Tecavüz kaçınılmazsa biz de tecavüz edelim!

Ben demiyorum bunu, AKP’nin dış politikacı yandaşları söylüyor.

Dün Star gazetesinde İbrahim Kiras’ın “Aradan zaman geçince unutulan ayrıntılar” başlıklı yazısının girişinde, şöyle yazıyor:

“Türkiye’nin başlangıçta Arap Baharı’na yaklaşımı halkın yükselen demokratik taleplerine destek vermek ama içi karışan bu ülkelere dışarıdan müdahale edilmesine karşı çıkmak şeklindeydi. Nitekim Avrupa güçlerinin bazı Körfez güçlerini de yanlarına alarak -Washington’un örtülü desteğiyle- Libya’ya yapmak istedikleri müdahaleye başlangıçta karşı çıktık. Ama artık arzu etmediğimiz şekilde de olsa bir ‘fiili durum’ oluştuğunda çaresiz ‘dışarıda kalmaktansa işin içinde olalım, bu coğrafyanın kaderini Batılı güçlere terk etmeyelim’ anlayışıyla -savaşan unsurlarımızla olmasa da- Libya müdahalesine dâhil olduk.”

“Fiili durum oluştuğu”nda, “çaresiz”, Libya’yı işgal savaşına ortak olmuşlar.

Doğruluğunu, yanlışlığını bir tarafa bırakalım şimdi. Hükümetin dış politikayla ilgili adamlarının (aralarında hiç kadın var mı?), Kiras’ın yukarıdaki çözümlemesine karşı çıkacağını sanmıyorum.

Dış politikayı bu şekilde savunabilen bir iktidar cephesi var karşımızda.

Bunlar “yalnızlığa” mahkum değil mi?

Senin Başbakan’ın gitsin, Kad-dafi’nin elinden –hem de insan hakları!- ödülü alsın.

Sonra birkaç çeteci, aynı Kaddafi’ye tecavüz edeceğiz desin.

Sen “ık, mık” de.

Sonra hakikaten tecavüz etsinler.

“Eh, madem tecavüz ediliyor, bari tecavüzü bunlara bırakmayalım, bir de Müslüman olsun aralarında” diye sen de katıl.

Bunlarla kim niye dost olsun!