadığı halde düşünebildikleri izlenimi yarattıkları olur. Gerçi, bunları ideologları için ileri sürmek gerçekçi olmaz; onları izleyen sürüye bakarak söylüyoruz.

Ancak, bu vazgeçilmezlikten, birbirinin karşıtı sanılabilen iki ana eğilim doğar, akım da diyebiliriz. “Birbirinin karşıtı sanılabilen” demekle aslında bunların yer yer bir karşıtlık ya da düşmanlık ilişkisi içinde görünmekle birlikte, aslında, düşman kardeşler yakıştırmasının daha uygun düşeceğini anlatmış oluyoruz.

Bunlara ayak üstü uydurulabilecek bir deyişle, “karşılaştırmalı – ya da, eski dildeki daha uygun, mukayeseli- demokrasi yaklaşımı”nın iki ana eğilimi demek mümkün.

Bunlardan birini, daha çok, iktidardakiler ve alışılmış deyişle sağcılar olarak bilinenler oluşturuyor. Onlara göre herkesin demokrasisi kendinedir. Demokrasi her ülkenin kendi koşulları içinde, o koşulların çizdiği ülke ve toplum için hayırlı/gerekli/yararlı çerçevede gerçekleşir. Her ülkenin varlığı ve geleceğinin, modaya dönüştürülmüş sözle “bekası”nın gerektirdikleriyle demokrasinin gereklerini bağdaştırmak mümkündür, ama zordur. Bu zor işi başarmak da gerçek yahut iyi politikacıların, hatta o kadarı da yetmez, “devlet adamı” düzeyine ulaşabilmiş olanların harcıdır.

Aslında meramlarını buna benzer bir derli topluluk içinde anlatma becerisini pek azı gösterebilse de, çoğu kez hamaset ve tehdit dolu bir biçemde söylenenleri, daha doğrusu, bağırılıp çağırılanları böyle anlatmak, yeterince kısa ve anlaşılır bir özet sağlayabiliyor. Bu eğilimdekilerin karşılaştırma gündeme gelince verdikleri örnekler ise zaman zaman gülünçleşiyor. Sözgelimi, en son Fransa’da ortaya çıkan ve Sarı Yelekliler diye adlandırılan protestocuların eylemleriyle, daha doğrusu, onlara karşı Fransız polisinin tepkisiyle ilgili olarak, bizim polisin şiddetine, tomalara şuna buna laf ediyordunuz hani, bakın işte çok demokratik bellediğiniz Fransa’da da aynı tepki gösteriliyor, diyebiliyorlar. Bu arada, daha ciddi bir biçemde, ama çok daha gırgır bir resmi açıklamanın dış işleriyle uğraştığı sanılan bakanlıktan geldiğine tanık olduk: Fransızlara “aman ha orantısız şiddet kullanmayın, ayıptır, demokrasiye sığmaz” anlamına gelecek öğütler verdiler.

Karşılaştırmalı demokrasi yaklaşımının öteki eğilimine gelince, oradaki baskın tema bizdeki demokrasi ile oralardakilerin benzemezliğidir. Hatta basit bir benzemezliğin ötesinde, oralardaki gerçek, hakiki, tam demokrasi iken bizdeki, ne yazık, sahte, en iyimser gözle bakılsa bile, eksikli demokrasidir. Öyle olmasaydı, sorun kalmazdı. 

Bugünlerde verilen örnek ise bu “mukayeseli demokrasi” yaklaşımındaki öteki eğiliminkiyle üst üste çakışıyor: Fransa’daki son olaylarda görüldüğü üzere, halk oradaki demokrasinin kendisine sağladığı imkânları kullandı, direndi ve Macron’a geri adım attırdı. Sevinçle bunun altı çiziliyor. Bu yazı yazılıncaya kadar, kendisinden Paris’te göstericilerin canına okumakta temayüz eden polislere ödül ikramiyesi verileceğine ilişkin açıklamasının dışında başka ses çıktığına ilişkin bir habere rastlanmadı. Geri adımı ilan etme işi başbakana bırakıldı ve  akaryakıt vergilerinde yapılan zamların altı aylığına askıya alındığı açıklandı; sonra bu altı ayın bir yıla çıkarıldığı duyuruldu. O arada, AFP kaynaklı haberlere göre, Sarı Yeleklilerin temsilcisi konumundakilerle masaya oturulabileceği de belirtildi.

“Mukayeseli demokrasi”nin bu ikinci ana akımına göre, demek ki, oralarda demokrasi sayesinde, onun tam ve gerçek olanının varlığından yararlanarak mücadele edilince kazanılıyordu. Bizimki gibi sahte, geri kalmış demokrasilerde ise gerçeğinin gelmesi için birlik olarak, korkmadan, çekinmeden mücadele etmek gerekiyordu. Gerçek demokrasiye kavuşunca biz de kazanmaya başlayacaktık.

Bunları gereğinden çok ciddiye almanın en küçük maliyeti boş yere zaman harcamaktır. Dolayısıyla, daha fazla uzatmadan, en önemli güncel görevi belirtmek gerekiyor. Emperyalizmin en gelişmiş ülkelerinde bile bırakalım insanlığa güzel bir gelecek vaadinde bulunmayı, içinden çıkılmaz boyutlara ulaştırdığı ölümcül sorunları üst üste yığmaktan başka şey yapamadığı bir zamanda, onun sunduklarını reddetmek zorunda olanların başaramadıkça yaşadıklarını alın yazısı olmaktan çıkarmaları mümkün olmayan bir görev bu. 

Kasım ayının sonlarında Atina’da gerçekleştirilen ve 73 ülkeden 91 partinin katıldığı Uluslararası Komünist  ve İşçi Partileri Toplantısı’nda konuşan Kemal Okuyan’ın bu bağlamda vurguladığı nokta ne kadar öne çıkarılsa yeridir. Emekçi yığınlara inandırıcı bir seçenek, gerçekçi bir kurtuluş yolu sunmak için kapitalizmin daha az vahşi olabileceğini, emperyalizmle ve emperyalistlerle barış ve işbirliği yapılabileceğini, hak ve özgürlüklerin demokrasiyi ilerleterek adım adım geliştirilebileceğini mi savunmak gerekir? Elbette ve kesinlikle hayır! “Yaratıcı olmalıyız, sekterlikten, slogancılık ve kolaycılıktan uzak durmalıyız. Çünkü yolumuz uzun, görevimiz zor. Ancak komünist ve işçi partileri olarak öncelikli görevimizin sosyalist devrimin güncelliği düşüncesinin emekçi kitleler içinde tuttuğu yeri genişletmek olduğunu unutamayız. (…) Ekmek için, iş için verdiğimiz somut gündelik kavga, aç ve işsizin olmadığı bir düzen için kavga ile neden çelişsin ki? Biri önce, diğeri sonra değil; ikisi birlikte… Yaklaşımımız budur.”

Şimdi, yazının başlığından yola çıkarak bir saptama yapmadan bitirmemeliyiz: Demokrasilerden demokrasi beğenmek, emekçiler için, ölümlerden ölüm beğenmek anlamına gelir.